Nepal tarihinin oluşumu, bu oluşumdaki etmenleri incelerken M.Ö.VIII.- M.S.III. Yüzyıllar arasında Saka Türklerinin bölgede hâkim unsur olduklarını gördüm. Batılı kaynaklar bu unsurlara Moğol yahut kirati diyor.
Nepal tarihi konusundaki çalışmalar genellikle bölgenin M.Ö 8.yy’dan itibaren Kirati halkının kurduğu irili ufaklı krallıkların hakimiyeti altına girmesiyle başlatılır. Fakat bu halkın da elbette ki köklerini bulmak için M.Ö 50 binlerde Afrika kıtasından gelen yerleşimcilerin önce İndus ovasına oradan da yüksek Himalayaların eteklerine doğru hareket ettiğine dair buluntulara ulaşmak gerekiyor. Hinduizm ve Budizm etkisi altında kurulan Nepal medeniyeti 12.yy’dan itibaren Keşmir ve Ladakh bölgesinden gelen tüccarlar sayesinde İslamiyet’le tanışır. Ve böylece bugün Nepal olarak adlandırılan toprakların yerleşik kültür katmanlarının dini parçaları oluşmaya başlar.
12.yy’da güney ve batı Nepal Memluk kökenli Delhi Türk Sultanlığı ’nın etkisi altına girmiştir. Bu dönemde Türk tarihiyle de ilişkilendirerek bir Nepal tarihi ortaya çıkarmaya çalıştım.
Nepal, nüfusunun %80’i Hinduizm etkisi altında yaşarken yaklaşık 1 buçuk milyon olan Müslüman nüfusun büyük çoğunluğu ise Terrai bölgesinin düz ovalarında yaşamaktadır.
MÖ 1500'lu yıllardan itibaren şekillenmeye başlayan Hindu felsefesindeki toplam yaklaşık 3000 sayfadan oluşan kutsi metinler Vedalar, Brahmanalar, Upanişadları, Destanlar ve Puranalar olarak ayrı ayrı incelenirler ve Hindu kutsal külliyatını oluştururlar. Nepal kültürü ve gelenekleri halkın %80’i tarafından kabul edilen bu inanç sistemi etrafında şekillenir.
Budizm ise her ne kadar bu topraklarda doğmuş olsa da etkisi ilerleyen yıllarda azalmış, 30 milyonluk nüfusun bugün sadece %10’u tarafından temsil ediliyor. Hinduizm içerisinde bulunan bazı katı kurallara tepki olarak ortaya çıkan Budist felsefenin yaratıcısı Siddharta Gautama bugün Nepal sınırları içerisinde Lumbini kentinde doğmuştur. Buna rağmen Budizm ileriki yüzyıllarda Hinduizm karşısında Hindistan topraklarında olduğu gibi burada da ikincil plana düşmüştür. Daha sonraki yüzyıllarda kutsal metinlerin düzenlenmesiyle sistematik bir din haline gelen ve bugün her biri 400 sayfalık 65 ciltten oluşan kutsal metinleri olan bu felsefik-dini yapı Nepal’de özellikle Çin maoist devrimden sonra Tibet’ten kaçan Budist nüfus sayesinde ayakta kalmayı başarmıştır.
(Uphanishad olarak tanınan toplam 108 kitaptan oluşan bu dini metinler, insan beyninin ulaşabileceği en uç ileri sezgileri, en yüce kavramları bünyesinde barındırması açısından dinler ve insanlık tarihi açısından çok önemlidir. Bu metinler; ilk felsefi düşünüşe göz kırpan metinlerdir. Uphanishad’lara göre; var olan hep aynı kalandır.
Bu metinler M.Ö. 800 yıllarında tamamlandı. Bu metinlerin Antik çağ filozoflarını ve yakın çağ filozoflarından Kant (1724-1804) ve Schopenhauer (1788-1860) vs. gibi filozoflara etki ettiği söylenebilir. Schopenhauer, Uphanisadlar için “hayatımı yüceltici, ölümümü teselli edici’’ metinler der.
