TÜRKOLOG

Türkistan’da Şiiliğin Çıkışı,  Şah İsmail ve Babür.

Babür Kabil çevresindeki Afganistan topraklarına ilkbaharla beraber akınlar düzenledi. Çok büyük ganimetler topladı. Ganimetlerden Babür’ün payına  on altı bin baş hayvan düştü. Baykara diyarı Herat’tan ciddi haberler alıyordu. Şehbani kırk bin kişilik bir ordu ile Herat’ı kuşatmıştı. Baykara’nın geçimsiz taht düşkünü oğulları Herat’ı koruyamamıştı. Şehbani muzaffer adımlarıyla hedeflerine yürüdü. Timur’un varisleri ailelerini korumanın telaşına düştüler. Fakat ailelerini kurtaramadan kaçtılar. Mayıs 1507 yılında Herat Şehbani’nin elindeydi. İmparatorluk ailesine mensup şahısları   yani kadın ve kızları komutanlarına dağıttı.  Şehbani düzenli disiplinli bir adamdı. Erken kalkıyor. Beş vakit namazını kılıyor, vecdi ile kur ’anı okuyordu.İyi bir şairdi. Türkçe güzel şiirler yazıyordu. Askeri seferlerinde kütüphanesini yanında götürüyordu. ( Şehbani Özbek hükümdarı)

 Timurlu soyundan son hükümdar Bediüzzam Osmanlıya sığındı, on yıl sonra İstanbul’da öldü. Diğer oğulları Horasanda yakalanıp öldürüldü. Timurlulardan sadece Babür kalmıştı. Argunlar adıyla anılan güçlü bir Türk  aşireti Herat’a bağlı olarak Afganistan’ın Kandahar kentinde hüküm sürüyordu. Babür Kandahar’a giderek Şehbanin müşterek düşman olduğunu beraber hareket etmelerinin gerekli olduğunu reislerine anlattı. Kabul ettiremedi. Hemen Kandahar’a sefer düzenledi. Askerleri dağılmış bin kişi kalmıştı, amma çok düzenli ve eğitimliydiler. Babür düşmanın kuvvetini hatıratında dört bin olarak tahmin ediyor, çetin bir savaş oldu. Şehir kansız bir şekilde teslim oldu der Babür. Hazineyi ganimet olarak aldılar zengin bir hazine idi. Babür Kabil’e döndü. Şehbani hemen gelip Kandahar’a hakim oldu. Dökülen kan hep Türk kanıydı, Bozkırı suluyordu. Tehlike Kabil içinde söz konusu olmuştu. Babür kabil ’den çıkmalıydı.Bedahşan’a veya Hindistan’a gitmeliydi Hindistan üzerinde karar kıldı. 1507 yılında hiç hazırlığı olmadan mahiyeti ile beraber doğuya yöneldi. Çok az yol almıştı ki, Şehbani’nin çıkan bir isyan üzerine Herat’a gittiğini öğrendi. Babür’de Kabil’e geri döndü.  Timur’un varisi olarak padişahlığını ilan etti.

 Babür Sakin bir kış geçirdi. Asil ve soylu olmayan çok sevdiği eşinden bir oğlu oldu ona Hümayun adını Verdi.  Eşine Mah’ım diye hitap ediyor, güzelliğini Türklerde kutsi olan Ay’a benzetiyordu. Yıl 1508 tarihini gösteriyordu.

