Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ne ulaşan süreçle ilgili yazı yazmak istediğimde, araştırmalarımla derlediğim kaynak dosyalarımı ve kitaplığımdaki araştırmaları karıştırırım. Bu kez de öyle oldu ve arşivi incelerken, Nurer Uğuru’nun bir yazısı içinde; Ataç’ın Atatürk'le ilgili iki yazısından alıntılara rastladım. Uğurlu, Ataç' ın Atatürk'le ilgili (doğrudan) yazısının çok az olduğunu belirterek, Atatürk'le ilgili ilk yazısını aktarıyor. Yazı, 10 Kasım 1953 tarihli Son Havadis gazetesinde yayımlanmış. Ataç’ın 'Atatürk' başlıklı yazısını, N.Uğurlu’dan alıntılayarak aktarıyorum.
"1800 yılından beri, bizim toplumumuzda bir aksaklık olduğunu söyleyenler, düzeltmelere, ıslahata girişmiş olanlar vardır. Üçüncü Selim bir düzeltmecidir. İkinci Mahmut bir düzeltmecidir, Meşrutiyet bir düzeltme devinmesi, hareketi idi. Gerçekten birer devrim değildi. Birtakım yasalar düzeltilecek, ancak kafaya, düşüncelerin, inanların kaynağına dokunulmayacak. Birtakım şeyler öğrenilecek, birtakım yenilikler alınacak, bunlar eskiye aşılanacak, katılacak, böylece eski canlanacak da sürüp gidecek... Atatürk'ten önce gelmiş yöneticilerin düşünebildikleri, yapabildikleri yalnız budur. Bu topluma düzeltmelerin yetmeyeceğini, kökten bir değişme, bir devrim gerektiğini ilk kavrayan Atatürk'tür.
Bu topluma kökten bir değişme, bir devrim gerektiğini yöneticiler arasında kavrayan yoktu da aydınlar, düşünürler, bilginler arasında var mıydı? Atatürk'ün yaptıklarını eskiden de birer birer istemiş yazarlarımızı gösterebiliriz. Abdullah Cevdet, Hüseyin Cahit Yalçın, Ziya Gökalp, daha niceleri... Ancak bunların hepsi de birer birer istemişlerdir, onlar da devrimin özünü, kafanın değişmesini, yapılanların topunu istemeyi düşünmemişler ya da istemekten, açıkça söylemekten çekinmişlerdir. Bunun ikisi de bir kapıya çıkar. Bunun içindir ki bugün de yine 'Atatürk Devrimleri' diyoruz, parça parça düşündüğümüz için, belki de ta içimizde düzeltmecilikle devrimciliği birbirinden ayıramadığımız için. 'Atatürk Devrimleri' yoktur, tek bölünmez bir 'Atatürk Devrimi' vardır, bir bütündür o. Bizim Devrimler dediklerimizin hepsi de bir kafa işine, toplumun kafasının, düşünüşünün değişmesi işine bağlıdır.
Atatürk'ten önce devrimi istiyor muyduk? İsteyenler vardı belki, ancak erişilmez bir ülkeye gitmek ister gibi... En iyilerimiz: ‘Ah! Olsa, olsa ya, olamaz ki!' diyorlardı. Atatürk 'Olabilir, olur!..' demiş olan kişidir. Birçoklarımızın birer düş diye gönüllerinden geçirdiklerini bir araya toplayıp gerçekleştirmiş olan kişidir. Büyük kişinin niteliği de budur işte."
Ataç’a ne söylediyse doğru söylemiş. Aslında birbirinden bağımsız olarak gösterilen, kurtuluş ve ardından gelen cumhuriyet ve onu izleyen çağdaşlık yolundaki değişimler gerçekte 19 Mayıs 1919’da başlayan Atatürk Devrimi'nin bir parçası ve sürekliliğinin kanıtıdır. Kimi zaman da ‘Türk Devrimi’ olarak anılan, Atatürk Devrimi sürekli çağdaşlaşmayı, sosyal, bilimsel ve ekonomik yenilenmeyi öngören bir devrimdir.
‘Atatürk Devrimi’ ya da ‘Türk Devrimi’nin temelinde; aklın, bilimin, çağdaş düşüncenin, laikliğin ve sağduyunun egemenliğini kurmak ve sürdürmek yatar. Çünkü 'Atatürk Devrimi' soyut mantık noktasından değil, aklın temelinde oluşturulup, dönemin gerekleri ve koşulları içinde bilimsel düşünceden çıkarak geliştirilmiştir. Kaynak ise hiç kuşkusuz, Türk ulusunun kendisidir.
Ama ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada emperyalizmin, Orta Doğu oyunlarını izlediğimizde; Türkiye’nin 1940’lardan bu yana ‘Atatürk Devrimi’nden nasıl uzaklaştırılmaya, nasıl parçalanmaya ve ‘Türkiye Cumhuriyeti Halkının’ nasıl birbirinden uzaklaştırılmaya çalışıldığını yaşıyoruz.
Bunun çözüm yine; Atatürk’ün her aşamada güvendiği ve inandığı Türkiye Cumhuriyeti Halkını oluşturan Anadolu insanındadır. Anadolu İnsanının, Misaki Milli sınırlarını, birlik ve bütünlüğünü koruyarak yeniden Atatürk Devrimlerine dönüşü için uyanık olma zamanıdır.