Bir zamanlar Ülkücülük;bir ideal ve dava olarak olarak benimsenmiş, Türk devletini güçlü, Türk milletini mutlu çağlar üzerine sıçratma anlayışı olarak kabul görmüştür. Ve temelinde Türkmilliyetçiliği yatar. Bu fikriyatın fikir babası Ziya Gökalp’tir.
Ziya Gökalp, “Türkçülüğün Esasları isimli eserinde; “Türkçülük, Türk milletini yükseltmek demektir” der. Türk toplumunun geçmişi, bugünü ve geleceği üzerinde özellikle kültür temelli olarak yoğunlaşır. O nedenle
“Türk Milleti’ndenim, İslam Ümmet’indenim, Garpmedeniyetindenim.” İfadesini önemle vurgular. Gökalp, Avrupalıların ilerleyişleri sayesinde tank, uçak, denizaltı yapabildiklerini; bizim ise top ve tüfekten ileri gidemediğimizi söyler ve sorar:
“Gerek dinimizin gerek vatanımızın istiklalini nasıl müdafaa edebileceğiz? Bu dini ve vatani tehlikeler karşısında yalnız bir kurtuluş çaresi vardır; o da Avrupalılar kadar ilerlemektir.” Bu nasıl olacaktır? Ziya Gökalp bu soruya; “Başka uluslar, çağdaş uygarlığa girmek için geçmişlerinden uzaklaşmak zorundadırlar; oysa Türklerin çağdaş uygarlığa girmeleri için, yalnız geçmişlerine dönüp bakmaları yeter” diye cevap verir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk, Kurtuluş Savaşı’ndan sonra ülkenin temelini atarken bu fikriyattan etkilenmiş, “benim fikri babam Ziya Gökalp’tir” demiştir. Atatürk, Gökalp’in “1. Halka Doğru, 2. Garba Doğru” şeklinde gösterdiği iki hedefe yönelmiştir.
Ziya Gökalp, II. Meşrutiyetten sonra İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır şubesini ve İstanbul’da Türk Ocağı kurucuları arasında yer alan bir şahsiyettir. Ülkücülük bu çerçevede şekillendiğine göre;
“Talat ve arkadaşlarının çoğu Mason idi. Laiklik, şapka ve harf inkılabı gibi teşebbüsleri başlatan İttihatçılardır. Birkaç Ermeni genci, bunları vurup Türklerin de intikamını aldı(Türkiye Gazetesi yazarıEkrem Buğra Ekinci) sözlerini söyleyen veya destek veren bir zihniyetle Türk milliyetçileri nasıl aynı gemide olur?
Özellikle Türkeş’ten sonra Ülkücü hareket, fikri anlamda hedef ve amacından uzaklaştırılmaya çalışılmış, bir plan dahilinde siyasal İslamcılara payanda yapılmıştır. PKK lideri Abdullah Öcalan’a “Kurucu Önder” diyen Bahçeli, vefat eden DEM milletvekili Sırrı Süreyya’nın fotoğrafını şefkat ve saygı ile okşamıştır. Kendi ocağında yetişen Doç. Dr. Sinan Ateş’e bir taziye mesajı bile göndermeyi çok gören bir lider, Türk milliyetçisi fikriyatının öncüsü olabilir mi?
Bir ara sosyal medya platformunda rastlamıştım: “Son 20 yılın hasar raporu: Ülkücüler kimliklerini, Solcular ideolojilerini, İslamcılar imanlarını kaybetti.”
Türk siyasetindeki üç ana akım üzerine yapılan bu tespit üzerine uzun uzun düşünmek gerekir.
Türk milliyetçiliği davası, Sünni İslam kavgasına alet edilemez. “Sünnilik Arap, Şiilik Fars emperyalizmidir” diyen EBULFEZ Elçibey’i rahmet ve minnetle anıyorum.
Türkiye’deki Sol ise yerli ve milli bir ideolojiye sahip değildir. Romantik bir devrim ülküsü etrafında kümelenen bu kesim; kimi zaman Marksçı (Marksist), kimi zaman Maocu vekimi zaman da Enver Hocacı bile olmuştur. Bu nedenle ideoloji anlamda kullandıkları kavram bir yumrukla darmadağın edilmiştir.
