‘Eskiye rağbet olsa bit pazarına nur yağardı’ diye başlayan talihsiz sloganlarla büyüdük biz 80 kuşağının darbe çocukları. Bu sloganların şaitliğindeki darbe sürecinde eskinin ne kadar değersizleştirildiğini günden güne hissettik.
Babamın anlattıklarıyla bilirim 12 Eylül 1980 darbesini, o gece uykusu kaçıp televizyonu açınca karşısında bir general görmüş babam; gözlerini ovuşturup durumu anlayana kadar dışarıda askeri araçlar çoktan dolaşmaya başlamış ve evimizin karşısında bulunan Antbirlik’in önünde nöbet tutan askerleri görmüş.
Televizyonda yayınlanan askeri marşların arasında Türkiye Cumhuriyeti’nin Bölünmez bütünlüğünü korumak için Ordu yönetime el koymuştur nidalarıyla çınlamış evimizin duvarları.
O gece ben ateşlenmişim, sanırım yine bademciklerim şişmiş, beni hastaneye götürmek için dönemin Yenikapı Karakolundan önce izin almak gerekmiş, annem bir yandan çocuğunun havale geçirme riskini düşünürken babam da Karakol komutanından sokağa çıkma yasağından dolayı izin almak için derdini anlatıyormuş.
Hep aklıma bu soru gelir, acaba o gün kaç çocuk hastalanmıştı, kaç kadın doğum yapmak üzere hastanelere koşmayı bekledi ve kaç aile sırf bu yüzden mağdurluğu ve korkuyu yaşadı kaç kişi 1980 Eylülünün 12 sinde evlerinden alınarak sonu gelmez ve belirsiz bir korkunun pençesinde ne zaman biteceği belli olmayan bir sürecin içerisine sürüklendi.
Sonraları büyüdüm ben, 10 yaşlarına geldiğimde hep bir kahraman gibi görüyordum bu darbeyi yapanları,okulda,caddede sokakta,televizyonlarda,bu darbeyi yapanların canları pahasına ülkemizi kurtardıkları anlatılıyordu.
Neyse ki sonraları 1991 yılında Mehmet Ali Birand, Can Dündar ve Bülent Çaplı’nın hazırladığı Demir Kırat belgeseli çekilmişti. Çok partili sisteme geçiş döneminde bir demokrasinin nasıl doğmaya çalıştığını ve 27 Mayıs Darbesini anlatan bir belgeseldi.
Belgeselin müziği benim için dayanılmaz bir çekiciliğe sahipti, Fahir Atakoğlu’nun bestelediği Demir Kırat belgeselinin müziğini odamdan duyunca soluğu saniyeler içerisinde televizyonun başında alırdım.
Müzikle başlayan bu serüven, döneminde bir ülkenin Cumhurbaşkanı ile Başbakanının neler yaşadığını, hangi şartlara maruz bırakıldığını, hiçbir dayanağı olmayan hayali bir mahkemenin insanlar hakkında nasıl ölüm kararları çıkardığını, bürokratların ve diplomatların nasıl aşağılanarak yargılandığını, halka darbeyi haklı çıkarmak için çekilen yalan ve iftira dolu filmlerin nasıl hazırlandığını, ve bir kadının koskoca bir cunta karşısında ‘Ben bu adamı sevdim’ haykırışlarını çocuk beynime çoktan kazımıştı.
Kazınan bu izler,yaşım o yıllara şahitlik etmeme yetemese de yakın tarihimi araştırmam da bana rehberlik etmişti.
Gelgelelim çok partili rejime geçme çalışmaları 27 Mayıs darbesinden önce de denenmişti, bu sefer de yine benzer güçler, çok partili rejimin demokrasi açısından vazgeçilmez bir unsur olduğunu bilen ve çalışmaların vakit kaybetmeden başlamasını isteyen Atatürk’e suikast girişiminde bulunmuşlar ve çalışmalar ertlenmişti.
Yıllar geçiyor ve kafamda sorular beliriyordu…
Demokrasi neden bazı çevreleri bu kadar korkutuyor, halkın iradesinin yine halk üzerinde tecelli etmesi neden suikastlere, darbelere,cuntalara işkencelere dönüşüyordu ?
Darbeyi halk için yaptıklarını iddia edenler, bir ülkenin kaderiyle nasıl bu kadar kolay oynayabiliyor, sağ ya da sol kesimden yetişmiş aydınları nasıl dar ağaçlarına gözünü kırpmadan gönderebiliyor, bir ülkenin eğitim sistemini, yaşam şeklini, sanatını nasıl bu kadar tek tip, bu kadar monoton hale getirebiliyorlardı.
Türkiyede ki darbeleri incelediğimde, hepsinin dayandırıldığı nedenlerin ortak olduğunu gördüm. Birisin de ülke elden gidiyor, diğerinde rejim elden gidiyor…
12 Eylül Darbesi sonrasında bir Amerikan gazetesinin manşetinde ‘Bizim Çocuklar Darbe yaptı’ başlıklı bir haberin yayınlandığını da biliyorum.
Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evi Yunanlılar ateşe vermiş yalan haberiyle halkı galeyana getirip 6-7 Eylül olaylarını fişekleyen ve darbe ortamı yaratanlar mı acaba gerçek darbeciler ?
Ülkesini ve milletini sevmekten başka bir şey yapmayan,Deniz Gezmişleri,Mustafa Pehlivanoğullarını en verimli çağlarında dar ağacına gönderenlerin arkasındakiler mi acaba gerçek darbeciler ?
Eğitim sistemimizi düşünmeye,sorgulamaya ve üretmeye kapalı hale getirip, tek tip insan modeli yaratmak amacıyla ezberci bir şekle sokanlar mı acaba gerçek darbeciler ?
Bilmiyorum,bilemiyorum…
Araştırıyorum ve paylaşıyorum….
Saygılarımla….