TÜRKOLOG

Şamanizm (Kam) Dinindeki Tanrıla

Türk dininin genel yapısı gösterecektir ki, eski Türklerde tanrılar, Sosyal toplulukların sembolleri gibidir. Her tanrı, mutlaka bir topluluğun manevi algısını temsil eder:

Aşireti temsil eden Ugan, soyları temsil edenler de Yer-Sular’dır. Soyların aşiretten doğdukları gibi, Yer-Sular da, Ugan’ın oğullarıdır. Bögü Han, toplumunu dört orduya ayırmış, her birini bir yönün koruyucusu ilan etmişti. Bu sosyal yapının tanrısal aleme yansımasından (lâhuta inikasından) Gök, Kızıl, Ak, Kara Han’lar diye, dört ikincil tanrı meydana gelmişti. Bunlar Ugan'ın oğulları kabul edilmiştir. Sonraları sosyal zümreler bölündükçe (inkısam ettikçe), tanrıların adedi de bu bölünmeyle uyumlu olarak arttı. Bu ilâhlara, Yer-Su adı verilmesi, sosyal yapısının ovalara ve büyük ırmaklara bağlı olmasındandır.

Türklerin ülkelere bağlı Yer-Suları olduğu gibi, doğrudan doğruya, her boyun koruyucusu olmak üzere, kendisine özgü bir tanrısı da vardı. Kaşkarlı Mahmut bunlara (çığı: çıvı) adını veriyor. İki boy, birbirleriyle savaş edecekleri zaman, savaş gününden önceki gece, o kabilelerin çıvvıları savaşırlarmış. Bunlardan hangisi galip gelirse, sabahleyin onun boyu galip gelirmiş. Bu suretle kan davalarının, yağma akınlarının, kabile savaşlarının başlıca sebebi çıvvılar olduğu anlaşılıyor. Bir kabilenin bir ferdine saldırma, onun tanrısına saldırma anlamına geliyordu. O halde, bir kişinin (ferdin) intikamını almak, tanrının intikamını almak demek olurdu. Bu suretle kadın dininin bir soy dini olduğu ortaya çıkıyor. Aile dayanışmasını (tesanüdünü) meydana getiren ve daima kuvvetlendiren çıvvılarla Yer-Sular' dır. Oguş ile boy, ilk ailelerden kabul dilir. Bunların dayanışması, Türk aile yapısının asaletidir.

Şamanizm, kanaatime göre bir din değildir. Din; tanrısı, peygamberi, mâbedi ve kitabı olan bir inanç kurumudur. Türklerde tanrı algısı vardır. Tanrıyı kabul eden peygamberi ve kitabı olmayan algıya ise Deizm denir. .Az sayıda Mani ve Budist Türkler olsa da  İslam öncesi Türkler genelde Deiztirler..

2, ŞAMANİZM (KAM) DİNİNDE RUHLAR

Türklerde can karşılığı (tin)’dir, Tin «nefes» manasına gelir. Bu, fizyolojik, maddî ruhtan ibarettir. Türkler; bundan başka, insan bedeninin dışında, âdeta insanın gölgesi gibi daima onun yanından ayrılmayan üç görünmeyen bir ruhu da kabul ederlerdi. Bunların isimleri eş, sur, kut’tur.

; toplum, bitkiler, hayvanlar, insanlar yani bütün varlıklarda bulunan bir ruh olarak algılanır.

Sur; (çor, çar, çura), nefes alan bütün varlıklarda yani bitkilerde, hayvanlarda ve insanlarda bulunan bir ruhtur.

Kut ise, yalnızca insana ve ata mahsus bir kutsiyettir.

Bu üç görünmeyen (manevî) ruh, kutsiyetin yani, mana’nın üç derecesini gösterir. Bunları, temsil yoluyla, gölgenin üç derecesine benzetirler. Gölgenin en dışında bulunan hafif kısmı, olarak kabul edilir. Daha içeride olan orta yoğunluklu kısmı sur'dur. En merkezde bulunan çok yoğunluklu kısmı, kut'tur. Eş kelimesi, şimdi «refik, arkadaş» manasına kullanılmaktadır. Yolda eş-yoldaş, gönülde eş-gönüldaş gibi söyleyişlerdeki —daş edatına da dahil olmuştur. Eş’in Arapçadaki karşılığı tâbi'a'dır.

Kaşkarlı Mahmud, ’i, tabiatın ortasındaki ana ruh (tabiat-ün min-ei-cinn) olarak açıklıyor. Bugün bile, «Filan adamın eşi» denilecek yerde, «filan adamın perisi» deniliyor. Kadınlara göre, her adamın bir perisi vardır.  Bu peri evlenme(izdivaç) zamanında gelinle damat, doğum (tevellüt) zamanında ana, baba ve çocuk, ölüm zamanında da ölünün yakın akrabaları “kırklı” sayılırlar. Kırklı olanlar, birtakım ilahi kurallara uymak zorundadırlar. İki kırklı kadın ile bir gelin bir odada beraber bulunamazlar. Bir binanın birisi üst, öteki alt katında oturamaz. İki kırklı, rastgele bir yerde birleşmiş olsalar, onları öpüştürmek lâzımdır. Bu inanç kurallarına riayet edilmez ise, periler bu insanlara kötülük yaparlar.

