Son yazımın, “Adrasan’da Yurttaşlık ve Sorumluluk Örneği” başlığı, başta Adrasan Gönüllüleri olmak üzere birkaç okuyucumun da dikkatini çekmiş. Yazımın başlığının, içeriğinin bir kısa özeti ve vurgusu olması beğeninin nedeni sanırım.
Ben Kısa sürede yükselen okuyucu sayısındaki artış açısından da bakınca, bu beğeniyi ve ilgiyi, toplumun içinde bulunduğu yalnızlığı, kızgınlığı, tepkiyi göstermekte yalnız bırakılmasının bir dışa yansıması olarak algılıyorum. Gelen tek yorum sayısal açıdan değil, ama içerik açısından çok çok önemli. “Adrasan Gönüllüleri” adıyla, antalyabugun’de yer alan yazımın sonuna eklenen o yorum ve teşekkürler. Benimki de bir yazar sorumluluğu görevi idi.
Özellikle başlıktaki “Adrasan’da Yurttaşlık ve Sorumluluk Örneği” başlığı, anlam olarak Adrasan Gönüllülerinin ilgisini çekmiş. Adrasan gönüllülerinin ve Sayın Mehmet Çillerin yazıma ekledikleri yorumları için teşekkür ederim. Haklı olarak, bir doğa yağmasını ortaya çıkararak durdurulması konusundaki çalışmalarında yalnız kalmanın kırgınlığını yaşıyorlar. Adrasan Gönüllüleri; toplumsal dinamiklerin, tüm ulusal sorunlarda ve yerel ortamlarda yaşanan usulsüzlüklere karşı güçlerini ortaya koyabilmeleri gerektiğini vurgulamaya çalışıyorlar.
Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde, şu soruyu artık hepimiz kendimize sormalı ve yanıtlamalıyız. Sivil toplum örgütleri niçin vardır? Sivil yönetim olarak adlandırabilecek bu örgütlerin; toplumsal değer ve haklar konusundaki yanlış uygulamalara ve yağmaya karşı çıkması, gerekirse direnmesi ve toplumun geleceğini olumsuz etkileyecek uygulamalarda etkin olması gerekmez mi?
Toplumsal örgütlenmenin içinde yer aldıklarını söyleyen; meslek kuruluşları, işçiler, memurlar, mühendisler, mimarlar, kent plancıları, doğa severler, cumhuriyet savunucuları nerelerdeler? Bu durum ne yazık ki; içinde yaşadığımız yönetsel karmaşanın ve giderek örgütsüzleştirilen toplumun çaresizliğinin bir göstergesi.
Adrasan Gönüllüleri yüklendikleri toplum sorunları sonuna kadar izleyen bir kuruluş. Yazının başlığında ve içeriğinde de belirtmeye çalıştığım gibi; salt Adrasan’da bir süredir yürütülen kıyı yağmasının önüne geçmekle kalmadılar, tüm kente örgütlü Sivil Toplumun gücünü, etkisini; Erdoğan Kahya ve Mehmet Çiller olmak üzere, basının bir bölümünün ve Vali Alaaddin Yüksel’in bilinen sorumluluk duygusuyla, tüm Antalya’ya, hatta Türkiye’ye örnek bir başarı sağlandığı yadsınamaz.
Bir başka çarpıcı örnek de; Kamunun en kârlı işletmelerinden biri iken özelleştirilen ve yabancı şirketlere satılan Tekel’de yaşanıyor. İş ortamının daraltılmasıyla İŞSİZ KALAN TEKEL İŞÇİLERİNİN, ekranlarda izlediğimiz ve tüm Türkiye’ye yayılacağı söylenen eylemleri Türkiye Cumhuriyeti’nin sahipsiz olmadığının bir göstergesi olmalı birilerine. İşlerine son verilen işçiler sadece 4-C diye adlandırılan sistem içinde çalışmaya karşı çıkıyor, aynı haklarla başka bir kamu şirketine geçmek istiyorlar. Hükümet de bu haklı isteğe, polis eliyle göz yaşartıcı bomba atarak karşılık veriyor. Yani o halkın içinden çıkan polisi, yasal hak talebinde bulunan komşusu emekçiye karşı kullanıyor.
Bütün bunlar, içinde bulunduğumuz açılım, saçılım, dağılım döneminde yaşanan çarpıcı olumlu örneklerden sadece ikisi. Tüm sivil toplum örgütlerimizin bu örneklerle birlikte, durumlarını daha ciddi biçimde değerlendirmelerinde yarar var sanırım. Yoksa bir gün SİVİL TOPLUM ÖRGÜTÜ diye bir oluşum kalmayacak. Bu da çalışanların, toplumun yaşam koşullarının iyileştirilmesi istemlerini savunamayacakları, ezilecekleri bir düzen demektir.
Unutmayın uluslar tüm kesimlerin katılımıyla ve ortak kararlarla daha sağlıklı gelişir ve ulusal bağımsızlık o kadar güçlenir. Yani açılımın, dağılımın değil; birlikteliğin, ulusal bütünlüğün, doğanın korunmasının, herkes için sağlıklı yaşam ve çalışma ortamlarının sağlanması gerekliliği ortada. Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşıyla başlayan ve Cumhuriyetle birlikte sürdürdüğü toplumsal ilişkilere ve birlikteliğe, bütünlüğe verdiği önem bir örnek olmalı.