MİLLİ GURURU SAVUNAN
ROMANTİK KOMÜNİST
MİLLİ MÜCADELELİ YILLAR
1924 de Türkiye’ye döndü.
Kurtuluş savaşı kazanılmış, Cumhuriyet kurulmuştu.
T.S.İ.K.P nin yayın organı Orak Çekiç’te ve Aydınlıkta yazıları yayınlanmaya başladı.
1925 te Şeyh Sait isyanıyla “Takrir-i Sükun “ kanunu çıktı.
Bir eserinden dolayı on beş yıl hapis yedi.
Komünist partisinin İzmir’deki yer altı hücresine katıldı.
Saklandığı bu izbe yerden şu şiiri yazdı.
Kayalardan
kayalarla kopan kartallar
çırpıyor ışıkta yaldızlanan kanatlarını.
Alev bilekli süvariler kamçılıyor
şaha kalkan atlarını!
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
15 yıl ceza almıştı Rusya’ya kaçtı.
1927 yılında Türkiye’ye dönmek istedi. Giriş vizesi verilmedi.
Onbeş yıllık hapis cezası kalkmıştı kaçak girdi Türkiye’ye.
Hopa’da tutuklandı. Hapishaneye gönderildi.
Cebinde “ Moskova’da Heraklid’i düşünüş” şiirinin Arap harflerinin yazılışı vardı.
Şiiri yakaladılar!
Savcının karşısına çıkardılar.
Savcı, Heraklid’i “Ekalliyet” okumuştu.
Savcı, Ne demek bu Ekaliyet ?
“Kürt ve Lazlardan söz eden arkadaşlarının başına neler geldi biliyor musun
Yeni Kürt ayaklanması için talimat mı getirdin Moskova’dan” dedi.
Fakat efendim dedi Nazım.
Ekaliyet değil Heraklid O.
Savcı Heraklid’de kim?
Nazım Yunan filozofu.
Savcı, Yunanlılarla ilişkin var.
Kanıt tamam. Suç işlenmişti.
Doğru Hopa hapishanesi.
Hapishanede üç ay tutuldu.
Sonra, Rize, İstanbul ve Ankara hapishaneleri .
Kanıt olmadığından yedi ay sonra serbest bırakıldı.
Şimdi ki Ergenekon, Balyoz, Casusluk, Şike Davaları komedisi gibi.
Hapishanelerde Anadolu insanını tanıdı. Oradaki karakterleri kelimelerle resmetti.
İşte bir resim.
KIZKAPAN OĞLU VEHBİ VE ÇOCUK MUHİTTİNE DAİR
Bir gaz lambası...
Çivilenmiş duvara ..
Çivi, kuyruğunu kıvıra kıvıra bir defter kâadının kalbini delip geçmiştir.
Kâat bembeyaz, kâat sapsarı..
Çivi kâadın kanını içmiştir.
Lamba yağmurlu bir sabah güneşi gibi yanıyor ve defter kâadı sallanıyor asılmış bir adamın beyaz gömleği gibi..
Beyaz gömleğin göğsünde yazılar var:
Dar yalakta aptes alan ihtiyar Kızkapan Oğlu Vehpidir.
Hindistan cevizinden yüzü ve uzun kollarıyla o, Okaliptüs dalından yeni inmiş kıllı bir maymun gibidir. Kızkapan su vuruyor ensesıne.. Omuzundan mendili düştü sidik tenekesine.
Vehpi şaşırdı, arıyor sağını solunu.
Uzattı kolunu ..
Kalın bir yılan gibi tenekeye girdi kol.
Çıkardı mendili.
Açıldı Kızkapanın dili: - "Mendil bir karış bezdir amma beş karışı bir arşın olur. Arşın arşını doğurur... " Kesildi Kızkapanın sesi. Anlaşıldı Vehpinin kerrakesi!!
Muhittin 13 yaşındadır. Zorla çıkarılmazsa çıkmaz bir fare gibi girdiği köşesinden.
Saklar kendini pençesinden yılan gözlü bir kedinin ..
Cinayetle Rizeye sevkedecekler cürmü büyükttür Muhittinin.
Nasıl sevketmesinler ki bir gece bir kanca alıp yanına damından inmiş dedesinin dükkanına ..
Çok sürecek çok Muhittinin acısı. Kurtuluş yok dedesi davacısı..
1929 da şiirin ülkesine İstanbul’a geldi.
1929-1933 dünyada ekonomik burhan yıllarıydı.