Anadolu’da bu inançlar, Tandırname veya Keçe Kitabı hükümleri diye, kadınlar arasında hala kabul görür. Yine halk inancındandır ki, «katili kan tutar», Bunun sorumlusu, ölünün «eşi»dir, yani katilin perisidir. Anlaşılıyor ki, Türklerde hayatın korunmasını, kişinin eşleri temin ediyor.

Türkçede eşik kelimesi, eşli anlamındadır. Kapı eşiğine basılamaz; yabancı adam, bir evin eşiğini atlayarak geçemez. Kırgız ve Kazak Türklerinde gelin, bir namazlık üzerinde oturur. Damat akrabalarından dört delikanlı, namazlığın birer ucundan tutarak, gelini kapıdan içeriye alırlar. Bu durum gösteriyor ki, her adamın bir perisi olduğu gibi, her evin de bir perisi, bir eşi vardır. Ev kadını, evi temiz tutmakla sorumludur. Evi temiz tutmazsa peri gücenir. Türk kadının iyi bir ev hanımı olması, bundandır. Ev perisi isrâfın da düşmanıdır. Çocuk eğitiminin de öğreticisidir. Kısaca, aile ahlâkı, kurallarını, ev perisinden alır. Evlerin dış saldırılardan korunmasını temin eden de, ev perisidir. Hırsız, eşikten giremez; çünkü eşik, onu çarpar. Evin pencereleri de, eşiklidir; kısacası, hırsız oralardan da evin içine giremez.

Türklerde her evin perisi olduğu gibi tarlaların, pınarların, derelerin, tepelerin de koruyucu perileri vardır. Dereler, tepeler, tarlalar perili oldukları için, tekin değildirler, insanı çarparlar. Herhangi birşeyin tekin olmasına, çarpar olmasına da, eskiden eşik denildiği anlaşılıyor. Önceleri genel bir anlamı ifade ederken, sonradan günümüzde kullanılan anlamını almıştır.  Eşiğin tekin olmayıp, çarpar olması evi saldırıdan korumakla beraber, mer’âların, pınarların, ırmakların mülkiyetini (hakk-ı mülkiyetini) koruyan da, bunların sınır perileri’dir.

Şimdi Anadolu’da, tekin olmayan, çarpar olan yerlere, “yatır” derler. Yatır olan bir ormancığın ağaçları kesilmez, hiçbir ürünlerinden faydalanılmaz. (Bugün bile bazı yörelerde mezarlıklarda yetişen kızılcık ve yabanmersini ağaçlarının meyvesi yenmez.  Bu inanç vaktiyle, ormanların korunmasına sebep olmuştur.[1]

Eski Türklerde ülkelerin, vatanların koruyucusu, Yer-Sular’dı. Demek ki, her ülkenin siyasi bağımsızlığını sağlayan, garanti eden oraların görünmeyen Yer-Suları idi. Kamlancu’nun Yer-Su'su, Yulun Tigin’in toplumunu nasıl göçe zorladığını, Turfan'ın Yer-Su’su onlara nasıl misafirperverlik göstererek, oranın hâkimiyetini onlara verdiğini (tevcih ettiğini) gördük.

Arpad, Macaristan’ı, Yer-Su adına feth etmişti. Bu yönleri, hukuk konusunda tekrar göreceğiz. Çor; dilimizde, hâlâ cin anlamındadır. «Filana çor dokunmuş», yahut «Filana çor dokunmaz» gibi değişler söylenegelmiştir. Eski Türkler, maddî sebeplerle hasta olana “sayru”, cin çarpmakla yani asabî ve ruhî sebeplerle hasta olanlara da, “çorlu” derlerdi. Sayru'yu, Atasagun yahut otacı yani doktor tedavi ederdi. Çorlu'yu, kam yani manevi gücü temsil eden kâhin tedavi ederdi. Kam, ana hayvanının “İye Kila'sının” ve “amagat”ının kuvvetine güvenerek, hastalığın sebebi olan cinle mücadeleye girişirdi.[2]

Genellikle galip gelir, bazen da mağlûp olurdu; cine yenilen bir kam ya delirir, yahut hastalanırdı; hatta bazısı ölürdü. Kısacası, kamlık tehlikeli bir meslekti. Çünkü çorlarla uğraşmak, kolay bir iş değildi. Bugün çorlulara ihtinâk-ur-rahimli ve za'if-ür-rûh (psychasthenique) namları veriliyor. Nevrozları ve nevropatîleri, bugün bile, alelâde doktorlar değil, tedavileri psikiyatristler, nörologlar tarafından yapılıyor.  Demek ki bunlar kamların ve şeyhlerin karşıtlarıdır.

