Böyle gitmemeli

Bireyin bir hiç, toplumun gereksiz, milletin yük, devletin bela, ülkenin cefa olarak algılandığı bir düzene itildik son yıllarda.

Geleceğimizi biçimlendirecek çocuklarımız; bencillik ve çıkar üzerine kurulu bir sistemsizliğin, şiddetin, çeteleşmenin, pornonun ve uyuşturucu bağımlılığının akıl almaz çarkları arasında öğütülüyor.

Başlarında türban ve sarık, sırtlarında cübbeler ve kara çarşaflar, ellerinde banka hesap numarasıyla kurgulanmış bir azınlık, demokrasinin, toplumsal kalkınmanın önünde en büyük engel. Atatürk’ün tüm ezinçli uluslara örnek oluşturduğu Laik Cumhuriyet’e karşı büyük bir hırs bileniyor... Milli Eğitim sistemimiz sistemsizliğin içinde öğütülüyor.

12 Eylül 1980’de, “demokrasi zapturapt altına alındığında”; siyaset gerçek anlamını, siyasetçi kimliğini yitirdi. Meclis demokrasiyi geliştiren değil, milletvekilleri parti başkanına göbekten bağlandığı için, toplumu uyutmakla görevli uyruk konumunda.

Bizi biz yapan ve ayakta tutacak çağdaşlık, aydınlanmacılık, ulusal ve toplumsal değerlerimiz yok edilmekte. Ülke bir derin korku ve tedirginliğin içine itilerek tüketilmekte.

Türkiye Cumhuriyet'i kimsenin hiç bir şey yapmasına gerek kalmadan; vidaları gevşetilmiş bir makina gibi, göz göre göre, bir daha toparlanamayacağı umulan bir dağılma sürecine sokulup uygarlıktan uzaklaştırılmakta.

Bastırılmış kin birikimleri, bencillik ve büyüklük duygusu içinde, karşı görüşlere kapalı bir yönetim anlayışı, nasıl demokrasi diye tanımlanabilir ki? Kendi aymazlığımızla yaratıp, kendimizi kendimize kapattığımız dünyamızda sessiz sedasız yaşamayı hüner sayan bir toplum olduk.

Oturmuş, o büyük yok oluşun sınırında; Anadolu insanının malını, canını ortaya koyarak, Türk’ün Anavatanı yaptığı bu topraklarda; hala dünyanın saygıyla andığı, düşüncelerini uygulamaya çalıştığı liderine ve dünyanın en büyük gönençlerine sahip olmuşken, şimdi umutsuzluğun sessizliğinde tükenişimizi izliyoruz. Kısaca geleceğimiz tehlikeli bir kıskacın içinde.

Böyle gitmez, gitmemeli. Kurtuluş Savaşı sonrası Lozan’da çizilen “Misak-i Milli Sınırlarını” savunmamız, Atatürk’ün ulusal ve bilimsel kalkınma programını yeniden uygulamaya başlamamız gerek. Onun için de geleni ve gelmekte olanı iyi değerlendirmemiz gerek.

Sonra Atatürk’ün Türk gençliğine ve tüm topluma yüklediği sorumlulukları yerine getirmemiz gerek. Hem de şimdi gerek… Hemen gerek…

 

Yayın Tarihi
09.03.2010
Bu makale 9380 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sayin Önen icinde bulundugumuz sartlari öyle güzel yaziya dökmüssünüz ki ellerinize ve kaleminize saglik, tek kurtulusumuz tekerrür eden tarihi iyi bilmek ve emperyalist güclerden bizi kurtaran Atatürk ´ü cok iyi analiz edebilmekten geciyor.. gercekten bizi yönetenler makam ve para ihtirasiyla kavrul mus politikaci ve yöneticiler..saygilarimla.

Sedat Tuac, Almanya 12.03.2010

Sayın Önen yazınız özet olarak olağanüstü! Bende katkı olarak babam Selahattin Çiller in 40 sene emek veripte çıkartmaya vakti olmadığı kitabı;Her yönüyle laiklik; ten babamın bir ön söz tümcesini nakledeceğim. Halkımıza borcumuzu bilmedikçe,o borca yakışır olamadıkça kurtulamayız .Türk Atatürk'e yakışır olamayız.kurtuluş savaşı2mız bugün de sürüyor.Babamın borç dediği bize emanet edilen vatandır!!!Bizim de Atatürk ve şehitlerimize borcumuz vardır. Saygılarımla.

Mehmet Çiller 10.03.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!