Atatürk ve Cumhuriyet

Atatürk’ün önderliğinde; Samsun’dan başlayıp, İzmir'de noktalanan ve Lozan’da biçimlenen, çöküşten kurtuluşa uzanan yol çetindir. Yer yer engellerle ve yokluklarla doludur, ama anayurdu işgalden, sömürgeleşmekten kurtarma umut ve aşkıyla doludur. Çünkü hedefi ve sınırları akıl ve mantıkla belirlenmiştir.  

İkinci dünya savaşında Arap çöllerinde yiten gençlerden geriye kalanların; çaresizlikten, umutsuzluktan ve teslimiyetçilikten kurtarılıp, emperyalizmin istilası karşısında direnişe yönlendirilmesi kolay değildir. Önce umutsuzluğun yıkılması ve Anadolu insanının bağımsızlık aşkının yüceltilmesi gerekir. Anadolu’nun her yanında yedi düvelin çullanışına karşı, tüm dünyaya parmak ısırtacak bir direniş ve yeniden diriliş yaşanır. Bunda, başta Mustafa Kemal olmak üzere arkadaşlarının; bezgin ve yılgın Anadolu insanını ayağa kaldırmak için harcadıkları inandırıcılık göz ardı edilemez. Bunları engelleyen irtica unsurlarının çabaları unutulmamalıdır. Sonunda, eskimişliklerin üstüne yepyeni bir sayfa açılır. Bu sayfanın adı “Cumhuriyet”tir!.

İşte bu nedenle “Türkiye Cumhuriyeti” kavramı üzerinde önemle durulması ve içeriğinin çok iyi kavranılması gerekir.  Atatürk’ün cumhuriyete giden yolu detaylarıyla anlattığı “Söylev”inin özümsenerek okunması gerekir. Çünkü Türk Cumhuriyeti, insanlık tarihinde akıl ve bilim devrimi olarak nitelendirilen çağdaşlaşmaya dayanır, demokratik yaşamın “olmazsa olmaz” koşullarıyla oluşur.  Sonunda Türk devrimi köklü bir bilim ve hukuk devrimi üzerinde oturtulur. Bu 1923’den sonra 1924, 1961 ve 1982 anayasalarında da aynen yer alır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün daha 1923’de “Cumhuriyet”i tanımlarken vurguladığı: “..Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet biçimi demektir. Demokrasi ilkesinin en modern, en mantıklı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi cumhuriyettir! Cumhuriyet, yüksek ahlak değerlerine ve niteliklerine dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Cumhuriyet yönetimi erdemli ve namuslu insanlar yetiştirir. Ulusal istenç, kararlılık ve bilincin seçkin eseri olan değerli Türkiye Cumhuriyeti, her anlamda büyük Türk ulusunun öz ve değerli malıdır. Değerli çocuklarının elinde sürekli yükselecek ve sonsuza kadar yaşayacaktır..” sözleriyle; 10. yıl Söylevinde yer alan “Temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Cumhuriyet” tanımıyla;  6 Şubat 1933  Bursa konuşmasında altını çizdiği, “..Cumhuriyet; düşünce, bilim, teknik ve beden yönünden güçlü, yüksek karakterli koruyucular ister” uyarısıyla; sanki bugünü görerek; her türlü, uyuşukluklara, aymazlıklara, oyunlara karşı uyanık olunmasını öğütler. 

Cumhuriyet sonrası kurulacak ilişkilerin çizgisini daha 1927 yılında çizer:

''Bizim, açık ve uygulamaya olanaklı gördüğümüz siyasal görüş, ulusal siyasettir. Ulusal siyaset dediğim zaman, amaçladığım anlam ve içerik şudur: Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce, kendi gücümüze dayanarak, varlığımızı korumak, ulusun ve vatanın gerçek mutluluğuna ve kalkınmasına çalışmak... Uygar dünyadan, uygarca insanlık davranışını ve karşılıklı dostluğu beklemektir.(1) Daha sonraki yıllarda her fırsatta dile getirilen “Yurtta Barış, Dünyada Barış” özdeyişi bu görüşün çerçevesidir.

