Mohaç Meydan Muharebesi tarihin en keskin sonuçlu, örnek imha savaşlarından birisidir. Güney Macaristan’ın Tuna kıyısındaki Mohaç denilen mevkiisinde yapılmış, iki saat içerisinde 31 yaşındaki Kanuni komutasındaki 100 bin askerle, Kral 2. Layoş komutasındaki 150 bin asker boğaz boğaza, göğüs göğüse savaşa tutuşmuş, iki saat içerisinde 25 Bin Macar kılıçtan geçirilmiş, Kral ve Macar komutanlar bataklığa saplanarak boğulmuşlardır.
Büyük atalarımın atlarla geçtikleri Tuna’yı üç defa geçerek Mohaç düzlüklerinden Viyana’ya ulaştım. Hunlar, Avarlar, Kıpçakları tarihin derinliklerindeki sessizliklerinde bırakarak; Kanuni devrini koklamak istiyorum. Kanuni’nin nefes aldığı coğrafyalarda bulunduğum müddetçe tarihimizin o görkemli günleri hep gözlerimin önüne geldi. Bölgeye ilk gezimi Temmuz 1997’de karayoluyla özel araçla gerçekleştirdim. 46 gün dil bilmez halimle, atalarımın at koşturduğu coğrafyalarda tarihi kokladım. İkinci gezim, bir tur şirketi vasıtasıyla eski Osmanlı toprakları Romanya’nın tamamı idi. Üçüncü gezim, yine bir tur vasıtası ile Balkanlardı. Dördüncü olarak Türk Ocaklı arkadaşlarla Turan Kurultayına giderken Belgrad, Szeged, Mohaç, Budapeşte güzergahındaki gezi izlenimlerime dayanarak Mohaç savaşını anlatmaya çalışacağım.
Kanuni tahta geçer geçmez, Fatih Sultan Mehmet zamanında kuşatılan fakat alınamayan, Macar Krallığının önemli bir şehri olan Belgrad’a yöneldi. Belgrad Osmanlı Devleti’nin Balkan hakimiyeti için önemli bir noktadır. Kanuni şehri Temmuz 1521’de kuşattı. 29 Ağustos 1521’de fethetti.
Belgrad kalesinden Tuna’nın karşı kıyısını seyrederken, Tuna’nın doğu kıyısındaki Kanuni’nin ordugahını kurduğu yeri görmek beni heyecanlandırmıştı. O günün şartlarında Tuna aşılarak, Belgrad kalesine saldırmak ve kaleyi fethetmek akıllara durgunluk verecek bir şeydi. Belgrad Lena nehri ile Tuna nehrinin birleştiği noktanın kenarında kurulmuş bir kıyı şehri. İki nehir birleşince Tuna nehri daha büyük, daha haşmetli ve zengin görünüyor. Kanuni, ordugahını nehrin bu en zengin yerine kurmuş. Aslında Belgrad şehrini ilk kuranlar Kelt’lerdir. Bu bölgede tarih boyunca savaşlar olmuş, tüm savaşların sebebi Nazlı Tuna, çünkü Tuna nehrine hâkim olan tüm Avrupa’ya hâkim olur. Sırplar dini bir algı ile Belgrad şehrinin kuruluşunu Aziz Michael’a bağlıyorlar. Sırpçada yedi yüz tane Türkçe kelime var (çarşaf, kaşık vs.) gibi. Sırplar rüzgâra, ‘’hoş hava’’ diyorlar. Rehberin anlattığına göre, Sırplar Kıpçak Türk’lerinin bir boyu imiş. Dil ilitisi bakımından Türkçe ’ye yakınlar. Dokuzuncu asırda Ortodoks olmuşlar. Osmanlı Türkü bu güzel şehre Ağustos’un hoş bir havasında 1521’de girip 1867’de çıktı. İlk Sırp isyanı 1804’de Karayogi adlı bir Sırp tarafından başlatıldı.
Sadrazam Damat Ali Paşa’nın türbesi Belgrad kalesinin içinde ve Tuna’ya bakan bölgesinde. 1716’da Katolikler birleşerek karlı bir günde Osmanlı’ya saldırıyorlar. Ali paşa bu savaşta tüfekle tek kurşunla öldürülüyor. TİKA türbesini restore etmiş, anahtarı Türk büyük elçiliğinde imiş. Osmanlı Belgrad’da önemli eserler bırakmış. Zamanla bu eserler yok edilmiş. Bu eserlerden 1536 yılında yapılan mimari özelliği olmayan bir cami var. Şu anda da açık. Üç yüz cemaati var. Isınma odunla yapılıyor, hutbe Sırpça okunuyor. Sırplar camiyi Müslümanları takip etmek için açık tutmuşlar. Müslümanlar hep baskı altında kalmışlar. Sırplarda tarih denince akıllarına Osmanlı geliyor. Genelde, okullarda Türk düşmanı olarak yetiştiriliyorlar.
