CESUR KALEM

Halep Oradaysa Arşın Burada

Öncelikle bu ekonomik durgunluk ve korona salgını ertesinde sakin olmaya, olumsuz duygularımı bir tarafa bırakarak, bu yazımda umutlu ve pozitif bir şeyler yazmaya çaba gösterdim. Lakin klavye beni dinlemiyor. “ Cemaat ne yaparsa yapsın, imam bildiğini okuyor!”

Bu yazdıklarımın doğrudan muhatabı yoktur. Zira kişileri ve belirli olayları yazarak, genelleme yapma gibi bir alışkanlığım olmadı. Sistemi ve sorunları açık yüreklilikle dile getirmek gerektiğine inanıyorum. “Arif olan anlar” ve mesaj sahibini bulur. Rahmetli Abdürrahim Karakoç’un dediği gibi, ”Bir mektup yazdım Hasana, ha Hasan’a ha Sana…”

“Efendim, bazı siyasetçiler ve yöneticiler ya üzerlerine alınırsa…” Ya da “yazdığın cümlelerden dolayı sıkıntı yaşarsan…” İnandığını ve düşüncelerini eğrisi ile doğrusu ile yazamadığın ve özgürce konuşamadığın bir ülkede… Neyin mücadelesini vereceksin? Yediğin iki lokma! 

Kim ne derse desin, ülke kötü günlerden geçiyor. Halk geçim sıkıntısı çekerken ve tencerede aş yerine dert kaynarken… Küçük ve mutlu bir azınlığın keyfi yerinde görünüyor. O kadar yerinde ki, ağzı kulaklarına varıyor. Bunlara bakarak bir değerlendirme yamak insanı yanılgıya götürür.

Elektriğe %15, doğalgaza %12, zam geldi. Pardon, belli ürünlerin fiyatları güncellendi! Son 3,5 yıldır, elektriğe yapılan zam oranı takriben %122 civarındadır. Ne demektir bu? “İğneden ipliğe her şeye zam gelecektir.”

Hani yeni sistemde bize vaat edilen ucuzluk?

Ekonomide görülen durgunluğun aşılması ve işsizliğin azaltılması, tasarruf etmekten ve fedakârlıktan geçiyorsa, herkes küçülmeye gitsin ve harcamalar kısılsın. Emine Erdoğan’ın dediği gibi, “sofradaki lokmalar dahi küçülsün.” Lakin bunu hep birlikte, milletçe yapalım. Tepeden tırnağa… Kimseye ayrıcalık ve imtiyaz tanınmadan… Devleti yönetenler ve devletten nemalanan mutlu bir azınlık bir eli yağda, bir eli balda yaşarken… Katmerli ve ballı maaşlar ile saltanat ve sefa sürerken… Fedakârlığı halktan beklemek, ne kadar adildir?

 “Ye Memed ye…”

 

Halkın mutluluk ve refahı adına çalışması gereken devlet görevlileri… Hukukun dışına çıkarak organize işlerin içine giriyor. Hatta bazıları bununla da yetinmeyip, organize suç örgütlerinin aparatlarına dönüşüyor. Siyaset ise bunlara arka çıkmaya devam ediyor. Ne adına? “Devletin bekası adına…” Yersen!

Demokrasi ile yönetilen ve hukuk devleti ilkelerinden sapmayan rejimlerde, yasadışı işlerle mücadelede en etkili silah; kamuoyu desteği ve özgür basının gücüdür.  Yasama, yürütme yargıdan sonra dördüncü kuvvet olması gereken basın; Türkiye’de inandırıcılığını yitirmiş, perişan bir haldedir. Çoğu ya çıkar uğruna teslim alınmış ya da siyasi şantaj ile susturulmuştur. Belden aşağı hikâyeler…

Geriye kalan ve muhalif yanları ile öne çıkan, üç beş kişinin sesinin çıkması engellenmeye çalışılıyor. Dava üstüne dava… Sivas Belediyesi’nin AKP’li Belediye Meclis üyesi ve Vizyon58 TV sahibi Hatice Kurt basının baskı altında olduğunu belirterek, "Son günlerde birçok basın mensubunun sıkıntısı bu. Yeter artık. Basını özgür bırakın, basın işini yapsın!" demek zorunda kalmıştır.

Tüm bu olan olaylar karşısında kamuoyu ne yapıyor? Kamuoyu ise sessiz ve suskundur!  Hesap soracağı günü beklemektedir.

Devlet görevlileri; “eline, beline ve diline hâkim” olmalıdır. Onların ahlaki ve etik olmayan davranışları kamuoyunda tepki ile karşılanır. Bu nedenle, “yoğurdu üfleyerek yemek” zorundadırlar. Lakin bazı devlet görevlileri;  asli görevleri dururken… Devletle doğrudan bir ilişkisi olmayan bazı kişilerin, uçkurunun peşine düşmüştür!  İnsanların tüm özel hayatı inceden inceye mercek altına alınıyor. Kim kiminle görüşmüş, ne kadar sıklıkla görüşmüş… Kadın meselesi, en ilgi çekeni olduğu için bu konu üzerinde özellikle duruluyor.

