TÜRKOLOG

Kızılbaş Türkler

 

Beş yüz altmış sayfalık bir kitabı sıcak bir temmuzun 19’unda saat 13.15 de bitirmişim. Yıl ikibin dokuz. Son sayfaya böyle not düşmüşüm .Kitabı okuduğum mekan  Antalya’nın Beydağlarında bir orman köyü. Benim köyüm devlet tarafından tabelası bile yok. Dikilmemiş adsız köy … Haritalarda adı var; Gölcük köyü… Rakım 1400 burada doğdum. Burası her damlayan su başına birer ikişer evin yapıldığı dağınık  bir orman köyü. Yolunu 2002 de ben yaptırdım. Elektrik için uğraşıyorum. Elektrik iki telle  ağaç direklerle geliyor  evlere fersiz. Üç tarafı dağlarla çevrili, kuzeyde Yellice Dağı, Ala dağ , batıda kara yaka, sedir ve cam ağaçlarıyla kaplı , doğuda Kaplangu dağı,  ,Antalya  Kemere bakar,1900 metrelerde Likyalıların gözetleme kuleleri var üzerinde… Likya köylüleri korsanlara karşı gözlem evi kurmuşlar… Kemer’den çıkacak korsanlara karşı denizi gözlüyorlar… Güney doğuda  Teke dağı.  Haşmetli ulu bir dağ…Eteklerinde köyümün seyrek evleri görünüyor  benim evimden.   Güney namütahi 60 km  de Kumluca’ nın  denizi görünüyor…

Tek katlı ahşap evimin önünde yeşillikler içinde…  Domat, biber, fasulye ve süs bitkileri… Sessiz bir ortam. Sadece cırcır böceklerinin ateşin sesleri sessizliği bozuyor. Böyle bir zaman ve mekânda, bitirdim değerli dostum, Nihat Çetinkaya’nın  “ Kızılbaş Türkler” adlı  kitabını…

Öğrencilimde tahminen 1970’lerdeDoğu Türkistanlılar derneği başkanı Yusuf Ziya Alptekin’i Cağaloğlu’ndaki’ dernek binasında ziyaret etmiştim. Masasında Metehan’ın “ “Nerede bir Türk varsa orayı candan seveceksin” özdeyişi vardı. Bu söz  benim  fikri gelişimime  ışık olmuştu hep. Ömrümün önemli bir bölümünü ,Türklüğü tanımak o diyarları gezip anlamakla geçti . Türklerin yaşadığı toprakları kendi öz vatanımız gibi algıladık… Yıllarca “esir Türkler” kavramını dillendirdik 1990 yılında perde yırtıldı  oraları görebildik. Şimdi Türkistan coğrafyasında bağımsız Türk Devletleri var artık..  Doğu Türkistan   1949 yılında işgal edilmiştir. Türkler Türk oldukları için katliama uğramışlardır. Doğu Türkistan ,Kaşgarlı Mahmut diyarıdır.

Türkistan ve Türklük davasının sancılarıyla 1969-1971 yıllarında  Türklük mücadelesi verirken beraber olduk Nihat Çetinkaya ile… Rus ve Çin emperyalizmin uşakları amansızca saldırıyorlardı bize… Bu saldırılarda Yusuf İmamoğlu’ nu  kaybetmiştik… Edebiyat Fakültesi koridorlarında yemişti kurşunu… Al kanı sulamıştı İstanbul Türkoloji koridorlarını… Açlığımıza, yoklukluğumuza ,yoksulluğumuza rağmen ,Türk’ün ve Cumhuriyetin düşmanlarına karşı kenetlenmiştik. İDEALİSTÇE… İmamoğlu nun cenazesi muhteşem olmuştu… Kortejin bir ucu Beyazıt, bir ucu Eminönü’ndeydi cenazeyi .Yalova’ya  gönderdik., Böyle görkemli bir cenazeyi kendi özüm içinde özlemiştim. Dua ettim Tanrıya;  ‘’ vatanım için düşeyim toprağa ülküdaşlarım böyle uğurlasınlar beni Tanrıya” diye el açtım göklere… Cepleri delik, cepkenleri yırtık ülkücüler aç ve susuz saf durmuşlardı şer güçlere o zaman… Hatırlarım arkadaşlarımdan birine para gelmiş … Aksaray  da bir fırına koştuk. Çuvala doldurup getirdik ekmekleri bir kahve köşesine … Üç tane taze somun ekmeğini  bir arkadaş  tek başına üç beş lokma ile yok edivermişti…