Belgrad’dan, Tuna üzerinden defalarca geçerek Mohaç’a yöneldik. Yolumuzun geçtiği Novisa bölgesindeki düzlük araziler tamamen ekili. Kanuni de atlarla bu düzlüklerden yol aldı Mohaç’a. Bölgedeki Avusturya kültür hakimiyetini binaların mimarisinden hissediyorsunuz. Avusturya-Macaristan-Osmanlı arasında bir yuvarlak masada yapılan Karlofça kasabası bu bölgededir. Karlofça antlaşması 1699 yılında, ekmek pişirilen bir senide ayaklar çakılarak masa yapıldı, antlaşma bu masada imzalandı. Tarihteki ilk yuvarlak masa antlaşması Karlofça antlaşması imiş. Osmanlı tarihteki ilk toprak kaybı bu antlaşma ile başladı.
Macaristan sınırlarındaki BOSBOUHA şehrine giriyoruz. Şehrin merkezinde Avusturya-Macaristan imparatorluğu katkılarıyla mimarisi güzel bir Katolik katedral var. Şehre, 1826-1901 yılları arasında belediye başkanlığı yapmış rahip SVETTOZAR’ın Katolik katedralin önünde elinde kocaman bir taşı katedrala atar şekilde büyük bir heykeli var. Katolik mezhebine kininden dolayı katedralin hemen yanına bir Ortodoks kilise yaptırmış. Şehri almanlar kurmuş. Şehirde alman mimari tarzını ve alman disiplinini hissediyorsunuz. Şehirden hareket ettikten kısa bir zaman sonra gümrük kapısına dayandık. Gümrük kapısına öğle vaktine yakın bir saatte ulaştık; 1997 gezimde bir gece yarısında Gümrüğe gelmiştik. Gümrüğü geçince Atilla’nın başkenti Szeged şehrine giriyorsunuz. 1997’de 10 gün bungalov evlerde kalmış, Macar köylerini gezmiştim. Köylülerin tarlalarında hunlar zamanından kalma kılıçlar ve at nalları çıkıyormuş. Şehirde devasa bir Atilla heykeli var. Burada Macar çocuklarının çoğunun adı Atilla. Atilla’yı ataları belliyorlar. Almanlar da Atilla’yı ataları beller. Almanların Libenungen destanındaki ana kahraman Atilla’dır. Szeged şehrinde öğle yemeğini yedik. Şehir 100 bin kişinin yaşadığı temiz bir öğrenci şehri, Parkı temiz. Park’ta yerel ürünler satan satıcılar var. Park milli kahramanların heykelleriyle donatılmış. Şehrin içinden Tisa nehri geçiyor. Nehir Belgrad yakınlarında Tuna ile birleşiyor. Düz ovalardan geçerek bataklıklar oluşturuyor. Nehrin kıyıları yazın plaj olarak kullanılıyor. Macarlara Almanya büyük destek veriyor. Macarların dört yüz yıllık köklü üniversiteleri var. Macar devleti çocuklarını ilk okuldan alıp Üniversite bitinceye kadar okutuyor. İnsan kalitesi çok yüksek. Almanya tarımda destek vermiş. Dağların yamaçlarında ve ovalarda üzüm bağları var. Almanlar Mercedes fabrikası kurmuşlar. Cumhurbaşkanlarının iki, başbakanlarının bir koruması var. Kulaç adını verdikleri etli sebzeli bir yemekleri var. Osmanlı askerleri bu yemeği daha sonraları tabildotlarına almışlar. Bugünkü Macaristan’ın nüfusu 10 milyon. Rehberin anlattığı bu notları alırken Mohaç’a geldik.
MOHAÇ
Mohaç küçük bir kasaba. Kasabada kiliseye gittik. Savaş sonrası Kanuni kiliseyi cami yapmış. Türkler bölgeden atılınca tekrar kilise olmuş. Kilisenin önünde Mohaç savaşında ölen Kral 2. Layoş’un demirden zırhlı heykeli var. Kral, zırhıyla bataklıkta boğulmuş. Mohaç savaşıyla ilgili demirden motifler kilisenin bahçesini süslüyor. Turan kurultayına giden bizler de Türkî Hamasi bir duygu oluşuyor. Macarların acıyla andıkları bu topraklarda. Kasabadan çıkıp savaşın yapıldığı yere saat 17 de ulaştık. Savaşın yapıldığı yerde, çok büyük bir müze var. Savaştan arta kalan tüm malzemeler burada sergilenmiş. Savaş sahneleri yağlı boya tablolarda resmedilmiş. Savaş sine vizyonla canlandırılmış. Ne yazık ki saat 17’yi geçtiğinden bir müzeyi gezemedik. Savaş alanında ölen Macarlar için büyük abideler dikilmiş. Üniversitede orta öğretim öğrencileri mutlaka müzeyi ve savaş alanını gezerlermiş. Macarların yıkımı ve acısı olan bu savaş bizim Avrupa hakimiyetini sağlayan gururumuz. Bu acıyı Macarlara yaşatmamıza rağmen Macarların düzenlediği Turan kurultayına gidiyoruz. Turancı Macarlar şöyle düşünüyor. “Türk-Macar kardeştir. Aynı soydandır. Siz Orta Asya’dan bozkurtun arkasına takılıp Karadeniz güneyinden Anadolu’ya geldiniz, biz de kartalın arkasına takılıp Karadenizin kuzeyinden buralara geldik” diyorlar.
