Her dönemi kendi şartlarında değerlendirmek ve gelişmelere göre vaziyet tesis etmek en doğru yöntemdir. Zira bugünün koşulları farklı olabilir. Buna “zamanın ruhu” da denir.
Zamanın ruhu kavramı, “bir döneme hâkim olan düşünme ve hissetme tarzını, zihniyeti anlatır. Lakin geçmişin olaylarından dersler çıkarmak, deneyimli ve öngörüsü yüksek liderlerin söyledikleri altın değerindeki sözleri de dikkate almak gerekir.
Hele bu lider Atatürk ise…
Atatürk’ün, bir dönem Türk dış politikasının belirlenmesinde etkili olan, 5 dış politika ilkesinden bahsetmek istiyorum. “10 numara 5 Yıldız” diye bir tabir var ya…Aynen öyle.
Günümüzde Türkiye’nin dış politikasını bu “5 ilke” ışığında yorumladıktan sonra Rusya-Ukrayna Krizi’ne değinmekte fayda var.
Birincisi, “Komşularınızın iç işlerine karışmayın.” Komşuların, özellikle Suriye’nin içişlerine karıştık mı? Karıştık! Sadece terörle mücadele noktasında, PKK ile ilgili müdahil olsak, bugün bu yoğunlukta mülteci sorunu yaşanmayabilirdi. Suriye lideri Esad ile diplomasiyi geliştirmek yerine, rejim güçlerine karşı silahlı mücadele veren, Özgür Suriye Ordusu’nu destekledik. Şimdi hem Türkmen kardeşlerimizi yalnız bıraktık hem de Suriyeli sığınmacı sorunları ile uğraşıyoruz. İyi günlerimiz olduğunu düşünüyorum! “Daha neler olacak neler…”
İkincisi, “Rusya’yı tahrik etmeyin.” ABD ve NATO eylem ve söylemleri ile Putin’i tahrik etti. NATO’nun Karadeniz’de konuşlanacağını ve Ukrayna’nın NATO içerisinde yer almak istediğini değerlendiren Rusya, önce Kırım’ı iltihak etti. Sonrasında ise Ukrayna’ya işgale başladı. Rusya’nın görünüşte bir gerekçe üretmesine imkân verildi. Adeta, “tahrik” edildi.
Biz ise iki arada bir derede kaldık. Yani gelişen olaylar karşında, ne yaparsak yapalım, kabak bizim kafamızda patlayacak. Zira NATO ülkesiyiz, Ukrayna’nın toprak bütünlüğüne saygılıyız ve işgali doğal olarak onaylamıyoruz.
Rusya’ya ise göbekten bağlıyız. Enerji, tarım ve turizm alanında karşılıklı ticaretimiz var. Bir Rus uçağının düşürülmesi ile ekonomisi sarsılan Türkiye, Putin tarafından veto yerse, halimizi düşünmek bile istemezsiniz!
Üçüncüsü, “Arap ülkeleriyle tarihi, sosyal, kültürel ilişkilerinizi geliştirin. Fakat aralarındaki anlaşmazlıklara karışmayın.” Libya’nın ve Mısır’ın iç işlerine karıştık mı? Keşke “Hayır” diyebilsek! İhvan hareketinin Mısır’da darbe yemesi üzerine, “Rabia” işaretleri ile Sisi’yi düşman ilan ettik. Toplu cenaze namazları kıldık! Şimdi de iyi ilişkiler kurma adına çabalayıp duruyoruz.
Bazı Arap ülkelerinin birbirleriyle anlaşmazlıklarında net bir tavır göstermeye ve taraf olmaya gerek yoktu. Dış politika, ince bir diplomasi ile gerektirir. Mısır’ı kimin yönettiğinin Türkiye açısından bir ehemmiyeti yoktur!