(Hinduizm; ilk çıkış yıllarında eşitliği, mülksüzlğü savunmuştur. M.Ö. X-VI yüzyıl arasında yönetici Brahminler tarafından insanlar sınıflara ayrılarak Kast sistemi oluştu. Bu oluşuma, Buda’nın tepki vermesiyle yeni bir din doğdu. )
ARYAN TEZİ
Orta Asya’nın kimin anavatanı olduğu üzerine yürütülen tezler 18.yy’dan itibaren tarihçilerin ilgi alanı olmuştur. Özellikle coğrafi keşifler ve onun sonuçlarına bağlı olarak gelişen sömürge düzeniyle Avrupalıların özellikle Asya kıtasında söz sahibi olmaya çalışmaları sonucu dönemin şartlarıyla paralel olarak farklı tarih tezleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Sömürge düzenlerinin parçası olarak kendi meşruiyetlerini antropolojik tarih tezleri üzerine kurmaya çalışan batı dünyası modern medeniyeti kuran saf ırk ideolojisinin temellerini Asya kıtası halkları üzerinde aramıştır. Bu konuda “Aryan ırkı” tezinin son 300 yıllık süre içerisinde antropolojik ve dilbilimsel çalışmalarla desteklenmesi sonucu batı menşeili bugünkü resmi tarih tezi ortaya çıkmıştır. Bugün kabul edilen Aryan tezinin Hinduizm içindeki yüksek ruhban sınıfını da içine alarak onu ayrıcalıklı bir konuma sokmasıyla destek bulması ,hakim din olarak kabul edilen Hinduizm tarihinide meydana getirir
İngilizlerin Hindistan üzerinde kurduğu düzen 18.yy’da Hindistan’daki Sanskritçe metinler sayesinde bu dilin çözümlenmesiyle ideolojik temeller bulmaya başlamıştır. Sanskritçenin Avrupa dilleriyle olan filolojik benzerlikleriyle ortaya çıkan-yaratılan Hint-Avrupa dil ailesi sadece Hindistan tarihini değil tüm Asya’nın tarihini ilgilendirmeye ve etkilemeye başlamıştır. “Hint-Avrupalılar”, “İndo-Germenler” veya ırkçı kesimlerin daha çok tercih ettikleri isimleriyle “Âriler” veya “Aryanlar” adı verilen bu topluluğun binlerce yıl önce büyük bir medeniyet kurduğu ve göçlerle dünyaya medeniyetlerini yaydığı iddia edilmiştir. 19.yy’da hakim olan tüm medeniyetlerin kutsal kitapların dile getirdiği şekilde tek bir noktadan dünyaya yayıldığı tezine karşı ilk defa alman Arkeolog Gustav Kosina(1858-1931) Ari ırkı kavramını ortaya atmıştır. Bu teze göre ata toprakları Özbekistan ve kuzey Afganistan bölgeleri olan Ari adı verilen bir halk iklim şartlarından dolayı Orta Asya’dan göç etmeye başlar ve bir kısmı doğuya bir kısmı da batıya geçerek bugünün büyük medeniyetlerinin kurulmasına öncülük ederler. Buzul çağının sona ermesiyle birlikte hayvanları evcilleştiren, atlı savaş arabalarını geliştiren çeşitli metalleri kullanmayı öğrenen bu halk güçlü önsezileri ve yönetsel becerileriyle diğer halkları boyunduruk altına almış ve onları yönetmiştir. Ve bu da onların doğuştan üstün zekalı oldukları varsayımıyla desteklenmiştir.
Avrupalının diğer ırk ve soylardan üstün olduğu tezi filozof Montesquieu (1689-1759 ve Pedagog JJ. Rousseau (1712–1778) tarafından işlenerek Avrupalı’nın beynine nakşedilmiştir.
Yunanlı filozof Eflatun’da (M.Ö. 427– 347); Yunanlıların üstün ırk olduğunu iddia ediyordu, felsefeyi dini kirleten bu filozof tarihi de kirletiyordu.
Charles Morris, 1888’de yayınlanan Aryan Race its Origin and its Achievements (1888) adlı eserinin 72 ve 74. sayfalarında “bedensel yeteneklere sahip ama düşünsel zekâsı geri olan Zenciler ve Mongoloid ırkların aksine Aryanların mimari, teknolojiyi felsefeyle birleştirebilen bir yeteneğe sahip olduğunu” iddia etmiştir.