İlk baharda Babür’ün ordusunda bulunan Moğollarda hoşnutsuzluklar belirdi. Moğollar Babür’ün padişahlığı tanımıyorlardı. Ordudaki asker sayısı beş yüz kişiye düşmüştü. Çok az bir kuvvetle Moğollarla çarpıştı. Beş kişilik bir asi gurubu tek başına yere serdiğini hatıralarına kayıt etmiş. Ayaklanmanın sorumlusu olan kuzenini af etti. Fakat daha sonra aynı şeye tevessül edince onu idam ettirdi. Babür Timur İmparatorluğunun batı yakasını temsil ediyordu .Şehbani ’de Doğu yakasını kontrol ediyordu. Şehbani  Timur soyundan değildi.  Bir tarikat şeyhinin oğluydu. Karahanlı Türkleriyle kabul edilen İslam Türkistan coğrafyasında   fikri ve imani ayrılıklara sebep olmuştu.Arap işgallerinde köle edilmiş bir Türk ‘ün oğlu olan Ebu Hanife İslam dininin hukukunu oluşturmuştu. İslam sosyal hayata nasıl adapte edilirdi. Bu kuralları kendi kültür dünyasına göre tespit etmişti. Bu tespite hukuk manasına Arapça Fıkıh denmişti. Ebu Hanife’nin Fıkıhını doğru bulmayan Maliki,Hanbeli,Şafi imamlar da kendilerine göre fıkıh oluşturdular. Bu hükümlere şeriat dendi. Oluşturdukları kurallar Tanrı emri idi uyulması mecburi idi. Karşı gelenler zındık,mürtet,rafizi, kameti  Şii vs.idiler. Onlar dinsizdi öldürülmeleri Tanrının insanlara verdiği emirdi. Hâlbuki Hz. Muhammet Medine de kurduğu Arap Devletini Kur’an hükümleriyle değil, Aklın ürünü olan Medine sözleşmesi ile yönetmişti. Türk’ün inandığı imani esaslar o’nun coğrafyasını kan gölü haline getirmişti. İmamların dini dünyaya uyarlama  uygulaması huzur getirmemişti.10.ncu asırdan itibaren bu uygulamaya tepki tasavvufi tarikatların doğmasına sebep oldu. İlk İslami Tasavvuf algısı Hicri 250 yılında Bir Türk yurdu olan Horasanda görüldü. Harun Reşit oğlu Anası Türk halife Me’mun Dar-ül Hikeme adıyla kurduğu bir kurumda  antik düşünce metinlerini tercüme ettiriyordu.Haifenin bu teşebbüsü canına mal oldu. Yobaz Hanbeli mensupları tarafından 835 yılında Tarsus’ta bıçaklanarak öldürüldü. Din adına kan devam ediyordu. Dar ül Hikeme deki tercüme faaliyetlerinden İslam aydınları Antik felsefeyi tanımışlardı. Eflatun ve onun tilmizleri hoşlarına gitmişti. Onların felsefi algılarıyla İslami bir tasavvuf algısı ortaya çıktı. Tek Tanrılı dinlerdeki tasavvuf algısının mimari Yahudi filozof Philon’dur. M.Ö.25-ms.50 yıllarında yaşayan Eflatun felsefeni yorumlayarak Yeni Eflatunculuk adıyla bir felsefi akım oluşturan Philon  ve ardılı Plotinos  (m.s.209-273 ) Ruhun ölmediğine inandı. Ruh göçüne  reenkarnasyona inandı. Evrenin ruh olduğunu düşündü. Şaman ve Brahmanizm algısına benzer bir Tanrı algısı düşündü. Bu düşünce İslam tavvufuna uygulandı. Artık Türk dünyasında  inanç dünyası eylemlerimize şekil veriyordu. Bu şekil Türk kanının akmasına sebep oluyordu.