Dördüncüsü, “Sormadan akıl vermeyin.” Komşu veya diğer ülkelerin liderleri bir şey sorarsa Türkiye’nin görüşü açıklanabilir. Arap ülkelerine verilen her akıl onları tedirgin etmekte, Türklerin “Yeni Osmanlı” hayali olarak algılanmaktadır. Örneğin; Biz Filistin için her türlü desteği verirken, İsrail katliamlarını kınarken… Onlar, BM’lerde aleyhimize oy verebilmektedir.
Bir değil hem de kaç kez. Türkiye, “Bölge lideri, büyük abi” iddialarını seslendirirken, Arap ülkelerinin düşmanlıkları katmerleşmektedir. O nedenle diplomasi ve lobi faaliyetleri önemlidir.
Beşincisi; “Batı kültürünü benimseyin, fakat onların emperyalist emellerine alet olmayın.” Biz demokrasi, hukuk ve evrensel değerler bakımından Batı kültürünü ve özellikle demokratik kurumlarını yok sayamayız. Zira Batı hem insan yaşamı hem de gelişmişlik açısından bizim için bir hedeftir. Onun için Ziya Gökalp, "Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Batı medeniyetindenim" diyerek, bulunmamız gereken yeri ve duruşumuzu formüle etmiştir.
Batı için dost ülke, düşman ülke kavramı yoktur. Menfaatleri varsa dost, yoksa düşman olurlar. İlişkileri bu temelde kurmak gerekir. Her sırtımızı sıvayanı veya elimizi tutanı dost zannedip, “kardeşim” deme huyundan vazgeçmeliyiz. Zira uluslararası ilişkiler ahbap çavuş ilişkileri ile yürümüyor.
Türkiye devlet geleneği, coğrafi ve stratejik konumu ile “es” geçilecek veya üzeri çizilecek bir ülke değildir. Fakat petrolün çekiciliğiyle cazibe ve uluslararası büyük emperyalist oyunların alanı olan Ortadoğu’da; bizi kullanmalarına müsaade edilmemelidir. BOP tıkır tıkır işliyor.
ABD,1 Mart tezkeresinin Meclis’te kabul edilmemesi olayını hala unutmadı. Güneyimizdeki “PYD/YPG kantonlar kuşağının, ABD himayesinde Hatay’a doğru sarkması” da Türkiye’ye kesilen faturalardan biri.
Türkiye için Fırat’ın batısı, “kırmızı çizgidir.” ABD ve İsrail’in PKK’nın Suriye uzantısı olan PYD/ YPG yapılanmasına her türlü silah ve eğitim desteği verdiği düşünülürse, tehlikenin boyutu daha iyi anlaşılır.
Esad ile hala bir anlaşma zeminine varılamaması ise, Türkiye için bir handikap gibi görünüyor. Arkasındaki Rusya desteği ile Esad, ülkesinde önemli bir güç haline geldi. İlişkileri geliştirmekten başka çare yok.
Rusya- Ukrayna Krizi ise üzerinde düşünülecek, ani kararlardan ve hamasi nutuklardan uzak durulacak bir sorun. Ülkelerin tarihinde böyle sert fırtınaların olduğu yıllar gelir ve geçer. Bu fırtınalı dönemi soğukkanlılıkla atlatmak da fayda var.
Türkiye, binlerce yıllık tarihi geçmişi ve oturmuş bir devlet geleneği ile birçok sert fırtınalara göğüs germiş bir ülkedir. Bunlar da geçecektir. Önemli olan Türkiye’nin milli ve manevi değerlerine sahip çıkarak; laik, demokrat ve sosyal hukuk devleti ilkelerinden ayrılmadan, Batı ile zaten var olan ittifakları güçlendirmesidir.
Şunu da ilave etmek gerekir ki; Ne olursa olsun, dışarıdan bütün tehditlere karşı ittifakları güçlendirirken, içerde milli birlik ve beraberliğimizi korumak mecburiyetindeyiz.
İç siyasete geleceğimizi kurban etmeyin!