Mesela önümüze kalamar geliyor ve yiyoruz ya kalamarı...
Böyle ne lezzetli diyoruz
Aslında Kalamarın şeklini görsek Kalamarı yemek istemeyebiliriz...
Bu noktada şöyle bir soru çıkıyor ortaya...
Kalamar’ın yenen bir şey olduğunu ilk kim keşfetti...
Kalamarla İnsan arasında geçen hikaye ne ?
Akdeniz mutfak kültürünün en önemli yiyeceklerinden birisi olarak yerini alan Kalamarı kim buldu ilk...
Hiç karides gördünüz mü ?
Bunun pişirme şeklini, temizlenmesini ilk kim keşfetti...
Demek istiyorum ki;
Her şeyin bir hikayesi var...
Önüne gelen yemeğin, tuttuğun bardağın,üzerine giydiğin kıyafetin, oturduğun evin damının, avlunun, pencereyi kapattığın perdenin, anahtarın, kilidin...
Her şeyin bir hikayesi var...
Hem de mevsimlere göre, coğrafyalara göre değişen hikayeleri var...
İnsanın da hikayesi var...
Her insanın da kendi içinde ayrı ayrı hikayesi var...
Neden insanın hikayeleri aynı olsun ki..
Neden insanlar birbirine benzesin ki...
Mesela sen öyle yaşamayı seviyorsun diye, sana doğru gelen o diye..
Neden diğer insan senin istediğin gibi yaşasın ki ?
Ya da belirli bir bölgenin kelebeği farklı renkte diye, diğer bölgenin kelebeği neden ona benzemeye çalışsın ki...
Olmaz ki o zaman...
Hikayesi kalmaz kelebeğin...
Bütün kelebeklerin aynı olduğunu düşünelim bir an...
O zaman nasıl kelebek diyebilirdik ki onlara...
Kalamar kalamar haliyle insan tarafından çok lezzetli bir yemek olduğunu bilmiyor ki aslında...
Ona da hikayesini yazan insan değil mi...
Peki ;İnsan insana hikaye yazarken, diğer insanı Kalamara dönüştürmek zorunda mı...
İnsanın ruhunu parçalara ayırıp, biraz onu sodalayıp, yumuşatıp... İstediği kıvama getirip, duygularını çemberlere ayırıp sonra dilediği şekliyle yine kendine mi sunmalı...
İnsanın insana duyduğu sevgi, onu istediği şekle dönüştürmekle mi alakalı olmalı...
Aslında kendini daha mı çok seviyor insan, kendi beklentilerini, olması gerekenlerini, isteklerini, olmak istediklerini...
Balığı da seviyorum diyorsun ama balığı yiyorsun be kardeşim...
Birbirimizi yemeyelim...Sadece sevelim...