2016 yılına bir hafta kala
Yılın son cumartesiydi.
Bir telefon Aydınlar Ocağından
Mehmet Günal;
“Hocam, Öğretmen Evinde yemekli bir toplantımız var”
Senide görmek isteriz aramızda
Tasavvufu konuşacak ilahiyat
Dekânımız…”
Tasavvufa ilgi duyarım.
Fuzuli’nin yazma divanındaki
Beyitlerde tasavvuf ibarelerini aramışımdır,
1969’larda Prof. Dr. Ali Nihat Tarhan zorlamasıyla.
Amma tasavvufi düşünceyi de öğrendik.
İyi ki bizi zorlamış Hocamız.
Gittim Öğretmen Evine,
Masalar hazırlanmış,
Bir elli kişi varız.
Yedik yemeklerimizi
İçtik çaylarımızı
Geldi zaman, konuyu konuşmaya
Ben tanışmıyorum Dekânla
Protokol masasındaki adamlardan biridir
Mutlak.
Tanıtıldı Dekân,
İlmiyle müsemma, ağırımsı olmaya çalışan bir adam.
Pür dikkat verdik kulaklarımızı
Dekân beyin ağzına.
Anlatıyor adam.
Tasavvufun silsilesini
- Nefsi emare: Kişi bu noktada
Ustaya ihtiyaç duyuyor, Şeyh lazım.
- Nefsi Levvamme : Mürşidin gönül gözü açılıyor.
- Nefsi mülhime: Kalp gözü ve kulağı açılıyor.
- Nefsi mutmaine: Sukun devridir, kırk yaşlarında olur.
Şehvetten uzaklaşır
Üst mertebedir.
- Nefsi Raziye : Allah’ın Ahlak’ı ile ahlaklanır kişi.
- Nefs-i merdiye: Tecceli vuslat ediş.
- Nefsi kamile: kurtuluşa ulaşıyor kişi ermiş kişi oluyor mürit.
Bunları anlattı dekan
Huşu ile dinledik.
Soru sormak geldi aklıma.
Bu tür toplantılarda hep dinlenir.
Sorulmaz soru.
Sorulursa hoş karşılanmaz.
Soru sorulmazsa nasıl gelişir insan.
Sordum adama;
Tasavvuf hicretten 250 yıl sonra
Ortaya çıkan bir olgu,
Bu olguyu, Kur’andan ayetlerle ispat çalışması yapmak,
Gazali, Esari, Selefi mantığı gibi
Geldi bana.
Doğru mu düşüncelerim?
Bu birinci soru.
İki:
Mehmet Akif Ersoy
Tasavvufa “Tatlı Şıra” diyor
İslam dışı buluyor, Ne diyorsunuz?
Üç:
Bence tasavvufu,
Ahilon adlı filozofun M.Ö.2 yüzyılda
Eflatun ve Aristo’yu yorumlayıp,
Bu yorumu Tevratla buluşturması ile ortaya çıkan bir olgudur.
Bu olgu Yahudi Kabalasını (Tasavvuf) oluşturmuştur.
Muhiddin Arabiler filan kabaladan etkilenmiştir.
Diye düşünüyorum
Ne dersiniz?
Aldı mikrofonu Dekân.
Verdi kendince sorularıma
Azarlayarak cevap.
Sinirlendi adam.
Soru sorulur mu hoca adama.
İlim adamı olsa neyse?...
Dedi ki…
“M. Akif Ersoy modernist felsefeden
Etkilenmiştir. Düşüncesinin yoktur önemi…
Tasavvufun Aristo ve Eflatunla yoktur ilgisi.
Kur’anda vardır hepisi.
Selefi, Eşari mantığına göre
Yaptığı açıklamayı kabul etmedi “
Adam.
Kızdı bana.
Attı fırçayı.
Dinleyicilerden bir yerde müdür olan bir Adam.
Haykırdı oradan.
“Çok sinirliyim şimdi BEN.
Ne güzel dinledim dekanı
Bozuldu havam”
Mosmosdu yüzü, fırlamıştı iki gözü
Nerde ise beni Kafir edip,
Kılıç sallayacaktı başıma.
Başımı zor kurtardım
2016 ya girerken,
Tasavvuf sohbetinden.
Söyle düşündüm bir an.
Güneşin altında ana renler
Ara renkler var.
Sadece kara rengi gören karanlık
Göz.
Bu göze göre tek renk olmalı alem.
Başka renklere yok tahammül
Kara kapkara olmalı tüm renkler
Farnsa’nın Comber tarihi kenti
900 renkle ışıklandırıldı
Rengarek,
Hava, Ateş, Su toprak öğeleri
Dikkate alınarak ışık tasarımcılarınca
Tasarlandı, ışıkla mutlulukla girdiler
Yeni yıla.
Batı beyni 900 rengi görüp ayırt ederken,
Atatürk’ün Türkiye’sindeki;
İnsanımsı canlıların,
Tek renkten başka renkleri
Algılamaması ne acı
Ya Rab…
Bir ideolojiye iman edip
İmanı pekiştirmek için
İmanî eserler okursan
Okumuş cahil olursun.
Bu cahalet okuyarak elde edilir.
Okumuş cahillerin ülkesi mi oluyoruz?
Acaba diye düşündüm,
2016’ya girerken.
Demiş ya, Einstein
“ Atomu parçalamaktan zordur
Ön yargıları değiştirmek”.
İşimiz zor be kardeşim.
İleriye adımlarken, bu kafalarla
Yalnız unutulmasın
Zafer
Aydınlığındır
Her zaman.
Bundan sonraki ,
İki yazım
Tasavvuf olacak.