Müslümanlıkta ruhban sınıfı yoktur. Sade ve anlaşılır kuralları olan bir dindir. Bütün Müslüman olan kişiler birbirleriyle kardeştir. Tanrı karşısında herkes eşittir. İbadet kişiseldir. Yer yüzü mabettir.. Tanrı ile kul arasında bir aracı yoktur. Bu sade algı zamanla bozuldu. Bazı insanlar mukaddes sözün arkasında derin manalar olduğunu söyleyip kafa karıştırdılar. Ruhani tefsirlerde bulundular. Halkı etkilediler. Dediler ki ;    Gerçeğe yani ilmî-i ilahiye ulaşmak için,  gönüllerde Tanrı aşkı olmalı, inzivaya çekilmeli, dünyevi işlerden feragat edilmelidir. Ancak bu yol ile Kamil-i mutlağa ulaşılır, Vücut-u mutlakta  kişi erir, böylece kişi Tanrı olur Yani ana varlıkla bütünleşir. Bu anlayış Brahmanizm algısıyla aynıdır. Bu dini algı m.ö.1500-500 yılları arasında çeşitli mezhep ve dini dönüşümleriyle Hindistan’da  meydana çıkan bir din. Türkistan’da  meydana çıkan bu algının öncülerine  sofi  dendi. Sofiler göre ; dünyadaki bütün  canlılar, cansızlar ve ameller vücut-u mutlakta südur eder.Herşey fanidir. İyilikte kötülükte Vahdette birbirine karışır. O halde Tanrı hem iyilik hem de kötülük vasfını bünyesinde barındırır. Bütün yaratıcı faaliyetlerin sorumlusu Tanrı olduğuna göre .kişi dünyadaki iyi ve kötü olarak tasavvur edilen eylemlerinden dolayı, Tanrıya karşı sorumlu değildir. Fikirler bu noktaya gelince sofiler arasındada fikri ve imani ayrılıklar baş gösterdi. Sorumluluk ve irade problemindeki ayrılıklar, birbirleriyle çatışan kavga  eden  çeşitli tarikatların doğmasına sebep oldu. İsmail’i ve Mutezile anlayışları, Tanrı’nın var olduğunu ,ebedi olduğunu, kadir-i mutlak olduğunu savundular. Onlara göre, varlık, O’ndan ayrı değildir. Ebediyet ve kudret-i külliye  O’nunla yekvücuttur.

    Münzevi bir hayat yaşayan bu fikirlerin sahipleri sofiler zamanla etraflarına taraftarlar toplamaya başladılar. Bu sofiler mucizevi şeylerde gösteriyorlardı. Gelecekten  haber veriyorlar, rüya tabirleri yapıyorlar, bu tabirler doğru çıkıyordu. Bu sofiler zor sorulara cevap buluyor bazen mucizevi şeyler göstererek korku ile karışık müritleri üzerinde derin bir otorite koruyorlardı. Bu şekilde insanlara otoritelerini kabul ettiren   veliler  etraflarında insanları toplayarak toplumda otoriter birer güç haline geldiler. Her tarikat kendi kurallarını koydu.Müridlerinden mutlak itaat istediler.Müridler, kati ve katı kurallara cennet özlemiyle katlandılar. Şeyhin kurduğu sisteme göre  zikrederek çile doldurmaya başladılar. Tanrı ile kul arasına tarikat şeyhleri girdi. Hicri 245 yılında Mısırda doğan El Mısri ; ‘’ Kur’an  Mahluk değildir ‘’(  İslam Ansiklopedisi.) dediği için çetin eleştirellere   uğradı. O’na göre ; ‘’ sema ve musiki  Tanrının ilhamıdır. Kalpleri Tanrı’ya yönlendirir.’’ 8 İslam Ansiklopedisi.) Halbuki şuara suresinde musiki ve şiir hoş karşılanmaz El Mısri ’den etkilenen  Horasanlı  El- Bestami  (804-874)  Zerdüşt bir babanın  oğludur. Sarhoş sofi olarak ün salmıştır.  Dünyevi arzularını terk ederek bir züht hayatı yaşamıştır. Anadoluyuda etkileyen  Melamilik ve Kalenderilik tarikatlarını öncüsüdür. Bu konuda ciddi araştırmaları Abdülbaki Gölpınarlı yapmıştır. Gölpınarlı Kalenderilik ve Kalenderiler kitabının 126.ncı sayfasında anlatır. ‘’..Bir Kalenderi bir müderris  mürşidi oğlan çocuğu ile halvet halinde iken, çocuğun ipek uçkuru müderrisin baldıra dokunmuş. Çek lan uçkurunu mübarek vücudumu mundar ettin demiş. İnanca göre ipek ve altın haram. Tarikatların genelinde tekkelerde afyon alışkanlığı vardır. El Bestami ‘’ Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır’’ demiştir. Bu düstur üzerine insanlar her yüzyılda bir gelerek gaipten haberler veren kişileri beklemişlerdir. İslam’ın özünde böyle bir şey yoktur. Cüneyt-i Bağdadi ( 830-910) ile sofi algısı  gelişmiş, Hallaç-ı Mansur (858-922) ve Nesimi’nin (  1369-1417) derileri diri diri dinsiz diye  islam fıkıhı gereği bu züht anlayışından dolayı yüzülmüştür. Tasavvuf ve sofi algısı Şeriat’ın katı ve acımasız kurallarına karşı tepki olarak doğmuş insanı merkeze alan din görünümlü felsefi bir algıdır. Şeriatta merkezde korkutucu Tanrı vardır.Tasavufun temel ögesi insan ve sevgidir. Yunus Emre; 72 millete aynı gözle bakabilen kişiyi insan kabul etmiştir, tüm yaratılanı yaratandan ötürü sevmeyi öğütlemiştir. Amma dinde hep Molla Kasımlar hakim olmuştur.