Aryan teorisyenlerine göre “Âriler bütün diğer halklardan üstün, sakin ve sağlam karakterli, sürekli çabalayan, düşünsel açıdan parlak, uzun boylu, açık tenli sarışın bir ırktılar” Hindistan’ın yüksek dinî kast sınıfı olan Brahmanların diğer kastlardan olanlara göre daha beyaz olması da Ârilerin üstünlüğünün kanıtı olarak görülmüştür. G. V. De Lapouge 1899’da “Brakisefaller (Türkler, Moğollar) muhtemelen hâlâ maymun gibi yaşarken, Ârilerin ataları buğday yetiştiriyordu” diye yazmıştır.
Avrupa’da gelişen bu tarih yazımına karşı Türk tarih tezi de 1932 yılında yapılan 1.Türk Tarih Kongresinin açılışında Afet İnan tarafından şu şekilde cevap bulmuştur: “Orta Asya’nın medeniyetin beşiği olduğunu Avrupalı âlimlerin de kabul ettiğini; ancak bu medeniyeti oluşturan gerçek Ârilerin Türkler olduğudur” Afet İnan bu cevabında Ari kelimesinin etimolojik köklerini Avrupa dillerinde değil öz Türkçe’de aramak gerektiğini söylemiştir. Türk tarihi kuramcılarının bir kısmı gerçek Ari ırkın Türk ırkı olduğunu ve özünde göçebe olmadığını yerleşik hayat konusunda binlerce yıllık bir geçmişe sahip olduklarını fakat buzul çağın sonuyla birlikte tüm Asya’yı etkisi altına alan kuraklığın bölgedeki tüm halkları göç etmeye zorladığını söylerler. Güneş Dil Teorisi kuramı 1937’deki 3.Dil ve Tarih kongresinde de tartışılmıştır. O dönemin önemli dilbilimcileri de kongreye davet edilmiş ve Türkçe’nin Avrupa dilleriyle bağlantısı hatta Hint –Avrupa dillerinin atası olduğu ve gerçek ari ırkın Türkler olduğu tezi üzerine geliştirilen kuramlar geliştirilmiş ve sunulmuştur.
Bununla birlikte Aryan teorisyenleri bu göç olayını Aryanların yönetme becerisini güçlendiren, onlara ata binmesini, atlı savaş arabaları yapmayı öğreten, onlara savaşmayı ve yönetme kabiliyetini veren daha doğrusu zekalarını kendi üstünlüklerini kurmak için geliştirmeye yarayan yararlı bir olgu olarak algılamışlardır. Bu nedenle Aryanların anavatanlarını bırakarak tüm dünyaya yayılmalarını bir başarı olarak görmüşlerdir. Kuraklığın büyük göç dalgalarına sebebiyet verdiği halkların Turani’mi Ari mi olduğu tartışması her iki taraf tarafından da kendi tezleriyle desteklenmeye devam etmiştir. H. Gowen’in 1929 basımlı Asya Tarihi adlı eserinde Orta Asya’da ki kuraklık hakkındaki yorumları da Türk Tarih Tezi’nde aynen yer almıştır. Gowen kitabında “Asya’nın insan ırklarının beşiği olma olasılığı çok yüksektir. Asya kıtasının merkezi tarihin başlangıç noktası olarak anılmalıdır.“ Yeryüzünde kuraklığın artmasından önce Orta Asya’nın yüksek yaylalarında bir medeniyet kurulmuş olduğu kesin gibi gözükmektedir. Bu medeniyetin insanları kuraklıkla dünyanın diğer köşelerine doğru yayılarak medeni dünyanın geri kalan kısmının kültür kaynağını oluşturdular” demektedir. Bu kitap Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar listesi içerisinde bulunup 13.cilt içerisinde görülebilir.
Elbette prehistorik tarih araştırmalarında dilbilimi yetersiz kaldığı için bu kez antropoloji bilimi yardıma koşar. Dilbilimi, arkeolojik buluntulardan çıkan sonuçlar ve bulunan kafataslarından alınan örneklerle desteklenince bu kuramlar ırksal bir boyutta incelenmeye ve düzenlenmeye başlamıştır.