Atatürk: “Ben her şeyden önce bir Türk milliyetçisiyim. Böyle doğdum. Böyle öleceğim” diyor. Atatürk’ü sevmeyen ne Ülkücü ne de cumhuriyetçi olabilir. Lakin istismarı her zaman mümkündür.
Siyasal İslamcılar ise iktidara geldiği her ülkede demokrasi ve hukuku yok etmeye çalışmış, İslam’ın emirlerini kendilerine göre yontarak çıkar peşinde koşmuşlardır. Siyasal İslamcıların kötü örnekleri milleti dinden soğutmuş, özellikle gençler deizme ve ateizme yönelmişlerdir.
Emperyalizm, Ülkücüler ile Sol cenahı “Komünizmle mücadele” adı altında çarpıştırarak siyasal İslamcılara BOP gereği yol açmıştır. İlk iki kesim birbirlerini boğazlarken, üçüncü akım “suya sabuna dokunmadan” yoluna devam etme imkânı bulmuştur.Ama iki taraftan 5000 genç kara toprağın soğuk bağrına gömüldü, otuza yakını da idam edildi.
Yaş kemale erince bunların bir oyun olduğu, Ülkücü ve Solcuların emperyalizm ve yerli uşakları tarafından kullanıldığı gerçeği ile yüzleştim. Örneğin; bizim gençlik yıllarımızda Solcular Ülkücüleri “Faşist”, Ülkücüler ise Solcuları “Komünist” diye yaftalardı. Ya Siyasal İslamcılar? Onlar da her iki kesime “Kavmiyetçi” damgası vururdu.
Gençlik yıllarında “Solcu” diye karşı karşıya geldiğim bazı arkadaşlarla “Atatürkçülük, cumhuriyet ve demokrasi” üzerinden uzlaştığımı görünce hayıflanıyorum.
Sonuç olarak; Ülkücüler, savundukları değerlerin dışına itilmiş ve bilinçli olarak parça parça edilmiştir. Ve hala amip gibi bölünmeye devam etmektedir. Mademki bir dava ve hedef yoktu, “vatan-devlet-ezan- bayrak” gibi kutsal değerleri kullanarak onca insanın yok olmasına neden sebep olunmuştur?
Rahmetli Galip Erdem: ‘Bizler davayı Ağrı Dağı'nın zirvesine çıkartacaktık. Yola koyulduk, bin zahmet, emekler, acılar çekerek tırmandık, Ağrı Dağı'nın zirvesine vardık. Zirveye vardığımızda sevincimiz sonsuzdu ama küçük bir noksanımız olduğunu fark ettik, davayı dağın eteklerinde unutmuştuk. Meğer biz davayı değil, kendimizi zirveye çıkarmıştık’ diyor.
Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, insan haklarına saygılı bir devlet anlayışından uzak olan biri, Türk milliyetçisi olabilir mi? Ülkücüler demeli ki: “Boş laflara karnımız tok, eylem ve icraat istiyoruz.”Avrupa Birliği perspektifinde Türkiye'yi yaşanabilir, kalkınmış bir ülke yapma ideali bu ülkede yaşayan her bireyin hedefi olmalıdır. Özellikle Türk milliyetçilerinin kendilerini yeniden tanımlamaya ihtiyacı bulunmaktadır.Ülkücüler, ya “Lidere biat şereftir” ve “Ülkücülük MHP’de yapılır” gibi içi boş sloganın ardında savrulup gidecekler ya BOP gibi projelerin figüranı olacaklar ya da özüne döneceklerdir.
Bu bir sorgulama, değişim ve gelişim olarak algılanmalı ve Türk milletinin bekası ve yükselmesi hedefine emin adımlarla ulaşılmaya çalışılmalıdır.Aksi halde Ülkücü hareketin çilekeşlerinden Ömer Ekinci’nin dediği noktaya ulaşılır.
"HAKKINI HELAL ET GENÇLİĞİM, DEĞMEYECEK ADAMLAR İÇİN HARCADIM SENİ"