Kamların kendileri de genellikle, isterikli hasta (ihtinâk’ı-rahmlı) idiler. Sonuçta, bu hastalıklara alışık olmasalar da, şamanlık deneye deneye elde edilen bir meslekti. Hipnotizmin meydana getirdiği ruhsal yapıya “histerie de culture” adı verilmektedir. Bayan (Miss) Eddy,[3]uzun seneler isterikli hasta olarak hastanelerde yatmış Amerikalı bir kadındır.

Bu kadın, bu hastalıktan bir ruh tedavisi ile yani hoca vs. okumasıyla iyi olunca, milyonlarca Amerikalıyı etkisi altına aldı, sekiz yüz kilise vücuda getirdi. Halbuki cahil bir kadındı. Tıp ilmini aşağılayarak dini ve uhrevi telkinlerle hastalıkların tedavi edilebileceğini propoganda etmiştir.

Kut. — «Kutsal ruh» manasınadır. Kutlu sıfatı, mü-barek ve kutsal manalarınadır. Bir Türk insanında Kut’un bulunması, İslamiyet’te insanın “kerim” olmasıyla aynıdır. Zaten Arapçada keramet kelimesi de, bereket ve kutsiyet kelimeleri gibi, kut anlamındadır. Bu sıfatlar, insanın değerli bir kişiliğe sahip olduğunu gösterir. İnsandan başka, AT’ta da kut olması, atın Tibet öküzüne halef olmasındadır (yani atın Tibet öküzünden sonra gelmesindendir). Tibet öküzü, Türk ilinin (el) totemi olduğu için kutsaldı (kutlu idi). Altay’dan ayrılan Türkler, kurban törenlerinde atı Tibet öküzünün yerine konumlandırdıkları için kutsallık yani kutluluk öküzden ata geçti.  

Kut kelimesinin, Anadolu’da hâlâ «ruh» manasında kullanıldığı görülmektedir. Örneğin, kut kurdu denilebilir. Kut kelimesi hem isim, hem sıfat gibi kullanılır. Kut Dağ, Kutlu Maral kelimelerinde, sıfat gibi kullanılmıştır. Hokand kenti, Kut Kent demektir. Kotas’ın kut uz demek olduğunu daha önce görmüştük. Bazen, Kut’un hangi tanrının kutsal olduğu da gösterir. Oğuz dininde göreceğimiz üzere, Hakan’a Tanrı Kutu veya Ebedi Kut denilir. Demek ki Hakandaki kutsallık ve toplumu yönetmek için var olan otorite (velâyet-i âmme), Hakana ilâhî bir hak olarak, Tanrı tarafından verilmiştir. Şamanda tecelli eden kendi İye Kila’sının yahut amagat’ının kuvvetidir. Eski Türklerde bütün Hakan sülâleri, soylarını bir tanrıya yahut toteme kadar çıkarırlardı. Sebebi, bu tanrıya yahut toteme ait olan Kut’a vâris olmaktır. Bu sorun için Türk destanlarına müracaat etmek ve bu destanları incelemek gerekmektedir.

Bir Şaman Duası

Güneş dolaşamaz çelik dağ,

Ay dolaşamaz altın dağ,

Ormanların kutsal koruyucusu kutsal dağlarım,

Atalarımız size ibadet etmişlerdir.

Bir defacık olsun bize de yardım edin,

Bize bolluk ve kısmet verin..

 

Basıma hazırlanmakta olan Ziya Gökalp ve Türk Töresi adlı  Kitabımdan

 

 

[1] Çuvaşistanda Çuvaşların kutsal kabul ettikleri, kurban keserek dini törenlerini yaptıkları bir orman var. Ruslar ormanın kutsallığını bozmak için ormanın içine bir sanatoryum yapmışlar, ormanı bize gezdiren Şaman inancında olan Çuvaş Türkü İlya İkanov bu durumdan acı ile söz etmişti.

[2] İye kila: Yakut kamlık geleneğinde kamın hayvan şeklinde görünen canıdır. Yakut kamlarının normal insanlardan farklı olarak iki ruha sahip oldukları bilinir. Yakutlarda her şamanın “iye kila” adlı bir totemi vardır. “Kila” hayvan demektir. Bu suretle “İye kila” “ana hayvanı” anlamını taşır.

  Amagat: Yakutlarda kamları koruduğuna ve her kama özel bir hami ruhun olduğuna inanılır. Amagat olarak adlandırılan bu ruhlar, kamların kötü ruhlarla veya başka kamların amagatlarıyla mücadelesinde yardımcı olurlar.

[3] Bayan Eddy (D.1821, Ö.1910)’den Ziya Gökalp kamların histerik hallerini izah etmek için faydalanmıştır.

Yayın Tarihi
13.10.2020
Bu makale 4616 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!