Kafatası endeksi yöntemi yani kafataslarının ölçümü yöntemi özellikle 1800 yılların ortasından itibaren bilimsel ırkçılığın bir yöntemi olarak insan ırkını sınıflandırmakta kullanıldı. Bu yöntem aynı zamanda aranılan saf Ari ırkın bulunmasında da başvurulan yöntemdi. Kuzey Avrupalı antropologların prehistorik dönem Ayranlarını Dolikosefal kafataslı olduğu tanımlamasına karşı Akdeniz bölgesi Antropologları brakisefal kafatasına sahip olduğu karşı tezini sunmuşlardır. Kuzey Avrupalı araştırmacılar bu farklılığın Germen topluluklarının daha kapalı bir yapıya sahip olmasından dolayı kendi saflıklarını koruduğu tezini geliştirmişlerdir. Fakat İtalyan bir antropolog bu tezi zencilerin de aynı kafatası yapısına sahip olduğunu söyleyerek çürütmeye çalışmıştır.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu araştırmalara 1925 yılından itibaren katılmış, Avrupa’da akademik düzeyde yapılan bu tartışmalar dönemin ilk bilimsel yayınlarından olan Antropolojik Araştırmalar Mecmuasında da yayınlanmıştır. Hatta o dönemin bu konudaki en büyük araştırması 64 bin kişi üzerinde yapılmış ve Türklerin Akdeniz’liler gibi Brakisefal yapıya sahip olduğu iddia edilmiştir.
Tüm bu akademik düzeyde gerçekleşen tartışmalar daha sonra siyasi ideolojilerle de beslenince kendisini “ilk” olarak tanımlayan her devlet anavatanı olarak düşündüğü toprağı ele geçirme ve orada hak iddia etme yoluna gitmiştir. İşte Britanya’nın Hindistan topraklarında geliştirdiği sömürge siyaseti de bu kuramlar ve tezler üzerinde gelişmeye başlamıştır. İngilizler Hindistan’ı sömürgeleştirdiklerini reddetmişler işgallerini “1000 yıllık bir ayrılıktan sonra Avrupalı Aryanların Hindistan’daki kardeşlerine kavuşması” olarak nitelendirilmişlerdir. Dinsel otoriteyi temsil eden Brahman sınıfı rahiplerinin de beyaz tenli olması ve bu kuramların onları toplumun diğer katmanlarından daha üstün bir yere koymasıyla desteklemesi sonucu resmi tarih şekillenmeye başlamıştır.
İngilizler; Hintlilere, Nepallilere tarihlerini de öğretmişlerdir. M.Ö. 2000 ile 1600 yıllarında Asya’nın bilinmeyen bir yerinden Sanskritçe konuşan Aryani denilen barbar ordular Nepal’e ve Hindistan’ın kuzeydoğusuna saldırdılar. O zamanlar İndus vadisinde gelişmiş bulunan Dravid medeniyetini yerle bir ettiler. Kendi kültürlerini hakim kılarak yeni bir medeniyet yarattılar. Hindistan bu medeniyeti Arilere borçludur. Bu yalan Nepal ve Hint insanının beynine işlendi.
Sonuç olarak Aryan teorisi bugün –ilk doğduğu dönemde olduğu gibi- sadece dil akrabalıklarına gönderme yapan ve hiçbir ırkî nitelik taşımayan bir kültür-göç teorisidir.
Gerek Aryan teorisi, gerekse Türk Tarih tezi dönemin şartları içerisinde değerlendirilmelidir. Arkeoloji ve antropoloji biliminin siyasetin koltuk değneği olması durumu günümüz bilgi anlayışı içerisinde terk edilmiş ve prehistorik tarihin insanlığın ortak tarihi olduğu bilinci gelişmiş olsa bile bu tezlerin dünya siyasi tarihine yön verdiklerini de unutmamak gerekiyor. Kaldı ki dil benzerliklerinin veya akrabalıklarının genetik bir birlikteliğe sebep olamayacağı gibi, genetik benzerliklerin de farklı dil kültürlerine yol açabileceği bilimsel bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor.
