YouTube üzerinden yayınlanan ve yoğun ilgi gören “Sessiz İstila” isimli kısa film, siyasetin ve halkın gündemini altüst etti. Kimi görsem, göç ve göçmen karşıtlığı gibi konuları tartışmaya açıyor. "Ülkemde mülteci istemiyorum" çığlıkları yükseliyor.
Yıllarca Zafer Partisi lideri Prof. Dr. Ümit Özdağ uyarır, ben de dilimin döndüğü aklımın erdiğince bu konuyu belirli aralıklarla bu köşede yazarım. Filmde ne var ki, böylesine etki yarattı? Filmde, “2043 yılında Suriyelilerin Türkiye'de yönetimde ve sosyal hayatta hâkim bir konuma geldiği, Türklerin ise, iş bulamadığı ve Türkçe konuşamadığı” bir senaryo gösteriliyor. Tabi ki, gerçeklikten uzak, abartılı ve kurgusal bir film! Bu tür filmler, halkın dikkatini bir soruna yöneltmek ve kamuoyu oluşturmak için çekilir. Böyle bir sorun var mı, yok mu? Var. Halk, sığınmacılar konusunda yürütülen politikalardan şikayetçi olduğu için bu filme ilgi gösterdi. Halk; Sinan Ogan’ın deyimiyle, ''Bu misafirlik bitsin artık'' diyor.
Bu filmin gösterimine tepki gösteren iktidar; “Filmin halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiğini” söylüyor. Emniyet yetkilileri de aynı paralelde açıklama yapıyor: "Bahse konu olan video; sığınmacılar ve düzensiz göçmenlerle ilgili bilgileri manipüle edip gerçekleri çarptırarak yayımlanmıştır.” İyi de kurgusal bir filmin, gerçeklerin ötesinde hayal ürünü olduğunu ve abartı içerebileceğini herkes bilir. Televizyon ve sinemalarda hayal ürünü ve kurgusal o kadar çok film var ki… Örneğin çok izlenen “Destan, Teşkilat ve Kuruluş Osman” gibi diziler, bazı tarihi gerçekleri manipüle ve çarpıtarak çekilmiyor mu? Öyle de olması gerekir. Zira filmin izlenebilmesi için heyecan katıcı bazı hayali sahnelere ihtiyaç duyulabilir.
Milletin aklı ile alay etmenin ve onları aptal yerine koymanın bir mantığı yoktur. 10 milyona yakın sığınmacı sorunu, sadece “göçmen” ya da “zorunlu göç” kavramları ile açıklanamaz. Ensar ya da muhacir kavramları ile de bir ilgi ve alakası yoktur. Türkiye adı konulmamış planlı ya da plansız bir sığınmacı istilası ile karşı karşıyadır.
Ülkemizde sığınmacı sorunu konusunda, her konuda olduğu gibi bölünmüş bir yapı vardır. “Bazı insanlar ve gazeteciler ilkesel, bazıları mezhepsel veya siyasi sebeplerle sığınmacılarla dayanışırken… Diğer bir kesim, sığınmacıları ülkenin sırtında bir yük ya da güvenlik problemi olarak görmektedir.” Böyle önemli bir meselede sesini çıkarmayan… “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyen…Ne sığınmacı karşıtlarını ne de hükümeti kızdırmak istemeyen “mütereddit” bir kesim var ki; onlar kör… Onlar sağır…Onlar dilsiz…
Kimileri de çıkmış, “etnik kökene ve dini tercihe saygı duyun” diyor. Beyler… Türkiye’yi kuranlar; bu topraklarda yaşayan insanların kimliği ve inancı ile ilgilenmemiş, “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlanan herkes Türk’tür” demiştir. Siz bunun yeni farkına vardınız! Lakin “Savaştan kaçmış bir millete, tarihini savaşarak kanıyla yazmış bir milletin vatandaşlığı verilemez” düşüncesini de yabana atmamak gerekir. “Bas parayı al vatandaşlığı… Türk vatandaşlığı kazanmak sığınmacılar için böyle kolay olmamalı! Zorlaştırılır ise geri dönüşler hızlanabilir.