Düşmanın bile yiğidi makbuldür. Olayları, kişiselleştirmek, insanları belden aşağı iddialarla itibarsızlaştırmak… Şerefsiz, vicdansız ve alçak bir davranış biçimidir. Siyaseti çirkinleştirir. Varsa bir hesabı, eşine versin!

Bu gibi söylentiler, toplumda giderek yaygın hale geliyor. Herkes paranoyak oldu! Beni izleyen birileri mi var? Aslında korku;  insani bir duygudur. Konumu ne olursa olsun, her insan bir şeylerden korkar. Lakin bu korku; şantaj, iftira ve tehdit edilme korkusudur. Demokrasilerde korku duvarları ya yıkılmış ya da aşılmıştır. Özgür iradesiyle herkesin, şiddete bulaşmamak kaydı ile ifade özgürlüğü ve yaşam biçimi vardır. Ve olmalıdır.
Geçmişte;  korkmuş ve kendini ifade edememiş, istediği yaşam biçimine ulaşamamış insanlarda şuur altına yerleşmiş bazı duygular vardır. Bunlar, yaşamak istediklerini yaşayanlara, büyük tepki koyarlar! Örneğin; Kendileri hapisten korkarlar ama sizi hapisle tehdit ederler. Önemli olan, yapılan her şeyin hesabını verebilmektir. “Hesap veremeyen, hesap veremediği için zulüm eden biri”, asla gerçekleri konuşmaz!

Bir toplum; kurulan yolsuz, adaletsiz ve vicdansız işlem ve eylemler karşısında sesini çıkarmaz ise,  kötü yönetilmeyi hak ediyor demektir. Hele iftira ve kumpas gibi düzeneklerden kimseye fayda gelmez. Bir gün gelir yapana da bir düzenek kurulur!

 

Ülkemizde milyonlarca insan, kendisine bir suç isnat edilebileceği ve bu suçların mağduru olabileceği korkusuyla yaşıyor. Ve adalete güvenmiyor. Derhal yargı reformu çıkarılarak ve özgürlük alanları genişletilerek adil bir yönetim sağlanmalıdır. İnsanlar nefes alamıyor.

Ekonomik gerekçelerle aç ve yoksul olan insanların işlediği suçlar ile başarılı bir mücadele sürdürülüyor. Lakin aynı başarıyı beyaz yakalı hırsızlıklarda göremiyoruz.

“Minareyi çalan, kılıfını hazırlar” misali hepsi, “ak” maşallah.

İnsanları mağdur eden, akıl ve vicdan ölçülerine sığmayan bir yönetim anlayışı uzun süre ayakta kalamaz. Milli çıkarlarımız bile, birilerinin “şaibeli servet” hırslarına kurban ediliyor. Aklıselim yöneticiler, kendilerine verilen bilgilerin doğruluğunu test etmek ve ona göre karar vermek mecburiyetindedir. Yoksa “Atı alan, Üsküdar’ı geçer.”

Devlet bu kirli çarkı ortaya çıkarmalı ve devlet içerisindeki kirli organizmalar ince bağırsaklarına kadar temizlenmelidir. Organize suç şebekelerine ve bunların devletteki uzantılarına, öyle bir ceza verilmelidir ki… Bir daha kimse bu suçları işlemeye cesaret edemesin. Böyle bir karar; hem devlet için hem de siyasi iktidar için elzemdir, gereklidir, faydalıdır.

Devlet için gerekli olan, ivedilikle demokrasi ve hukuktur. Bir de ehil ve liyakatli kadrolara yol açıldı mı? Gerisi çorap söküğü gibi gelir. Korkmayın! Ne devlet elden gider ne de beka sorunu çıkar! Türk devlet geleneği pamuk ipliğine bağlı değildir. Daha da güçlenir.

Demokrasi ve hukuk olmadan, refah olmaz! Refah içerisinde yaşamayan, mutlu ve huzuru kaybetmiş bir halk, “tehlikeli mayın” gibidir. Birliğimiz ve dirliğimiz için hak, hukuk ve adalet gereklidir. Şeffaf, dürüst, adil ve hesap verebilir bir yönetim anlayışı ile Türkiye büyük hedeflere doğru yol almalıdır.  

Siyasi iktidar;  seçimle gelir, seçimle gider. Halka rağmen ayakta durma şansı yoktur. Dünyanın hiçbir yerinde asker ya da polis güçleri ile tesis edilen güç; halka rağmen, ayakta kalamaz.

“Halep oradaysa arşın burada…”

 

***

Halep Oradaysa Arşın Burada Deyiminin Hikâyesi

Söylentiye göre Halep’ten göç eden biri, gerekli gereksiz, Halep’te iken yaptıklarından abartılı bir şekilde söz edermiş. Bir gün bir toplantıda, atlayıp sıçramaktan konuşurken, Halepli palavracı, “Ben Halep’te kırk arşın yer atladım.” deyince, orada bulunanlardan biri, dayanamamış, “Be birader Halep oradaysa arşın burada, atla da görelim.” demiş.

Yayın Tarihi
10.07.2021
Bu makale 12243 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!