Götingen Üniversitesinde doğa tarihi profesörü J.F. Blumenback(175-1840). 1775 yılında yayımlanan eserinde (De Generis Humani - var-i etata-Nativa). Beyaz derili Kafkas ırkı teorisini ortaya attı. İşte Aryanlar bunlardır. Bütün ırklar bu ırktan meydana gelmişti; sonradan yozlaşan ırklar olmuştu, yozlaşan ırkların ayıklanması için felsefi ve sosyolojik yapılar üretildi, bu işin filozofları ve sosyologları türedi; sonuçta 1939 da Hitler Ari ırk uygulamasına geçti. Ari Irktan olmayanlar katledilmeliydi. El Buruz dağları, Tanrı dağları, Altay dağları, Himalaya dağları çevresinde yaşadığı varsayılan bu Ari ırkın Türk ırkı olduğu veya olabileceği acaba hiç düşünüldü mü; Egeli tarihçi Herodot(M.Ö. 484-425), yazdığı tarih kitabında yunan kültüründeki mitolojik algının Mısır ve Babil den taşındığını söyler. .
J.G.Herder (1744-1803); Polonyalı bu filozof Aryan ırkın kökenini Himalayalara yerleştirdi. Ona göre insanların en saf ve Ari leri Asyanın dağlık bölgelerinde yaşıyorlardı.
Grafton Elliot Smith (15 Ağustos 1871-1 Ocak 1937), eski Mısır tarihi üzerine ihtisas yapmış Avustralyalı bir bilim adamıdır. Ortaya attığı yayılma teorisine göre Mısır uygarlığı, asyalı göçmenler tarafından kurulmuştur. Bu uygarlığı Avrupa’ya yayanlar da Asyalı göçmenlerdir. Neden olmasın.. Saka Türkü Alper Tunga’nın tüm İran’ı fethettikten sonra Kafkaslardan Anadolu’ya indiği, Datça’dan Mısır’a geçtiği Herodot (MÖ 499 ile MÖ 449) tarihinde kayıtlıdır.
Mısır medeniyetinin de bir Proto-Türk medeniyeti olduğu düşünülebilir. Herodot Helen medeniyetinin eski Mısır ve Sami medeniyetinin çocuğu olduğunu ifade etmiştir. Bu teze sinirlenen Armand Berard (1904-1989) Fransız tarihçi, diplomat, Heredot’a sinirlenmiş ve şöyle demiştir: “Bize her şeyin Fenike’den ve Mısır’dan geldiğini beyhude yeri anlatıp duruyor bu yaşlı Herodot’’.
Orta Asya Türk topraklarının Ari topraklar olduğunu, Türklerin buraları işgal ettiklerini geçmişte birçok filozof ve düşünür iddia etmiştir; peki Türkler nereden gelerek buraları işgal ettiler? Bu soruya cevap yok…
Emperyalist batı, İran, Hindistan coğrafyalarının kökenini Ari ırka dayanarak sömürmek istemektedir. Bu amaçla sosyolojik, felsefi, tarihi değeri olmayan, bir kanıta dayanmayan tezler üretmektedirler. Onlara göre; Asya ve Orta Asya Türkler tarafından işgal edilmiş, o halde bu bölgeler Türklerden kurtarılmalıdır.
Bu teoriden hareketle Rusya; Türkistan’a doğru yayılmış; İtalya, İspanya, İngiltere, İspanya uzak doğuya yayılmışlardır. Üç yüz yıl işgal felsefelerine felsefi, sosyolojik gerekçeler üretmişlerdir. Bu gerekçelere göre buraları Ataların yurdu kabul ederek yağmalamışlardır.
Ari’ler ata yurtlarına geri dönmüşlerdir. Artık orada yaşayan insanların efendileri onlardır. Bu iddialarını halen ispat edemediler ama Hindistan’da kurulan Babür Türk imparatorluğunu (1526-1858) yıkıp geçici süre efendi oldular. Bundan önce de Hindistan’da Delhi Türk Sultanlığı (1206-1413) vardı.