          12 Mart muhtırası ile sukuta kavuştu sokaklar.. Mücadele zamanında savaşını veren yiğitler barış zamanında bağlı oldukları teşkilatın genel merkezince dağıtıldılar… Sebep ramazanda Nihat  Çetinkaya  ramazanda sigara içerken görülmüş. Yakışmazmış bize ülkücülere! O günden bugüne  teşkilat yön değiştirdi.  Yeşile meyletti. Geldik bu günlere … Bu günleri besledi bizim mücadele ve akıttığımız kan…

- Yine din mücadelesi – Tarikat mücadelesi – inanç mücadelesi …  Bu mücadelede için 9 yüzyıldan beri  kanının sulamadığı toprak var mı ki,  Türk’ün? 1990 Semerkant’a Şah-ı Zille  mezarlığını gezerken Türbeler sıra sıra dizili  bir tepeye doğru.  Bu türbe mezarları   Emir Timur yaptırmış… Bir Türbe önünde biçare Özbekler gördüm. Evlerinde yaptıkları çörekleri Türbe önüne koyup el acıyorlar  Türbe’nin içindeki adama ! … Hasta çocuklarına şifa için … Sordum  rehbere kimin bu Türbe diye…

            Peygamberin amcası Abbas’ın oğlu Kusem.bin Abbas’mış .Hz. Osman’ın oğlu, Said bin Osman  Horasan valisi iken onunla beraber Türkleri katletmek için sefere katılmış, bir Türk  tarafından burada öldürülmüş.  Yani  Türklerle savaşırken Türkler tarafından öldürülmüş…Oraya Türbesini yapmışlar…Türkler öldürmese o Türkleri öldürecek. Gerekçesi Türkler kafir.Şimdiki Türklerde o’nun ruhundan şifa diliyorlar… Türkler ne zaman Türk olduklarının farkına varırlarsa birey olurlar, Türk olurlar mutlak! Ziya Gökalp demiyor mu.

             “ YÜZDE YÜZ TÜRK OLDUĞUN ZAMAN CİHAN SENİNDİR”… Diye.

      Sevgili Nihat’ın “Kızılbaş Türkler” kitabı, Türklerin inanç uğruna akıttıkları kanın derli toplu bir  hikayesi. Soydaşı Sünni bir gurup tarafından sindirilen, baskılanan  kimliğini saklamak zorunda bırakılan , Türk folklorunu ve Türklüğü bugüne taşıyan Türkmen oymakları…

      Bu dağ ve orman köylerine bu Türkmenler . Nerden nasıl gelip yerleştiler. Doğan Avcıoğlu Türkiye’nin düzeni kitabında  Türkiye’nin 40 bin köyünün olmasını devlet baskısına bağlıyor. Bende o kanaati taşıyorum. Muhakkak ki Abdal Musa, Ümmi  Sinan  vs. gibi Türkmen oymakları 1261 :Kırşehir’de Moğol komutan Baycu Noyan katliamına Mevlevilerin destek vermesi ile Batıya kaçtılar Buralara  devletten kaçıp yerleştiler.  Ergenekon düzlüğünde olduğu gibi  dağlarda çoğaldılar …Devletten zulümden kaçtılar Devlet denince ya vergi geldi akıllarına ya da kırbaç. Fakat hepte devletlerine bağlı kaldılar. 1600 lü yıllarda yine katliama uğradılar. Hırvat devşirmesi Kuyucu Murat Antalya bölgesinde üç yılda 100 bin Türkmen’i öldürdü. Kuyulara doldurdu. Türkmenlerin malına el koydu… Canlarını yok etti…Türkmen  varlıklarını kurduğu vakfa bağlayarak Murat Paşa vakfını kurdu…Antalya’daki en büyük camiyi Türkmenlerden aldığı ganimet olarak algıladığı varlıklarla yaptırdı. Türkmen Torunları şimdi o, camide beş vakit “ Bu camiinin banisi Murat Paşa hazretlerinin ruhunu cennet mekan eyle” diye dua ediyorlar. Ne yapalım  ‘’Kul azmazsa Hakk yazmaz’’…bütün başımıza gelenleri gani gani hak ediyoruz…

        Benim rahmetli anam bana vasiyet etmişti.