Kanuni’nin Mohaç’a yürüdüğü zaman Macaristan krallığı tüm Romanya, Ukrayna, Karpatlar, Bosna Hersek ve Adriyatik denizine kadar uzanan güçlü bir krallıktı. “Betç” olarak alınan Viyana da Macaristan krallığına dahildi. Kara kartallar diye bir ordusu vardı. M.Ö. 2000 li yıllarda Mete Hanın da dört tabur kartal savaşçıları adı verilen düzenli bir ordusu vardı. Macarlar o tarihte ilimde, fende düşünce ikliminde dünyada birinciydiler.
Macaristan Polonya, Litvanya diğer alman prenslikleri üzerinde bir krallıktı. Zamanla ülke içinde ayaklanmalar oldu, din ve mezhep kavgaları baş gösterdi ve ülke zayıfladı. Bu zayıf halkaya Kanuni göz koydu. Kanuni ikmal hattını Belgrad da kurdu. 180 gün içinde Belgrad havalisinden İAŞE işini çözdü. 29 Ağustos 1526 günü öyle üzeri Mohaç ’ta savaş başladı. Göğüs göğüse meydan savaşıydı. Ancak Kanuni Osmanlı’nın Macarlardan öğrendiği top silahını geliştirmişti. Büyük sesler çıkararak büyük mermiler atabilen toplar dökülmüştü. İlk hücumu Macarlar başlattı. Arazi hakimiyeti onlarda idi fakat Kanuni ordusunda da araziyi iyi tanıyan Macar insanlar vardı. Arazi konumunu kanuni iyi kullandı. Büyük ses çıkarak Osmanlı toplarından Macar süvarilerin atları ürktü. İleriye atılamadılar. Macarlar bataklığa çekildi. Macar piyadeleri kaçmasınlar diye zincirlerle birbirine bağlanarak kral Layoş tarafından hedefe sürülmüştü. Osmanlı toplarının gürültüsünden korkan süvari atları birbirlerine zincirlenen piyadeler Mohaç bataklığına çekildi. İki saat gibi kısa bir zamanda Macarlar yok oldu. Kralları ve üst rütbeli subayları öldü. Macar tarihçiler Macar kral 2. Layoş ’un Macar asilzadelerince öldürüldüğünün yazarlar. Macarların iki Layoş adlı kralı vardır. İkisi de Türkler tarafından öldürüldü. Birinci Layoş, 2. Murat’ın Kosova savaşında 1444 de öldürüldü. Layoş adı Macarlara yaramadı.
29 Ağustos 1526 da destan yaratan Türk ordusu yine 26 Ağustos 1071 de Malazgirt’e ve 30 Ağustos 1922 de Sakarya’da büyük taarruzlara imza atmıştır. Kanuni 11 Eylül 1526’da bu dine girdi. Bu din nazlı tunanın doğu kıyısıdır. Kanuni Kral Matyoş’un klişesini camiye çevirdi. Saraydaki önemli kitapları toplayıp Topkapı sarayına getirdi. Macaristan 160 yıl Türkün hakimiyetinde kaldı. 1683 Viyana bozgunuyla geri çekilme devrimiz başladı. O bölgede kalan Türklerin hepsi katledildi veya köle olarak kullanıldı ve Hristiyanlaştırıldı. Mohaç muharebesi ile Macar ordusunun tamamı yok edildi. Kral dışında 28 Macar soylusu, 7 rahip, 500 asilzade, 15000 piyade, 4000 süvari öldürüldüğü yönünde muharebenin görgü tanığı Brodaric’in ifadeleri vardır. Zarar ise 56 bin araba, 15 bin yük hayvanı, 85 top, 200 yük gemisidir. Bu muhteşem muharebe ile 160 yıl Avrupa hakimiyetimiz sürmüştür.
Osmanlı Hakimiyetin kırılma noktası 1683 yılında Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yönettiği Viyana bozgundur. Merzifonlu kara Mustafa Paşa kırım Hanıyla geçimsizdi. Araziyi iyi tetkik etmemişti. Belgrad’ı ikmal merkezi olarak kullanmadı. Tuna’yı geçerek Kahlenberg tepesinin önüne ordugahını kurdu, tepenin arkasından gelecek güçleri kontrol edemedi.
Viyana sarayını muhasara ettiği zaman çadırının önüne düşen kafa kadar bir top mermisi onun aklının başına gelmesini sağladı. Görüldü ki silah teknolojisinde Macarlar ileri gitmişti. Zaten çadırının önüne düşen bu mermi onun moralinin bozulmasına sebep oldu. Bir de arkadan saldıran haçlı ordusu, iki ateş arasında kalan Türk ordusu bozguna uğradı. Bu da Türkün Avrupa’daki sonu oldu.