Kentler, kent yönetimleri ve festival

Sevgili Ahmet Dökdök’ün, 07.10.2009 tarihli gazetesinde ve (antalyada bugün) haber sitesindeki yazısını okudunuz mu? Okumanızı öneririm. Katılır mısınız, katılmazsınız bilemem, ama Antalya özelinde ilginç saptamaları var.
Ahmet Dökdök’ü,  Antalya’da Anadolu Ajansı’nın resmen kuruluşundan bu yana tanırım.  Her basın çalışanı gibi, geçen süreçte çeşitli olumsuzluklar yaşamış, ama mesleki değerlerden ödün vermemeye özen göstermiş, bugün kendi gazetesinde Antalya’yı bilgilendirmeye çalışan bir basın emekçisi ve geçmiş yılların deneyimleriyle zenginleştirdiği bir usta gazeteci tabii.
Bu çerçevede son günlerde usta gazeteciliğini ortaya koyan Erdoğan Kahya’yı da unutmayalım. Adrasan’da yaşanan arazi yağmasına ilişkin, araştırma ve incelemesi nedeniyle, geçtiğimiz günlerde bu yazıyı okuduğunuz internet gazetesi, teknik terimiyle –hack’lendi- yani yayından silindi. Yeniden başka bir ortamda kurgulandı. Görev sürüyor.
Teknoloji böyle bir şey işte. ABD ve AB merkezli gelişen sistemler içinde, emperyalizme ve bu kalıp içinde yaşayan yerli kısa yol tüccarlarının saldırılarına uğramanız ya da kimi kötücüllerin olumsuzlukları içinde kahrolmanız her zaman olası. Önemli olan yılmadan doğru bildiğiniz yolda yürümeniz. Benim anladığım gazetecilik bu. 
Bu yazımın ana konusu, Erdoğan Kâhya’yı ya da Ahmet Dökdök’ü övmek değil kuşkusuz, kendi değerlerini çalışmalarıyla oluşturuyorlar. Benim övgülerime gereksinimleri yok.
Dökdök, Oğlunun “kına töreni” için gittiği ege sahillerinde ve özellikle Dikili’de gördüklerini duyduklarını anlatmış. Yediği içtiği onun olsun, ama asıl Antalya ile ve Antalya’da özellikle Büyükşehir Belediye Başkanı Akaydın Hoca ile ilgili bölümler ilginç. Yinelemeyeyim, yazısı bu sayfada oradan okuyun. Hoca Ege sahillerinde bile tanınıyormuş. Nasılını Hoca bilir. Kendisinin yanıtlaması gerek.
Halka bedava içme ve kullanma suyu verilmesi ilginç ve güzel tabii, bu konuda Antalya’ya örnek sunmak ne kadar geçerli ve Akaydın Hoca’dan suda ucuzluk beklemek ne kadar doğru, soru işaretleri taşıyorum.
Aslında 1970’li yıllarda bile Kepez’den Antalya koyuna en az üç-dört şelale akardı. Daha eskilerde daha çokmuş resimlerde görülüyor. Bahçeler o derelerden, arıklardan sulanır, caddeler yıkanırdı. Şimdi sadece Düden kaldı onun da giderek suyu çekiliyor. Peki, nereye gitti bu sular? Ya üstüne beton binalar yerleştirdik ya da, ortalıkta pislik yapmasın diye kaynağını kuruttuk, yer altına verdik. 1970’li yılların ikinci yarısında bu konuda çok ciddi araştırmalar yapılmıştı. 1980 sonrası ve 84’den sonra bu dosyalar hiç açılmadı. Her yan beton binalarla doldu. Değerin üzerinde kazanç önde geliyordu.
1980 öncesi çalışmalardan bir tek ayakta kalan ANTKOP siteleridir. Bu projenin başlangıcı da 1977 seçimleri öncesine dayanır. Temeli o zaman belediye tarafından atılmış, kooperatifleşme sağlanmış sonra ANKOP kooperatifler Birliği kurularak Meltem ve Kepez bölgesindeki siteler doğmuştur.
Ayrıca bugünkü marketlere benzeyen, belediye tarafından kurulan “Tanzim Satış Mağazaları” piyasayı dengede tutuyor, bir ara yok edilmeye çalışılan, sıvı yağ üzerindeki oyun önleniyordu. İşte buna da halkçı belediyecilik deniyordu o dönemlerde. 1980 sonrası ANAP’la birlikte rant belediyeciliği başladı. Hala sürüyor. Çünkü Türkiye üzerinde oynanan oyunlar bırakın ülke yönetimini, belediye yönetimlerini de, hatta ticari işletmeleri de buna yöneltti.
Özellikle Belediye yönetimlerinin seçiminde, seçime destek veren çevrelerin seçim sonrası artan istekleri, gerçek belediyeciliği, toplumsal ya da sosyal çalışmalarını, kentsel gelişimin toplumsal planlamasını ortadan kaldırdı.
Son seçimlerde Prof.Dr. Mustafa Akaydın’ın oy patlamasıyla seçilmesinin ardında yatan tek nedenin; hem bir bilim adamı, hem Atatürkçü bir tavırla üniversitenin içine itilmeye çalışıldığı yozlaşmanın engellenmesinde mücadelenin içinden çıkmış bir aydın olarak toplumda bu tür beklentilerinin olması görüşüne katılıyorum.  Önünde bir Eskişehir örneği de var. Geçen süreçte Eskişehir’deki değişim ve toplumsal, sosyal kentleşme en çarpıcı örnektir.
Selahattin Tonguç döneminde yapılan öncü kent planlarının, bir çıkış noktası olabileceğinin göz ardı edilmemesi, Altın Portakal’ın her yönetim çevresinin özentilerini ya da iş paylaşımlarını içeren bir organizasyon olmadığının, tarihsel geçmişi göz önünde tutularak, bundan sonrası için kurumsal bir kimlikle yönetilip, düzenlenmesi gerektiğinin düşünülmesi, kadroların buna göre kurulması gerek.
Sayın Akaydın’ın bu konudaki önerilerimi ve Altın Portakal’ın kuruluşundan bu yana yaşadıklarını derleyen, ama bastırmayı başaramadığım ve kendisine sunduğum kitap taslağımı, okumasını ve okutmasını öneririm. Bu kadar uzun soluklu bir sanatsal etkinliğin geçmiş yaşamı bilinmeden, salt sinema çevrelerinin isteklerini yerine getirerek düzenlenmesi kadar yanlış uygulama olamaz. Çünkü Antalya Kültür Sanat Şenlikleri genel çerçevesi tüm dünya film festivallerinden farklıdır ve bu farklılık Altın Portakal’ı vazgeçilmez kılar. Altın Portakal ile ilgili şu andaki değerlendirmelere ilişkin gerçekçi bir görüş yine bu sitede, Yasemin Berkel’in- Hayatın Rengi köşesinde yer alıyor. Umarım Akaydın Hoca’nın da okumasında yarar var.

 


 

Yayın Tarihi
08.10.2009
Bu makale 9372 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!