       13 asır sofi tarikatların ortaya çıktığı bir asırdır. İslam’da dini otoriteden bağımsız olarak geilişmişlerdir.İslamda dini otorite halifedir. Batıda aynı asırda gelişen dilenci tarikatlar papadan onay almışlardır. Katolikliğin bünyesinden önemli iki  dilenci sofi tarikat çıkmıştır. ,

 1_ Dominikan Tarikatı:1216 tarihinde Papa 3.ncü Honorius tarafından onaylanan bir Katolik tarikatıdır. Cehaletle savaşmak için kurulmuştur. Bu tarikattan Ünlü kilise babaları ve filozoflar yetişmiştir. 13 asırda tüm Hristiyanlık alemine yayıldı. Bu tarikat engizisyon görevini de yerine getirdi. Müslümanlık ve Yahudilikle savaştı. 1492 Elhamra Kararnamesi ile  Müslüman ve Yahudilerin İspanya’dan sürülmelerini sağladılar. Dominikan kilise babası  Thomas Agunius  (1225-1274 ) tasavvuf algısında Endülüslü Muhiddin Arabi’den (1165-1240) etkilenmiştir.Descartes’de ( 1596-1650) bu tarikatın mürididir.30 Yıl savaşlarında Lütteryanlara karşı savaşmıştır.
 2- Fransisken Tarikatı :Dominiklerden daha esnektirler, yoksulluk içinde dilenerek yaşarlar. Tarikatın kendine ait kuralları vardır. İncilin hükümlerini  gönüllü olarak yaymaya çalışırlar. Tarikatları 1223 yılında papa Honorius tarafından onandı. Bu tarikattan önemli filozoflar çıkmıştır.  Roger Bacon (1214- 1292) Oakhamlı  William  (1285-1347) Bu tarikatalar ve Hristiyan düşence sistemi Bertnand Russel’in ( 1872-1970)  Felsefe tarihinde ve Max Beer ‘in  ( 1864- 1943) Sosyalizm ve Sosyal mücadeleler tarihinde detaylı bir şekilde anlatılmıştır.

              Batıda gelişen tarikatlar dinin özünden kopmadan düşünce ürettiler. Hiçbir kişi kendisini İsa’nın sülalesine bağlayarak dinsel pirim toplamaya tenezzül etmedi. Tanrı olarak kabul edilen gücü anlamaya çalıştılar ve sorguladılar. Onun için batıda yetişen filozofların geneli din adamıdır. Papaz veya hahamdır. Müslüman alemindeki ermişler ,dervişler seyitler kendilerini peygamber soyuyla ilişkilendirme yarışına girdiler. Özgür düşünce gelişmedi. Nakiller ezberlenip tekrar edildi.