Bu yıllarda Serteller’le “Resimli Ay “ dergisinde çalıştı.
Müthiş şiirleri yayınlanıyordu.
Türk şiir anlayışını alt üst etmişti.
Nazım’ı kendini şair sananlar eleştiriyordu.
Nazım’da O’nlara cevap veriyordu.
Yakup Kadri’ye verdiği cevap.
Behey!
Kara boynuz gibi kaşlı
mukaddes Apis başlı
adam;
Behey!
Kara maça bey!
Sen şiirin asil kamusuyla konuşuyorsun,
ben asaletten anlamam.
Şapka çıkarmam konuştuğun dile,
düşmanıyım asaletin
kelimelerde bile.
Behey!
Kara maça bey!
Ben bilirim
bu tehevvür bu şikâyaaat niçin?
Bilirim
beni uykumda boğmak için
bekliyorsun geceyi..
Abdullah Suphi’ye verdiği cevap.
ben ki ilmikleri sabunlu iplere bakıp
kıllı kalın ensemi kaşımışım
tehdidine pabuç
bırakır mıyım hiç?
Behey!
kara boynuz gibi kaşlı
mukaddes Apis başlı
adam,
behey yüzü kara!
ruhunu zenci bir esir gibi çıkardın pazara,
bir orospu odası yaptın kafatasını
haki ceketli ölülerin ceplerinden
çalarak parasını
satın aldın kendine
İsviçre dağlarının havasını.
Peyami Sefa’ya verdiği cevap.
bir düşün oğlum,
bir düşün, ey, göbekli patron veletlerinin
"doğru yol" göstericisi,
bir düşün ey yetimi safa,
bir düşün ve hatırla ki, son defa :
o, takma aslan yeleli namık kemal üstadın senin;
abanoz ellerinden
zenci kölesinin
som altın taslarla şarap içerek
ve "didarı hürriyet"in dizinde
kendi kendinden geçerek :
"yüksel ki yerin
bu yer değildir,
dünyaya geliş
hüner değildir!" demiş...
sen de yükseldin uyup
onun sesine
"la dam o kamelya"nın fesli figüranlığından
ahmet haşimin "degüstasyon"daki iskemlesine..
bir düşün oğlum!
bir düşün ve mezarların hududunu aşma!
kendine güven üstat
babana değil,
bir ölüyü koluna takıp dolaşma!
öyle zart zurt eşilmez toprağı gidenlerin!
rahat bırak oğlum
rahat bırak uyusun
o muhterem "şehidi hürriyet" bey pederin!
hem böyle daha iyi.
çünkü bak ortada
ne yeni bir ingiliz-boer
harbi var,
ne de tebrik isteyen bir ingiliz elçiliği...
ölüleri rahat bırak oğlum.
rahat bırak uyusun benim de gidenlerim!
sen de bilirsin ki ben
ne dedemden
miras bekledim,
ne babamdan şeref, şan!
hasep, nesep, kan, soy sop işinde yoğum.
Ahmet Haşim’e verdiği cevap.
Ben:
Ne köprü altında yatan,
ne de atlas yakalı sarhoş sofralarında
saz çalıp Arabistan fıstığı satan-
-ların
şairiyim;
topraktan, ateşten ve demirden
hayatı yaratan-
-ların
şairiyim
ben.
İki serseri var:
İkinci serseri
yolumun üstünde duruyor
ve soruyor
bana:
"PROLETER
dediğimin
ne biçim kuş
olduğunu?"
Necip Fazıl Nazım’a vatan haini demiştir.
VATAN HAİNİ
"Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz, ben yurt
hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse, vatan, polis copuysa,
ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.
1932 de tutuklandı savcı ölüm cezası istiyordu beş yıla mahküm oldu.
25 Ağustos 1933 de af edildi.
1938 yılında tekrar tutuklandı. Orduya isyana teşvikten suçlanıyordu.
Karar Harp Okulunda yargılandı.
25 yıl hapis cezası aldı.
Aynı yıl Donanma mahkemesinde de yargılandı.
20 yılda ordan ceza aldı. Toplam 35 yıl cezası 28 yıl 4 aya indirildi.
Dostları ona Kerem gibi yanacaksın bırak bu işleri diyorlardı.
Nazım O’nlara söyle seslendi.
KEREM GİBİ
Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum...
O diyor ki bana:
— Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana...
«Deeeert
çok,
hemdert
yok»
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır...
Hava kurşun gibi ağır...
Ben diyorum ki ona:
— Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-lığa..
Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
Çağırıyorum.