Batılı tarihçiler M.Ö. 2000 veya 1500 yıllarında kuzeyden Aryen denilen bir soyun Hindistan bölgesine indiğini söylüyorlar. Kabul gören bu tezin sahibi Alman dil bilimci Franz. Bopp. (Mainz 1791-Berlin 1867)’dur. Hint Avrupa – veya Aryen terimini 1816 da ortaya atmıştır. Avrupalıların ARİ ırktan oldukları, İran, Bangladeş, Hindistan, Nepal halklarının teninin beyaza yakın olması sebebiyle Helen uygarlığına bağlamak istemiş, bu isteğini Aryan İstilasının Gelişimi adlı kitabında dil bilimsel açıklamalarla izaha çalışmıştır.
Ayrıca Max. Muller (1823-1900) Aryanizm teorisini geliştirmiştir. Bu tez bilim adamlarınca çok tekrar edilince doğru gibi algılanmıştır. Sosyal bilimlerde genelde doğru çok tekrar edilendir. Tekrarla kabul ettirilen Hint-Avrupa dil ailesinin de ilmi dayanakları yoktur; bu bir iddiadır, bir kuramdır. Bu bilim adamlarına göre kuzeyden ne olduğu belli olmayan bir kavim M.Ö. 2000 ile 1600 yılları arasında nedeni belli olmayan iklim değişiklikleri sebebiyle bir şekilde kuzeyden hareket ederek güneye sarkmış, İran, Hindistan bölgelerine inerek yerli halkla karışmış; buradaki insanlar çok ilkelmiş, onlara kendi kültürlerini öğretmişler, onların içerisinde eriyip yok olmuşlar; böylece o bölge insanı medeni olmuş. Bu medeniyetin sebebi Aryan kültürüymüş. Avrupalıların Asya’dan gelen göçebeler olarak ifade ettikleri bu Aryen ırkı acaba Mısır’ı , Babil’i nasıl medeni hale getirdi? Soruya cevap yok; cevabı verilemeyen hiçbir iddia, teori ve kuram doğru değildir.
Hindistan denince Pakistan, Bangladeş, Nepal, bazen Sri Lanka Hindistan sınırları içerisinde ifade edilirdi. Bu bölgeler devamlı kuzeyden baskı altındaydı. Kuzeyde de İran ve Turanlılar vardı. 7-8. Yüzyılda bilinen Turan soyu Saka Türkleridir. Bunların ünlü hükümdarı Alper Tonga altıncı yüzyılda yaşamıştır.
İranlı Firdevsi şahname adlı eserinde İran-Turan savaşlarına önemli bir yer ayırarak 6. Yüzyılda yaşamış olan Alper Tonga’nın kahramanlıkları hakkında önemli şeyler söyler. Alper Tonga yaşamış bir Türk Hakanı dır. Saka Türkleri başkenti Semerkant’dır. Semerkant’da Şah-ı Zinde tepesinde Alper Tonga’nın kerpiçten saray kalıntıları hala görkemlidir. Araştırılmayı beklemektedir.
Firdevsi’nin anlatısına göre İran-Turan savaşlarında çetin savaşlar yapan bir hükümdardır Alper Tonga, gün olmuş tüm İran’a karabasan gibi çökmüştür. O zamanki İran, Nepal ve Hindistan topraklarına da sarkıyordu. Bu topraklarda M.Ö. 2 Yüzyıl ile M.S. 4. Yüzyıl arasında Saka Türk’leri hükümran olmuşlardır. Asya içlerinden Avrupa’nın derinliklerine kadar hakim olan bu millet demiri eritmesini, ondan silah yapmasını, altından ziynet eşyası yapmasını biliyordu; dokumada ileriydi. Savaşçı, inatçı bir yapıları vardı.Kafesoğulunun anlatısına göre, ilk pantolonu, özengiyi, atın gemini ve ütüyü kullanan Saka Türkleriydi. Karahan Türkleri Alper Tonga’yı Türkler’in Atası kabul etmiştir.