           13 asırda  Erdebil’de ortaya çıkan  Safiyüddin Erdebili’nin ( 1252-1335)  kurmuş olduğu tarikat’ da gücünü ,yedinci İmam vasıtasıyla  soyunu Peygamberin damadı Hz. Ali’ye dayandırır. ( İmamlarla ilgili geniz bilgi için bakınız M.Yellice ,İran ve Turanın Derinlerinde sf. 120-124. ) Erdebil’de bir tarikat kurdu. Hasan Sabbah’ın mekan tuttuğu Alamut kalesine yakındır. Tebriz şehrine 220 kilometredir.26 Mayıs 2015’te  Tebriz’den hareketle Erdebil’deki Şah İsmail sarayını gezmiştim.( Geniş bilgi için  M. Yellice. İran ve Turan’ın D erinlerinde kitabımızın  113 120 sayfalarına bakınız.) Safiyüddin  kendi soyundan insanlarla tarikatını güçlü kıldı. 15 asra gelindiğinde  disiplinli  silahlı on bin kişiden oluşmuş, kendine  Şeyhine ve tarikatına adamış insanlardan kurulu korkunç bir güç haline geldi. Safiyüddin’nin dördüncü batından torunu  Uzun Hasan’ın kız kardeşiyle evlendi. Uzun Hasan Mezopotamya   batı İran’a hakim olan  Akkoyunlu Türkmenlerinin güçlü hükümdarıydı. Başkent olarak Diyarbakır ve Tebriz’i   kullandılar. Bu devlet  1378- 1508  yılları arasında  174 yıl yaşadı. Uzun Hasan’ın oğlu Haydar  Trabzon’daki son Bizans  İmparatoru  İoannis Komminos ‘un torunu Martha ile evlendi. Haydar ölünce, İmparator  Türkmen aileyi tehlikeli bularak  onun soyundan gelen herkesi öldürdü.  Bir yaşındaki İsmail kurtarılarak bir ormanda saklandı. On üç yaşına gelince 1500 lü yıllarda yedi arkadaşıyla beraber  Tarikat taraftarlarını ve  Yedi büyük Türk aşiretini etrafında topladı.  Babasını öldüren Şirvan şahlar devletinin  kralını öldürdü. Bakü’ye girdi. Tebriz’i aldı. 1501 de taç giydi. Yedi yıl  içinde Akkoyunlu devletine son verdi Şiraz’ı aldı. 21 yaşına geldiği zaman  1.300.000 kilometre karelik bir ülkeye sahip oldu. Bu koca Türkmen, Şah İsmail olarak anıldı. Korkulu rüyası Osmanlı Türk’ü Yavuz Sultan Selim  37  yaşında idi. İki delişmen Türk Birbirinin korkulu rüyası idi.

