Yaşadığımız gezegen uzaydan bakıldığında her ne kadar bir kum tanesi gibi görünse de ve her ne kadar bu kum tanesi üzerinde hepimiz ölümlü olduğumuzu bilsek te dünyada yaşanan her acının yine insan yüzünden yaşandığını görmek belki de acıların en büyüğüdür...
Ne dersiniz ?
Konuya hiç bu tarafıyla bakabildik mi ?
İnsanın kendi içinde sonsuz mutluluğu ararken yaptığı eylemler yine diğer bir türdaşının üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı var olma mücadelesinin toplamı değil mi ?
İnsanı bu denli doyumsuz hale getiren ve sürekli daha fazlayı isteyen bir varlığa dönüştüren insanın kendine yabancılaşması değil mi ?
Gezegenimizde yaşanan tüm acıların nedeni ,savaşların ölümlerin sorumlusu ırk,din ve dil ayırmaksızın koyulan sınırlar,ulaşılması gereken statüler,sahip olunması gereken materyaller değil mi ?
Önümüze koyulan sanal bir piramitin basamaklarını tırmanmaya çalışırken,o piramitin en tepesine aslında çıkmak zorunda olmadığımızı,bir yarışın içerisinde kulvar dışı kalabilmeyi aklımıza getiremiyoruz.
Para denilen ve yine insanın biryerlerde basıp tüm dünyaya saldığı ve bu kağıtların karşılığında bir yerlerde saf doğadan elde edilen bir madenin tutulduğu depolar değil mi tüm insanlığı yöneten ?
İnsanın kendi yarattığı sistem içerisinde boğulması ve insan etinin ve kemiğinin de para gibi algılanıp modern bir köle zihniyetine yaklaşması yine insanın eseri değil mi ?
İnsanoğluna çok degil biraz üstten bakmak yeterli bunları anlamak için...
Sanki herşeyimiz kodlanmış durumda...
Bir bilgisayar oyununun içinde gibiyiz...
Nerede ne yapacağımız,nasıl davranacağımız,erkeksek bir düğüne giderken ne giyeceğimiz,kadınsak diğer kadınlara ne göstereceğimiz,nasıl yaşayacağımız,nelerden zevk alacağımız,zevk ve haz aldığımızı ne şekilde ve nasıl göstereceğimiz hepsi belirli davranış kalıplarına sıkıştırılmış gibi...
Bu oyundaki herkes kendisine belirli bir kahraman seçiyor sanki...
Kimisi üst düzey bir patron olmayı,kimisi sade ve mütevazi gibi görünüp doğa sever birisi olmayı,bir diğeri insanları yöneten lider bir ruhu,kimisi özgür bir rock şarkıcısı olmayı,kimisi onu kimsenin anlamadığını düşünen bir yazar olmayı...
Ve bizler bilgisayar oyununun istediği gibi davranırsak puanlar ve bonuslar toplar gibi mutlu oluyoruz,onaylanıyoruz.
Sonrasında ne mi oluyor...
Bir üst levela geçip daha da iyi giyinmeye daha da iyi görünmeye daha da iyi yaşamaya çalışıyor sonra bunları da gösteriyor bir üst level da daha da daha da diyerek devam ediyoruz.
En sonunda oyunda enerjimiz bitiyor ve oyunu bırakıyoruz,ancak oyun hiç bitmiyor,levellar hiç tükenmiyor.Ama bizler bir gün oynayamayacak hale geliyoruz.
Bu oyunun dışında kalabilmek gerçekten zor bi iş...
İnsan sistemin içinde ne kadar kalırsa zamanla bu sistemin bir parçası oluyor.
Farkına bile varmadan insana nüfus eden bir serum gibi damarlarımıza işliyor.
O yüzden iç sesimizden uzaklaşmamak lazım.Dışarının gürültüsü o kadar ışıklı ki iç sesimizin bize söylediklerine baktığımızda gözümüzü alıyor kendimizi göremez hale geliyoruz.
Sadece gözümüzün gördüğüyle değil belki de gönlümüzün gördükleri bize doğru olanı söylüyor.Gözümüzü ne kadar ışıltıya,ihtişama çevirirsek gözlerimiz kamaşıyor.
Gözümüzü içimize çevirmek gerekiyor.
Ve gönlümüzün gördükleri asla yanılmıyor...
Ne demiş Veysel...Ben ölünce üstümü taşla sakın kapatmayın.Üstümde otlar bitsin,kuzu yesin et olsun,inek yesin süt olsun,arı konsun bal olsun...
Sevgilerimle...