Haklı ve halklı bir savaş

İşte bugün yine bir Otuz Ağustos!…“Türklüğün Ateşle Sınavı”nda, yokluklar içinde yürüttüğü bağımsızlık savaşında önemli bir sonuç!... Onun için 30 Ağustos büyük bir zafer olmanın ötesinde,  Anadolu’nun dünya uygarlık zinciri içindeki yerini, yeniden alışının ilk adımıdır.

Çöken bir imparatorluktan arta kalan son toprak parçası, Anadolu'da, önce emperyalizme karşı bir ulusal kurtuluş savaşı vermek; ardından, cumhuriyeti ilan edip devleti ve toplumu çağın aydınlığına açan bir devrim hareketini başlatmak, birkaç tümce ile anlatılamayacak kadar, önemli ve çok büyük bir iştir…

1919’da Samsundan başlan hareketin önderi Mustafa Kemal, yeniden örgütlenmiş bir orduyla, “haklı” ve halklı bir Ulusal Kurtuluş Savaşı”ndan zaferle çıkar. Ardından Lozan’da masa başı savaşıyla, ulusun elimini-kolunu bağlayan, “Kapitülasyonlardan”  yakasını sıyırır, ekonomisinin dizginlerini eline almasını sağlar. Türkiye “tam bağımsız” bir ulustur artık…

Arkasından, “Yeni Devlet, Yeni Siyasa” dönemi başlar. Bu döneme damgasını vuran, yıllar sonra  “Kemalizm- Atatürkçülük” adını alacak, bir dizi devrimdir…  İç içe geçmiş üç ana bölümde gerçekleşir... İlki, “Emperyalizme karşı kurtuluş ve bağımsızlık savaşı”dır, ikincisi “padişaha –mutlakıyete-karşı demokratik devrim”dir, sonuncusu da toplumun “ümmet”likten “vatandaş” kimliğine ve “ulusluğa” dönüşümüdür. Çağdaşlaşmanın ilk adımıdır. Hepsinin ortak noktası; Türkiye'nin “Aydınlanma” çağını yakalamayı sağlayacak çağdaş uygarlığa ulaşmasını hedef almasıdır ve “Lâiklik” temeline dayanır.

Siyasal ve sosyal değişikliklere ekonomik değişiklikler eklenir. Türkiye, 1929-30 büyük ekonomik bunalımının bütün dünyayı sarstığı bir dönemde, “Devletçiliği” seçer. Çünkü Türkiye'nin yitirecek zamanı yoktur: Yeniliğin, çağdaşlaşmanın yolları titizlikle döşenirken, devlet, sanayileşmenin temellerini de atar. Zor bir dönemdir. Sermaye birikimi olmayan, okuma yazma bilenin yok denecek kadar az olduğu bir ülkede, her şeyi devlet yapmak, örnek olmak durumundadır. Bununla birlikte, Atatürk’ün,  “arzı ulusal ailedeki” saygınlığı, ulusa da yansır ve kimi devrimsel gelişmeler, tutucu çevreleri ürkütmüş olsa da, İslam dünyasında da saygın bir yere sahip olur.

Ne var ki, her devrim sonrası olduğu gibi, karşı-devrim gecikmez. Atatürk'ün ölümü ve hemen ardından gelen İkinci Dünya Savaşı, karşı devrimin palazlanmasına uygun ortam sağlar. Önceki yılların çabaları  ekonomide olumlu sonuçlar verecekken, savaşın yarattığı yokluklar, o savaşın dışında -ustalıkla- kalmış olsa bile, Türkiye'yi etkisi altına alır ve kalkınma programı ister istemez aksar.

Geçen süreçte iktidardaki devrimci, sivil ve asker aydın kadrolarının yapısı da değişikliğe uğramıştır Halkçılıktan, Milliyetçi-tutucu bir ideolojiye doğru kayış başlar. Uluslar arası baskıyla çok partili döneme geçmek gerektiğinde, demokrasinin özüne aykırı bir yola sapılır: Çağdaşlaşmada hedef seçilen Avrupa’nın tersine “Solsuz bir demokrasi”ye özenilir. Sonunda savaş yıllarının palazlandırdığı tutucu sınıfın da desteği ile ülke, 1946’da Demokrat Partinin muhalefetine ve o 1950'de de iktidarına terk edilir.

Demokrat Parti iktidarı, devlete ve ulusun kıt kaynaklarına büyük bir hırsla saldırır. Plansız-programsız bir gidişle görece bir kalkınma hevesine kapılıp ülkeyi ekonomik darboğazlara sokar; uçak ve traktör fabrikası kuruluşları durdurulur. ABD’nin kurguladığı Marshall Planı II. Dünya Savaşı sonrasında 1947 yılında önerilen ve 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe girer. Bu Plan Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm toplumsal dengelerini alt-üst eder ve en korkuncu toplumun ufkunu açacak eğitim seferberliğini durdurur.

İşte günümüzde birbiri ardına yaşanan, dış kaynaklı olumsuzluklar, gelişme açısından yitirilmiş 1950-1960 yıllarının iktidarı ile başlar. Bunları 1970’lerin çatışmaları ve 1980’lerin ikinci karşı devrim hareketi izler. Sonuç; Onurlu, bir ulusallıktan, 1950’den başlayarak bugün ulaşılan, “Arzı Ulusal Aileden” dışlanmaya ve parçalanmaya çalışılan bir ülkedir.

 “Öyle mahzun, öyle garip” beklemekle olmuyor bu iş. Dayanmak gerek, “kitap ile tırnak ile diş ile umut ile sevda ile düş ile.” Dayanmak gerek insanca, dayanana yürek vermek gerek. Anadolu hamuru bu, usulünce yoğurmak gerek.

Ha gayret Anadolulum, var toparlan,  seni daha uygar geleceklerde bekliyor Atan...

Yayın Tarihi
30.08.2009
Bu makale 8995 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!