İnsanları dinine, rengine ya da diline göre ayırmak yerine ruhuna göre ayırsaydı keşke insanoğlu.
O zaman tabiata, dolayısıyla kendi kendine bu kadar acı çeker ve bu kadar acı çektirirmiydi acaba.
Dünyadaki insanları sadece ruhuna göre ayırsaydı keşke insanlık.
Ruhlu insanlar ve ruhsuz insanlar diye.
Peki nedir ruhsuz insanlık...
Kendi lüksünden ve konforundan başka bir şeyi düşünmeyip, tabiat için, insanlık için mevcut yaşamından en ufak fedakarlık etmek istemeyen, konforunu kaybetme korkusuyla binlerce kilometre ötede ağlayan bir çocuğun gözyaşlarıyla dalga geçebilen bir anlayıştır bazen ruhsuzluk...
Beklentilerle ördüğü yaşamının içerisinde sadece kendi isteklerini egoistçe ön planda tutan, sonu olan bir hayatta, hiç ölmeyecek gibi kibirlice yaşamaktır mesela ruhsuzluk....
Kendi öz benliğini kocaman halatlarla kalabalıkların köhne limanlarına bağlayıp, özenti denizine başkalarının teknesiyle açılmaktır bazen ruhsuzluk....
Özgürlüğü, diğer insanları rahatsız etmek zannedip, saygısızlığı da özgürlük sanarak, anlamadan dinlemeden, araştırmadan kendinde herkese hakaret edebilme cürretini görebilmektir bazen ruhsuzluk...
Kolay gelsin, günaydın, merhaba, teşekkür ederim diyebilmeyi dünyayı paylaştığı bir insana çok görebilmektir bazen ruhsuzluk...
Herşeyi bildiğini zannetmekten bilmiyorum diyebilmeyi unutur hale gelmektir, saygıyı sevgiyi kaybetmektir en sonunda vicdanını kaybeder hale gelmektir ruhsuzluk...
Gelip geçici bir zaman köprüsünden geçerken kendini tabiatın ve kainatın en üzerinde görüp ona her türlü kötülüğü yapabilmektir...
Bilimden irfandan uzaklaşmaktır.
Hele ki bilimin ve irfanın bizzat içerisinde olup, onun dediklerini hiçe sayıp tabiatla iş birliği yapmak gerekirken, doğru olanı bilip te yine yanlış olanı seçebilmektir ruhsuzluk...
Hayatını tüketim üzerine kurup, üretenle de dalga geçebilmektir ruhsuzluk, tebrik edememektir, iyi bir şeyi alkışlayamamaktır. Kıskanmaktır, hasetliktir ruhsuzluk...
Ötekileştirmeden beslenmektir, ötekileştirmektir ruhsuzluk.
Sevgiyi giderek kaybetmektir...
Geliştim zannederken yerinde saymaktır...
Keşke ruhlarına göre ayrılsaydı insanlık...
Ruhlu insanlar ve ruhsuzlar diye...
O zaman ne anlamlı olurdu gün batımları...
Hergün herkesin üzerine doğan güneş daha bir mutlu olurdu...
Bir şairin dizeleri yüzyıllara değil bin yıllara meydan okurdu.
Dünyanın ruhu insanlarla, insanın ruhu dünyayla birleşirdi...
Belki ruhsuzlar ülkesindekiler ruhlu insanlara özenir tekrar ruhlu insanlar haline gelirdi.
Vazgeçerlerdi savaşmaktan, sömürmekten vazgeçelerdi...
İnsanların ruhuna bakmalı...
Bakmalı ki anlamalı...Ruhu var mı ya da yok mu...
İçindeki ruh mu yönetiyor onu ya da başka bir şey mi ?
Ruhsuzluğun, ruhla mücadelesinde...
Hepimize bol ruhlu günler dilerken,
yazımı Yorgo Seferis'in bir şiiriyle bitirmek istiyorum.
Yadsıma
Nasıl bir ruhtu bizimkisi
baştan aşağı yürekten ibaret,
nasıl bir istekti ve baş edilemez bir tutku, yaşadık ama yanılmışız,
değiştirdik seninle biz yadsımadan yaşamayı.
Bir güvercin gibi ak.
O gizli kıyıda
Susadık öğle üzeri
Ama tuzluydu sular
Sarı kumların üstüne adını yazdık onun
Ama bir rüzgar esti denizden ve silindi yazılar.
Nasıl bir ruh, bir yürek
Nasıl bir istek ve tutkuyla yaşadık: yanılmışız
Değiştirdik öyle yaşamayı
Yorgo Seferis