Gazne Sarayında danışman olan Biruni’de Alper Tonga’yı Türkler’in atası saymıştır. Runik yazı kullanmışlardır. Runik yazı, Göktürk alfabesinin temelidir. Selçuklu Türkleri de Alp Er Tonga’yı 33 göbek öncesi atası sayarlar.
Alp Er Tonga; o devrin Türk inancına göre 100 sütunlu demir bir sarayda yerin altında yaşamaktadır. Göründüğü gibi Türk ırkı Tarih öncesi çağlarda teşekkül etmiş, din ve mitoloji oluşturmuş büyük bir millettir. Atatürk 7000 yıllık bir Türk tarihinden söz ediyor. Tarihçilere verdiği ilk görev “Saka Türklerini Araştırın’’ olmuştur. “ Metal ilk defa Türkistanda işlenmiş, böylece bakır çağına geçilmiştir. Bunun en eski örnekleri ise, Yenisey havalisinde tesadif edilmiştir. M.Ö. 3. Yüzyılın ikinci yarısında Hakasya-Minusinks havzasında Avrasyevo kültürü insanları metalleri işlemiş ve alet yapmayı başarmışlardır. [1]
Atatürk Ankara’da bir mahalleye İskitler adını vermiştir. Bilge Kağan’dan önce Türk’ün adı Saka veya İskit idi. Tatar kelimesi de bir dönem Tetar olarak ifade edilmiştir. Pazırık halısındaki düğüm Saka’ların yani Türk’ün dür. Altın elbiseli adamdaki ilmik ilmik işlenen altın kefen Türk’ündür. M.Ö. 7000 yıllarında şimdiki ipek yolu denilen yolda Saka’lar uğurlu sayılan yada taşı ticareti yapıyorlardı. Makedonların da Saka Türkü olduğuna dair batılı görüşler vardır. Japonların kökü de Sakalardır. [2]
Türkler kızıl elma ve Turan ülküsünden hareketle; dünyada hareket halindedirler. Dünyaya hakim olma ülküsü, gök kubbenin çadır, güneşin bayrak olma ülküsüdür. Araştırmalar gösteriyor ki, Saka Türkleri medeniyetin temelidir.
Saka Türklerinin varlığı ile Aryanizm teorisi uyuşmuyor. Hintli bilim adamı Sivananda Sarawati (1887-1963) karşı çıktı. Aryan istilası masalını reddetti. Vedalarda geçen “ Arya’’ kelimesinin bir ırka veya halka ait olmadığını, ahlaki ve deruni bir hal ifade eden dini bir kelime olduğunu ispat etti. Hal böyleyken İngilizler derin atalarının Nepal ve Hindistan topraklarında olduğuna ait teoriler geliştirdiler. Max Müller (1894-1995) şöyle diyordu “ Biz Batılılar bu toprakların asli sahipleriyiz, ata yurdumuza geri döndük,’’ diyerek İngilizlerin Hindistan işgalini meşru kılıyordu.
Türkistan’ı işgal eden Ruslar da Aryan teorisine dayanarak Türk topraklarını işgal ettiler. Ruslar da kenardan köşeden Aryandılar. Tam olarak Aryanlar Fransız, İngiliz ve Almanlardı. Muazzez İlmiye Çığın, Sümer tabletlerini okuyarak edindiği birikimlere dayanarak Sümerli Ludingirra adlı şair Sümerler ve kendisi hakkında bilgi verdiği 2.nolu tablette şöyle diyor.’’…Saray yazıcılarımızın ifadesine göre atalarımız, kuzey doğu yönündeki dağlık bir bölgeden gelmişler Fakat bir kısmınında doğuda Dilmun denilen bir yerden deniz yoluyla geldikleri söylenir. Göçlerinin nedeninde, sıcak ve yağmurlu olan ülkelerinde ,her nedense büyük bir kuraklığın başlamasıymış. Ne tahıl üretebilmişler nede hayvan. Bakmışlar ki ulusları yok olacak, ülkelerini bırakıp çeşitli yönlere doğru göç etmeye başlamışlar. Geldikleri yer çok uzak, dağlar aşılmazmış. Hayvan, çadır çoluk çocuklarıyla göçleri yıllar sürmüş. Güç bela bu günkü topraklara gelebilmişler, birde ne görsünler? İki büyük ırmak şırıl şırıl akıp duruyor. Etraf alabildiğine düz ova….’’ (M.İlmiye
Çığ. Sümerli Ludingirra. Kaynak yayınları.8.basım.2006.İstanbul.) Kuzeyden dünyaya yayılan bu insan topluluğunun kim olduğu konusu hala tartışma konusudur. Belki, İndus ve Ganj nehri kıyısında medeniyet oluşturan kavim Turan soylu Sümerler Kim bilir?.
