Harika bir nisan gününün hafta sonuna denk gelen ve elimizden kayıp gidiveren dört haftasının, bir cumartesisi...
Kendimi Kaleiçinde buldum, İskeleye kadar yürüdüm, sonra şimdi kapalı olmayan, benim gibi halktan insanların hala gidebildiği dalgakıranda buldum kendimi....
Belki de yüzyıllardır usanmadan, durmadan kıyıya vuran, hoş buradaki kıyı da insan eliyle sonradan yapılmıştır ama, yine de bir yere vurabildiği için kendini şanslı hisseden dalgalardır bunlar....
İşte bu dalgalara dalıp ta gittim...
Harika bir rüzgar vardı o gün, biraz poyraz desem değil, biraz meltem desem değil...
Sanki böyle karadan esen rüzgar, denizden esen rüzgarla kavuşuyor, sonrasında ortaya adını bilmediğim ve sadece benim koyabileceğim bir rüzgara dönüşüp, yanaklarıma usulca dokunduktan sonra arkama doğru kaybolup gidiyordu....
Böyle zamanlar da hep ölen bir hayvanoğlu çıkar benim karşıma, onunla konuşmak içindir mi, ya da evrenin yalnız değilsin bak oğlum dediğinden midir, bir balık ölüsünün gözlerine baka kaldım...
Ya hu dedim burada da mı ölüm geldi beni buldu, oysa ki az önce çıkmıştım Erken Roma Mezarlarının içerisinden, yetmedi de şimdi de ölü bir balıkla mı dertleşeceğim, yaşamayı bu kadar severken...
Sahi nerede kalmıştık, rüzgarlar, dalgalar, ölü balık ve mezarlar...
Gözüme bir balıkçı ağı takıldı sonra, ağı denize atıp, ölü balığı yakalayasım geldi bir an, pörsümüş, ilmekleri yırtılmış bir parça balıkçı ağıyla mı yapacaktım bunu...
Hayır dedim deli derler...
Sonra balıkçı olasım geldi birden, Beyaz şarabın yanına, küflü tulum peyniri, bir de pötibör bisküvisi oluveseydi şurada dedim...
Bir de şarkı tuttururdum tüm bu olup bitene...
"Herşeyi en iyi bilenler,
En doğru yaşayanlar...
El alem nederciler...
İşte buradayım haykırıyorum bak şarkılarımı..."
Sus sus dedim sonra deli derler....
Güneş kıvırcık saçlarıma gelen suyu nasıl da ayırmaya başlamıştı çoktan...
Ellerimi saçlarıma götürünce, ellerim tuz oluyordu, denizin tuzuydu bu ne güzel...
Hey hat...
Yaşasın yaşamak diye bağıracak oldum....
Sus sus dedim deli derler...
Onlar ki tüm neşeleri kahırlardan ayırıp, neşelenmenin zamanını en iyi bilenlerdir...
Gülmenin dersini verirler insanoğluna ki, bak sonrasında martı seslerine bile tahamül edemezler...Bu martı da çok gülüyor derler...
Yahu o gün de güneş nasıl güzel batıyordu, bulutlarla dans ediyordu mor ışıklar...Hiç ayrılasım gelmiyordu...
Neden güzel akşamlar bu kadar çabuk geçerdi...
Acaba dedim, hayatta mı böyle geçecek...
İşte tam da karşımdaki grup vakti gibi...
Önce yavaş yavaş, sonra biraz daha hızlı, en son daha da mı hızlı kaybolup gidecek ellerimden...
Ömrümüzü nelere harcıyoruz ulan diye bağıracaktım....
Sus sus dedim delir derler...
Sonra gece inmeye başladı yavaş yavaş...
Bu sefer Torosların yamaçlarındaki yaşam izlerinin ışıkları, ve bir kadının boynunda gümüş bir gerdanlık gibi salınan Konyaltının beyaz taşları...
Kim bilir dedim kaç kere indi bu gece buralara...
Kaç insan kendini yaşayamadan çekti de gitti buralardan...
Sonra balıklar zıplamaya başladı...
Minanır balıkları..
Dedim şimdi sen Minanır balığına şöyle yaşa diyebilir misin ?
Aaaa çok yanlış yaptın Minanır orada yüzmeyecektin...
Martı napıyorsun sen orada uçma...
Hey kedi, sen Kasabın kedisiyle mi berabersin yoksa ?
Ya köpek kardeş sen ?
Ya dalgalar ?
Siz dalgakıranlara vuran dalgalardan mısınız ?
Sonra hep insan yapıyor dedim bunu kendine...
Sus sus deli derler....
Ha hakikaten ne kadar kaldı gün doğumuna...