Hükümetin bu yanlış sığınmacı politikasına kim karşı çıksa, itham hazır! “Irkçı…Faşist…Sığınmacı düşmanı…” Bir vatansever Türkün; ülkesinin bekasını düşünmesi, ülke kaynaklarının sığınmacılara harcanmasına tepki göstermesi, demografik yapısının sığınmacılar lehine değişme ihtimaline binaen önlem alınmasını istemesi, neden “ırkçılık olsun? "Türk Milliyetçiliği, Irkçılık Değildir." Sığınmacı düşmanlığı yapmak başka, ülkenin bekasını düşünmek başkadır.
Birileri de çıkıyor: “Efendim, göçmenlik evrensel bir insan hakkıdır.” İyi de bu gelenler göçmen değil ki, Sığınmacı… Onca göçmene kapılarını açan ABD ve Avrupa AB ülkeleri sığınmacıların kendi ülkelerine gelmesini kabul etmiyor. Ne diyor? “Aman Türkiye, yaman Türkiye, sığınmacıları sakın bize göndermeyin! Size para verelim, onları kendi topraklarınızda tutun!” diyor.
Deli mi bunlar?
Zafer Partisi lideri Ümit Özdağ’ın; "Sessiz İstila" filmini Hande Karacasu'dan sipariş ettiğini ve masraflarını kendi karşıladığını” belirten açıklaması; resmi makamlardan ve iktidar yanlısı kalemlerden sert tepki aldı! Ağza alınmayacak suçlamalara maruz bırakılarak, “suç duyurusu” resti çekildi. Özdağ’ın cevabı ise gecikmedi: "Suç duyurusunda bulunmayan namerttir. Asıl siz Türk Milleti'nin milli vicdanı tarafından Türk tarih mahkemesinde yargılanıp mahkûm olacaksınız. Emperyalist bir iç savaş projesinin taşeronluğunu yapıyorsunuz. Türkiye'nin milli kimliğine suikast düzenliyorsunuz."
Ortalık kızıştı! Olayı sadece film olarak görme olgunluğuna erişmemiş Türk siyasetinde yeniden hakaretler ve ağız dalaşı başladı. Olay büyüdü! “Kambersiz düğün olur mu? Olmaz. Devreye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu girdi. Soylu, bir TV programında Özdağ için: "Kendisi adam yerine girmeye çalışıyor. Hayvandan aşağı bir adamdır. Soros çocuğudur ve operasyon çocuğudur. İstihbarat elemanı olduğu apaçık bellidir" dedi.
Ümit Özdağ’a haklı olarak cevap hakkı doğdu. "Zerre kadar erkeklik onurun varsa beni kapının önünde bekle! Seni yarın İçişleri Bakanlığı'nın önünde bulacağım oğlum! O zaman göreceğiz kim operasyon çocuğu, kim Soros'un çocuğu. Saat 11:00'de. Erkeksen orada bekle" açıklaması geldi. Biri İçişleri Bakanı, diğeri bir parti lideri ve akademisyen...Türk siyasi hayatı hiçbir döneminde böylesine dip yapmamıştı. Söz konusu düello, polisin Özdağ’ın yürüyüşünü engellemesi ile vukuatsız sona erdi. Ne demişler atalar: “Büyük lokma ye büyük konuşma!”
Ümit Özdağ olayı, iktidarı sarsmış ve zor duruma düşürmüştür. “Kimse Suriyeli kardeşlerimizi gönderemez!” diyenler…Şimdi 1 milyon sığınmacının geri döneceği sinyalini veriyor. Ümit Özdağ’ı yakinen tanımama rağmen, kendisini bu köşede bazı konularda eleştirenlerden biriyim. “Özdağ; iyi bir vatansever, iyi bir Türk milliyetçisi ve milli güvenlik politikaları konusunda uzman bir akademisyendir. Lakin iyi bir siyasetçi olamadı” diye yazmış, Buğra Kavuncu’ya karşı delilsiz ithamları konusunda eleştirmiştim. Şimdi iyi bir siyasetçi olma yolunda hızla ilerliyor.