Nazım Hikmet dostları Nazım ‘ın haksız mahkûmiyetinin kaldırılmasını istiyorlardı.
Nazım, Karısına yazdığı mektupta şöyle diyordu.
“Düzen bir siyasal suçluyu, bir ayaklanma kışkırtıcısını değil,
Nazım Hikmet adında bir insanı yargılıyorlar ki haklılar.”
Yargılanan vatan aşkıyla Kerem’e dönen Nazım dı.
Nazım Bursa Hapishanesinde idi. İkinci dünya savaşı devam ediyordu.
Nazım savaşın seyrini takip ediyordu.
1944 yılında Rus orduları başarı gösterdi. Petersburg ’ta Rus halkı Almanların çevrelediği şehirde
İki yıl direndiler, aç ve susuz.
Şehir’i teslim etmediler Almanlara.
Alman komutanlar şehir kenarındaki Saraylara konumlanmıştı. Ruslar direniyordu.
Nihayet Alman saldırısı Rus direnişi karşısında kırıldı.
Savaşın şehri değişiyordu.
Almanya geri çekiliyordu.
Romanya, Bulgaristan kurtulmuştu.
Türkiye savaşa girmemişti.
Olayları takip ediyordu. Millet açtı.
Türkiye de insanlar ot yiyordu.
Birinci dünya müttefikimiz Almanlara gizli yardımlar askıya alındı.
Nazım Bursa ceza evinde Karısına söyle seslenir.
Karıma Mektup
Bursa
Hapishanesi
Bir tanem!
Son mektubunda:
'Başım sızlıyor yüreğim sersem! ' diyorsun.
'Seni asarlarsa seni kaybedersem;
diyorsun;
'yaşıyamam! '
Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin
kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer
yirminci asırlılarda
ölüm acısı.
Ölüm
bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü
razı olmuyor gönlüm.
Fakat
emin ol ki sevgilim;
zavallı bir çingenenin
kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer
ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için
boşuna bakacaklar
Nazıma!
Ben,
alaca karanlığında son sabahımın
dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız
yarı kalmış bir şarkının acısını
toprağa götüreceğim...
Karım benim!
İyi yürekli
altın renkli,
gözleri baldan tatlı arım benim:
ne diye yazdım sana
istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında
ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki
daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.
Türkçüler tarafından 1945 te 09 Ekimde İstanbul’da miting düzenlenir.
İki kitapçı dükkanı yakılır.
Tan, Yeni dünya gazeteleri ,görüşler dergisinin matbaaları yakıldı.
İktidar bu eylemi, Yurt sever tavır olarak algılandı.
Nazım söyle diyordu.
… Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, akarsuyun.
Meyve çağında ağacın.
Serpilip gelirsen hayatın düşmanı.
………….
Vatan ki insanların evidir.
Sevgilim onlar vatana düşman.
1949 da yazdığı,
“Ellerinize ve yalana dair” şiirinde sömürge ülkelerinin işçilerine sesleniyordu.
insanlar, ah, benim insanlarim,
hele Asyadakiler, Afrikadakiler,
Yakin Dogu, orta Dogu, Pasifik adalari
ve benim memleketlilerim,
yani bütün insanlarin yüzde yetmisinden cogu,
elleriniz gibi ihtiyar ve dalginsiniz,
elleriniz gibi merakli, hayran ve gençsiniz.
Insanlarim, ah, benim insanlarim,
Avrupalim, Amerikalim benim,
uyanik, atak ve unutkansin ellerin gibi,
ellerin gibi tez kandirilir,
kolay atlatilirsin...
Paul Robeson denen adam okyanus ötesindeki zulme karşı durmuştu da,
Linç edilmek istenmişti. İnsanlarda zulme boyun eğiş vardı.
Paul Robensona şiir. Paul Robenson zencidir.
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson
İnci dişli, zenci kardeşim,
Kartal kanatlı kanaryam.
Türkülerimizi söyletmiyorlar bize,
Korkuyorlar Robson
Şafaktan korkuyorlar,
Görmekten,
Duymaktan,
Dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
Sizin de bir Ferhatınız vardır elbet
Robson, adı ne
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar
Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli
Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar.
BİR SONRAKİ YAZI; 1949 SONRASI.
Kaynak: 1- Ekber Babayev
Ustam ve Ağabeyim Nâzım Hikmet
2- Bilim Ütopya Nâzım Hikmet özel sayısı
3- Hikmet Birant Alıç Ağacı ile Sohbetler
4- Aziz Nesin’in Nâzım Hikmet anıları