Modern arkeoloji ve etnolojinin verilerine göre; Proto-Türklerin en eski kolu Sümerlerdir. A.Lessana, G. Gobecişvili, O. Caparizada, K. Kuşnarevoy, R. Mançeyev L.Vulli, ve diğer birçok arkeoloğun araştırmaları, uzun zaman önce M.Ö. IV. bin sonunda ,kurgan kültürünün taşıyıcı kabillerinin Kafkasya ötesine daha sonra ise, Anadolu Mezopotamya ve kuzey Sibirya’da ortaya çıkmaya başladığını ispat etmiştir. Bu göçebelerin, bölgelere sokulmaları, bu yerdeki yerli çiftçilerle, yabancı göçebe kabillerin birbirleriyle karışmaları ve yerli halkın dilinin asimilasyona uğramasına neden olmuştur. M.Ö. 3100-2800 yılları arası Sümer halkı hakkında L.Vulli “Bu dönemde hiç şüphesiz birtakım yetenekleriyle birlikte ülkeye tabi olan yabancılar, yerli halkın yüksek kültürünü sindiremediler…. Zamanla onlarda belirli bir gelişmeye muvaffak oldular. Ve Sümerlerin erken hanedanlık döneminin büyük başarıları için zemin hazırlamış oldular .’’ demektedir. (Miziyev.,1990.sf.31-32.) (KaziT.Laypanov.İsmail.M.Mizeyev.TürkHalklarının Kökeni. Selenge yayınları .4.basım.2019.Ankara.)
Bilim adamlarının tespitlerine göre Sümerler Mezopotamya’ya kuzey ve kuzey doğudan yüksek dağları aşarak gelmişlerdir. Bu insanlar göçebe dağ Sakinleridir. Batı araştırmacıların Nepal ve Hindistan’a steplerden indiklerini idida ettikleri Ari soyun Sümer veya Saka soylu olması muhtemeldir.
Bu bölge tarihine baktığımız zaman Yaşlı Herodot’un eserinden şunları öğreniyoruz..’’ Metler M.Ö.858 -824 III. Salmaneser döneminde güçlü bir dönem yaşamışlar. Babilliler’le birleşen Metler M.Ö. 6. Yüzyılda, Anadolu’dan Afganistan’a kadar büyük bir imparatorluk kurmuşlardır. M.Ö. 550 Met kökenli Kirosos büyük babası Met Kralı Astiages’i yenerek Akemeniş İmparatorluğunu kurmuştur..’’ Batılı bilim insanları bu ırkın dilinin çekimli dil olduğunu, Hint- Avrupa dil ailesine mensup olduğunu söylerler. Fakat bu dil hiçbir zaman çözülememiştir.[3]
İran’ın Bisütun dağındaki Met imparatorluğuna ait yazıtların Orhun yazısı ile yazıldığının ortaya çıkması kafaları karıştırmaktadır. İran’da zerdüştlüğün doğup gelişmesine, Hindistan’da Brahmanizm’in gelişmesinde biraz Panteizme benzeyen algının oluşmasında, ormanlarda yaşayan, ata binen, atı kutsayan, at eti yiyen batı ile alakası olmayan bir Turani kavminin etkisi olabilir mi diye düşünüyorum. Bu düşünce ile Asya Türk Tarihine kısa bir göz atalım.
Bu metin “NEPAL” adlı kitabımızın 35-48. Sayfalarından alınmıştır.
1. Prof. Elvan Yıldırım, Adranova Kültürü, Sayfa 2
2. Prof. Mehmet Bayraktar
3. M. Yellice, İran ve Turan’ın Derinlerinde, Sayfa 16