İçişleri Bakanı’nın Özdağ hakkındaki iddiaları yenilir yutulur cinsten değildir. Varsa elinde bir delil, kamuoyuna açıklamak durumundadır. Aksi halde Özdağ, yıldızlaşır. Birçok kişi ve gazeteci, iktidara muhalif fikirleri nedeni ile FETÖ suçlamasına maruz bırakıldığı için, artık kimse yemiyor! O nedenle Özdağ için; “15 Temmuz darbesini tamamlamaya çalışıyor” iddiası havada kalmıştır. Zira Özdağ, Türk milliyetçisi kimliği ile FETÖ karşıtı bir akademisyendir. Ümit Özdağ’ın, Sinan Ogan’ın ve bu satırların yazarının FETÖ lideri ile çekilmiş ne bir resmi ne bir paylaşımı ne de övücü konuşmaları yoktur. Sosyal medya arşivi gerçeklerin gizlenmesine engeldir. Buyurun “Halil İbrahim Sofrasına…”
Ayrıca Özdağ, “Soroscu” da olamaz. Bu iki ismin birbirleri ile ideolojik anlamada bir araya getirilmesi mümkün değildir. Türk milliyetçilerinin, “Soros zihniyeti” ile hep mücadelesi olmuştur. Soros; “Suriyeli sığınmacılar Türkiye’de kalmalıdır” derken… Gerçek Türk milliyetçileri, “bu misafirlik bitsin!” diyor. O zaman kim Soroscu? Atalar “söz gümüşse, sukut altındır” demişler. Devlet adamları, birilerinin önüne koyduğu her evrakı imzalamaz ya da önüne getirilen her nota itibar etmez! İnceler, düşünür ve delillere göre hareket eder. Devlet konuşmaz, gereğini yapar!
Bu olay, Zafer Partisi’nin oyunu artırır mı? Anketlerde %1 oyu bile görünmeyen Zafer Partisi ve lideri Özdağ, sığınmacılar üzerinden ülke gündemini belirleyip, tüm siyaseti arkasından sürüklemiştir. Eğri oturup, doğru konuşalım, Soylu üzerinden AK Parti kaybetmiş, Özdağ; halk nezdinde puan toplamıştır.
Ülkedeki gelişmelerden rahatsız olmakla birlikte hem iktidarı hem de muhalefeti etkisiz gören bir kesim Zafer Partisi’ne yönelebilir. Zira Özdağ, sığınmacı sorununu kitlesel hale getirdi. Zafer Partisi, sırf bu yüzden hatırı sayılır bir oy oranını yakalarsa şaşırmayın! Lakin yanlış bir strateji ile Millet İttifakı da bu işten zarar görebilir. Hükümet te bunun farkındadır. Özellikle geçtiğimiz yıl Afganistan’dan gelen göçmenlerin sınırı kontrolsüzce geçmesi, ağır ekonomik bunalım ve halkın tepkisi, hükümeti de eski söyleminden vazgeçirmiş görünüyor. İktidar ve yandaş medyası; geçmişteki ümmet kardeşliği ile başlayan ve ilk günden göçmen politikalarına ilişkin her eleştiriyi göçmen karşıtlığı ve hatta din karşıtlığı kalıbına sokan yaklaşımını terk ediyor. Resmi ağızlardan milyonlarca göçmenin geri gönderilmesine ilişkin cümleler dökülmesi bunun kanıtıdır.
Umarım sert esen bu rüzgarlar fırtınaya dönüşmez. Burada en büyük görev, siyasi iradeye düşmektedir. Zira sığınmacı sorunu neticede bir politika sorunudur. Ve politik karar veren, kanun çıkaran ve sığınmacıların hayatını düzenleyen kurumlar üzerinden tartışılması en sağlıklı yoldur.
Aman kışkırtıcı eylemlere ve provokasyonlara dikkat! "Su uyur düşman uyumaz.” Zaafımızı kollayanlar tetiktedir. Haklı iken haksız duruma düşmemek gerekir. Önlem alınmaz ise, bu tür yanlış politikaların getirdiği toplumsal krizler kapımızda…