         16 yüzyılın başlarına  Dünyanın en büyük imparatorluklarını  Tür soyundan hanlar yönetiyorlardı . Osmanlı Türk’ü yavuz Sultan Selim, Şah İsmail, Babür şah, Özbek Türk’ü Şehbani, Hüseyin Baykara hakim oldukları coğrafyalarda büyük İmparatorluklar  kurmuşlardı. Şah İsmail 23 yaşında iken hazinesi ağzına kadar doldurmuştur. Şah İsmail ; ‘’ asil görünüşlü, yakışıklı, kız gibi zarif, geyik gibi hareketli, sarışın geniş omuzlu, iyi bir okçuydu; Bakışları bir şef bakışı idi. İntikal kabiliyeti yüksek, sevimli tavırları olan fakat yırtıcı tabiatlı bir insandı. Askerleri onu taparcasına severlerdi. Doğuda Şehbani Devletinin sınırına kadar ulaştı.’’  Fernand Grenard  Babür sf.95.96.) Özbek Yağmacıların durdurulması için Şehban’iye gönderdiği elçiler ellerinde bir derviş çanağı birde değnekle döndüler. Şehbani küstahça davranmıştı. Baba mesleğin dervişliği yap erkek işine karışama manasına geliyor savaş ilan ediyordu. Yıldırım Beyazıt’ın Timur’a yazdığı mektupta küstahçaydı,Ankara savaşı ile rövanşı alınmıştı.  Şah İsmail bu küstahlığı af etmedi  1510 yılının ilk baharında saldırıya geçti Büyük bir Özbek ordusunu bozguna uğrattı Merv yakınlarında Şehbani öldürüldü.’’  Ceseti parça parça edilip ülkesinin her yerine dağıtıldı. Herat şehrine girdi. Hutbenin Şii usullere göre okunmasını istedi. Hatip sünni usule göre okudu, oracıkta vücudu pare pare edildi. Şeyhülislamı çağırdı Halkın önünde Üç halifeyi suçlamasını istedi. İsteği yerine getirilmeyince Şeyhülislamı kendisi oklayıp öldürdü. Sonra cesedi bir ağaca bağlayıp yaktırdı Şiilik zulmedilerek tüm imparatorlukta  yayılmaya başladı..  Sünni  Şehbani’nin mağlubiyeti  zulmü dahada arttırdı.‘’(F .Grenand sf.97.) Şah İsmail’in imparatorluğu 2.800.000 kilometre karelik bir alana yayılmıştı. Kafkaslardan  Tanrı Dağlarından Hint okyanusuna kadar olan   coğrafya zaten eskiden Turan coğrafyasıydı. Şimdi Türkçe konuşan Şiiliğe kendini adamış bir şahın kontrolünde idi. Bu başarı doğrudan doğruya şiii’ liğin başarısı, Sünni Türklerin yenilgisi idi. Din adına Türk tarihinde en büyük savaşı Türk Türk’e karşı vermişti. Safevi sarayında resmi dil Türkçe idi. Osmanlı Sarayına Arapça, Babür Çağatayca konuşuyordu. Türk soyunun birbirlerine karşı duyduğu şiddetli kinin sebebi inandıkları dindi. İran’da Şiilik halktan gelerek benimsenen bir dini algı değildir. Şiilik zorla kabul ettirilmiştir. Tıpkı Türklerin ilk Müslüman olmadan önce Araplar tarafından  uğradıkları Talkan ve Cürcan katliamları gibi! Katliamı defa din adına ,Türk Türk’e yaptı .  Safiyüddinin suni torunu ailenin ilk Şii’si olmuştur. İran mitolojisi de İslam’a adapte edilerek yeni bir inanç sitemi doğdu. Halifeliğin Hz Ali de olduğunu üç halifenin gaspçı olduğunu, Halifeliğin babadan oğula sürüp gitmesini savunuyorlardı. Üçüncü İmam Hz .Hüseyin son Sasani imparatoru  3.Yerdigert ( 632-651)    Araplarca esir edilen kızı  Bibi Şah Banu  ile evlendi. Kerbela olayında kadını ve çocuğunu Pers komutanlar kaçırıp Tahran yakınlardaki bir mağarada sakladılar. Bibi Şah Banu’nun o zaman kucağında  Zeynel Abidin vardı.. Zeynel Abidin’in oğlu  Muhammer Bakır beşinci imamdır (M.Yellice aynı eser sf.120). Onun çocukları imamları devam ettirdi. Hepsi iktidarla sürtüştüklerin öldürüldüler. Son imamda Mehdi olarak bekleniyor. Safaviler Ali ve Ali soyuna çok bağlı idiler. Kendilerini ‘’ Ali’nin kapında bir köpek olarak algıladılar.’’ Saklı imam yani Mehdi için devamlı ağırlarında koşumları düzgün eyerli bir at bulundururlardı.

NOT: Bu Yazı Hazırlamakta olduğumuz  Babür şah ve Hindistan adlı kitabımızdan alınmıştır.

 

Kaynaklar

  1. Fernand Grenard Babür  Mili Eğitim Basım evi. İstanbul. 1971.

       2- Muharrem Yellice İran ve Turanı Derinlerinde  Platanus yayınları. Ankara 2020.

      3-Barthold V.V.Orta Asya Türk Tarihi hakkında Dersler  Kültür Bakanlığı yayınları.1975.

      4-Roux J.P. Türklerin Tarihi Büyük Okyanustan  Akdeniz’e iki bin yıl. Milliyet yayınları.1995

     5-Taberi  Milletler ve Hükümdarlar Tarihi  Milli eğitim Bakanlığı yayınları. Ankara 1963.

    .6- İbn ül Arabi  M. Füsus’ül Hikem Kabalcı yayınları 2013.

      7-Gerard CHALİAND  Göçebe İmparatorluklar Doğan kitap .İstanbul.2001.

Yayın Tarihi
03.04.2021
Bu makale 2889 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!