-“Tahtacı kızıyla evlenme oğlum … Ömür boyu cünüp kalırsın başka dinden olanlarla evlen tahtacıyla asla” Derdi. Bu hurafeyi anamın beynine sokan hangi iblisti acaba.?

- Bir vasiyeti de “mutlaka Cuma akşamları (Perşembe)mutlak Tütsü koyun , ruhuma ihlas okuyun”derdi.Bu lafta genlerle taşınan bir şaman adeti.

Türkmen anası 12 çocuk doğurarak kırkında uçmakığa uçtu. Akşamları ocaklığın etrafındaki külleri süpürür közleri bir araya toplar, ocağın başına içi su dolu bir bakır ibrik koyardı. Gece ocağı beklemeye gelen meleklerin kirpiklerini bu su ile ıslatacağına inanırdı… Bizim köyde gök açık ve parlaktır yıldızlar ışıl ışıldır gökte… Yıldız kaymalarında , 

-“ Anam benim yıldızım düştü … Her halde öleceğim “ derdi. Yıldızlar ve gökyüzündeki bazı büyük yıldızlara binlerce anlam yüklenmiştir tarih boyunca. Yıldızlar insanların Tanrısı bile olmuştur.    Anam oruçunu tutardı, Ramazanlarda. “Su içtim duruca- Niyet ettim oruca” diye dua ederdi… Beş vakit namaz kıldığını görmedim. Başı Türk anası gibi örtülüydü, o örtüye yazma denirdi… “Al yazması başında, oyaları kaşında” diye melodileri mırıldandığını hatırlarım…

-  Anam bir Türkmen anasıydı… İslam’ı şaman gelenekleriyle algılıyordu. Kaç göç hiç olmadı köyümüzde . Erkeklerle beraber orak biçilir, harman dövülür.  Köyümde hiç iffetsizlik duymadım .Köyümde Tahtacı mezarlığı var  Bir metre yükseklikte taşlarla örülmüş . Niye böyle diye  bu mezarlar diye seksen yaşında Koca Akif’e sordum.

-“ Mezarın üstünden tavşan geçmesin diye mezarı yüksek yapar tahtacılar, tavşanı sevmezler, Tavşan’ Hz. Osman’ın kedisi derler ‘’dedi..

Köyümde hiç tahtacı yok, mezarları var…

Köyümde tahtacıya müstehzi bakarlar…

Psikolojik ve sosyolojik sebeplerini araştırmak gerek…

Kitabı değerlendirmek için kalemi elime aldım. Konu dışı , ve konunun dolaylı içinde olan fikirler bu şekilde dökülüverdi kağıda…

            “Kızılbaş Türkler” kitabı okunması gereken ciddi bir araştırma. 7.Baskı yapmış… Tarafsız bir şekilde Türk tarihinin İslam  sahasındaki acıları kaleme dökülmüş… Her Türk’ün , acıların tekrar edilmemesi için bilgili olma mecburiyeti var .Nereye bir ateş düşse Türk’ü yakıyor. Tarihi boyunca yanıyoruz. Küllerimizden yeniden doğuyoruz. Zümrüt-ü Anka gibi… Türk,  yeniden doğan varlık demektir cihanda . Çok – din çok medeniyet değiştirmemize rağmen gelişerek – devam ediyoruz zamanda… Bu yolculukta yol gösteren, yola ışık tutan kalem erbaplarına selamlar… Nihat Çetinkaya’yı araştırması için kutluyorum

Yayın Tarihi
14.02.2021
Bu makale 3060 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!