Şimdi, 86 yıl sonra neredeyiz?. Atatürk ve silah arkadaşları tarafından kurulan “Cumhuriyet” ne durumda? O’nun Uygar dünyadan” beklediğini söylediği, ”uygarca insanlık davranışı ve karşılıklı dostluğu” alabildik mi? Yoksa yeni oyunlarının esiri mi olduk? “Yurtta Barış, Dünyada Barış” andına ne kadar uyabildik? Ulusal bütünlüğümüzü, kalkınma, bilim ve çağdaşlık yönünde gelişme ilkelerini ne kadar koruyabildik?

İş ve çalışma yaşamımız; “Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce, kendi gücümüze dayanarak, varlığımızı korumak, ulusun ve vatanın gerçek mutluluğuna ve kalkınmasına çalışmak...” kuralına ne kadar uyuyor?

Ne diyordun; “Sizler,  yeni Türkiye’nin genç evlatları; yorulsanız dahi beni takip edeceksiniz!”  Ne oldu o gençler nerede? O gençler nasıl susturuldu, sindirildi? Susmayanların Atatürkçü görüşleri dillelerinden düşürmeyenlerin, Silivri kampı ile susturulma çalışmaları hala sürüyor. Daha ortaya atılan suç unsurları kesinleşmemiş, suçlu olup olmadıkları belli olmayan Aydınlanmanın beşiği üniversite yöneticileri, yazarlar, parti yöneticileri ve bilim adamları,  yaşadıkları anlamsızlığın yarattığı olumsuzluklar sonucu ölümü tadıyorlar

Evet, Atatürk gitti hızımız kesildi. Atatürk gitti adı ve Gençliğe seslenişi kitaplardan çıkarıldı. Hele son 29 yıldır, dudaklarımız kilitlendi, kalemlerimiz durdu. Kimi yazarlar yazarlıklarının başında sahip oldukları toplumsal düşünceleri bir gecede unutuverdiler… Ulusal sınırlarımız içinde birbirimize düştük… Umursamadık; tarikatlar güçlendi… Ulusal şirketlerimiz ve topraklarımız üç kuruş borç ödemek için satıldı. O borcun nasıl oluştuğu ayrı bir sorun. Bağımsızlığımız kâğıt üstünde bir silik sözcük artık…

AB’nin ve ABD’nin talimatıyla, yüzlerce gencimizi öldürmekten çekinmeyen, ülkede terör estiren PKK militanlarının sınırda törenle karşılanmasını anlamlandırmak zor değil. Yıllardır ağalık saltanatından kurtarılamayan doğu ve güneydoğuda her türlü kalkınma önleyen PKK’nın o bölgede bir Kürt Devleti kuruluşunun hazırlıklarını yaptıklarını bilmeyen kalmadı… Yıkımın ve parçalanmanın son perdesi açıldı.

Yıkımlar ardı ardına geliyor. ABD’nin icat ettiği, “Domuz Gribinin” deneme tahtasına döndürüldü ülkemiz… Hiç denenmemiş, ne olduğu belirsiz bir aşının Türk halkına uygulanması için senaryolar geliştiriliyor.

Çağdaş insanlık ilkeleriyle oluşturduğun eserlerine ve gelecek için yol gösteren ilkelerine sahip çıkamadık sevgili Atatürk!... Cumhuriyetin; “düşünce, bilim, teknik ve beden yönünden güçlü, yüksek karakterli koruyucularını” seçerken, senin tanımladığın anlamda cumhuriyetçi bir seçicilik içinde olamadık ne yazık ki. Önce fakirleştirildik, eğitimsizleştirildik, üretimsizleştirildik, açlık sınırına itildik. Senin ve şehitlerimizin karşısında boynumuz eğik, utancımız büyük…

Ama yıkılmadık; “ÇÖKMEYECEĞİZ DİZ… İSTERSE HAYAT ZEHROLSUN, İSTERSE REFAH KAHROLSUN, İSTERSE KURŞUN DÜŞSÜN YANIMIZA BELİMİZE, İSTERSE GEÇİNMEK İÇİN BİR DİLİM KURU EKMEK GEÇMESİN ELİMİZE, HALEL GELMEZ BİZİM ATEŞİMİZE: DÜNYA DÜŞSE PEŞİMİZE, YER SARSILSA YERİNDEN, NE SEN'DEN GEÇERİZ NE SENİN ESERİNDEN. “

 

Yayın Tarihi
28.10.2009
Bu makale 9763 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!