Sizler de farkındasınız umarım. Bir önceki Prof. Dr. Erdoğan Teziş yönetimindeki Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) ndan en çok şikayetçi olan hükümet kanadıydı. Bağımsız Anayasal bir kurum olan YÖK’e istediklerini yaptıramadıkları için başta başbakan olmak üzere bakanlar sık sık eleştiri getiriyordu. Aslında o dönemde hükümet tüm kurumlarla adeta bir çatışma içindeydi.
Peki şimdi niye hükümetle YÖK arasında su sızmıyor. Her şey güllük- gülistanlık dersiniz? Çünkü bağımsız olan, tarafsız olması gereken YÖK diğer bazı kurumlar gibi hükümetim emrine girdi.
Zaman zaman YÖK’ü eleştirenler var, öğrenciler de protesto ediyor. Ancak 1982 Anayasası ile kurulan YÖK’ü daha iyi kavrayabilmek için sizi, biraz o döneme götürmek istiyorum.
1981 Üniversite reformundan önceki yıllarda, Türk yükseköğretim sistemi beş tür kurumdan oluşmaktaydı:
- Üniversiteler,
- Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı akademiler,
- Bir kısmı diğer bakanlıklara, çoğu Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı iki yıllık meslek yüksekokulları ile konservatuvarlar,
- Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı üç yıllık eğitim enstitüleri,
- Mektupla öğretim yapan YAYKUR
Yükseköğretimin tüm düzeyleri için etkili ve koordineli bir merkezi plânlamanın olmaması, özellikle de altmışlı ve yetmişli yıllarda yükseköğretim kurumlarının sayısı, çeşidi ve öğrenci sayıları ile başka bir çok hususta gözlenen hızlı artış nedeniyle yukarıda belirtilen yükseköğretim sistemi bir süre sonra başarısızlık ve yozlaşma işaretleri vermeye başlamıştı. Bunlara ek olarak 1960-80 arasında ortaya çıkan siyasi, sosyal ve ekonomik sorunlar, yükseköğretimdeki kötüye gidişi daha da artırmış, bu nedenle yetmişli yılların sonunda köklü bir reform kaçınılmaz hale gelmiş ve sonunda 1981 reformu yürürlüğe konmuştu.
Yükseköğretim, 1981’de çıkarılan 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile akademik, kurumsal ve idari yönden yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Bu kanunla ülkemizdeki tüm yükseköğretim kurumları Yükseköğretim Kurulu (YÖK) çatısı altında toplanmış, akademiler üniversitelere, eğitim enstitüleri eğitim fakültelerine dönüştürülmüş ve konservatuvarlar ile meslek yüksekokulları üniversitelere bağlanmıştır. Böylece, söz konusu kanun hükümleri ve Anayasa’nın 130. ve 131. maddeleriyle kendisine verilen görev ve yetkiler çerçevesinde özerkliğe ve kamu tüzel kişiliğine sahip bir kuruluş olan Yükseköğretim Kurulu, tüm yükseköğretimden sorumlu tek kuruluş haline gelmiştir.
Aslına bakarsanız siyasetten tamamen arınmış bu özerk kurum, bu reformlara rağmen siyaset kurumunun emrinden hiçbir dönemde de çıkamamıştır.
Bütün bunları niye anlatıyorum. Konunun bir ucu bizi, daha doğrusu Antalya’yı ilgilendirdiği için bu konuya girdim.
AKEV’İN BİR SUÇU MU VAR?
Kararlarında özerk bir kurum olarak tarafsız olması gereken YÖK, uygulamaya gelimce taraf olmanın güzel örmeklerini veriyor. Konu İmam Hatip’den mezun olanları ilgilendirdiği için, meslek liselerinin üniversiteye giriş katsayıları konusunda, yargıya rağmen ısrarcı olan YÖK, hükümete yaranmak için bin takla atarken, yasal çerçevede kendisine yapılan Vakıf üniversitelerine izin konusuna gelince yandaşlara öncelik vermenin de yarışını sürdürmektedir.
Kısa adı AKEV olan Antalya Eğitim Vakfı, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün her yıl taktirini kazanan gerçek br vakıftır. Birilerinin yaptığı gibi ne Devlet’den vergi kaçırmak için kurulmuş, ne de başka amaçları vardır. Tek amacı, halkın üç-beş kuruşluk birikimleri ile vatana ve millete eğitim hizmeti vermektir. Bir eğitim yuvasıdır. Ana Okulu’ndan başlayarak üniversiteden mezun etmek onlar için bir ülküdür, idoldür.
AKEV; bir ordu gibidir. Başkomutanı Selahattin Çiçek denen, asıl mesleği öğretmenlik olmasına rağmen, bu vakfın amaçlarına ulaşabilmesi için her türlü kılığa giren bir eğitim kahramanıdır. Zengin değildir, ayakkabıları hep çamurludur, “Antalya Üniversitesi’ne bir tuğla senden” diyerek kapı kapı dolaşıp adeta dilencilik yapan bir adamdır o.
Bu Vakıf 2008 yılının 17 Nisan günü Antalya Üniversitesi’ni kurmak üzere Akdeniz Üniversitesi’nin referansı ile YÖK’e başvurmuş ve aynı yıl içinde de Kadriye Belediyesi’nin tahsis ettiği arazi üzerinde üniversite kampüsünün temellerini atmıştır.
Vakıf Üniversitelerinin kuruluşu ile ilgili olarak daha sonra yapılan yönetmelik değişikliği uyarınca AKEV’den 15 milyon lira nakit mal varlığı istenmiş, uzun uğraşlardan sonra mevcut mal varlığı yanında 44 milyon lira nakit varlık gösterilmiştir.
Bu gelişmelerden sonra 2010 yılında, başvuruları AKEV’den çok sonra olmasına rağmen Alanya’da Hamdullah Emin Paşa Vakfı ile Antalya’da Gaye Eğitim Vakfı’nın Uluslararası Antalya Üniversitesi’nin kuruluşuna izin verildi. Üstelik işadamı Fettah Tamince’nin Başkanlığını yürüttüğü Gaye Vakfı’nın üniversite temelini de TBMM Meclisi Başkanı Mehmet Ali şahin attı.
Bu iki üniversiteye neden izin verildiğini sorgulamıyorum, üstelik Antalya iki yeni üniversite kazandığı için mutluyum, ancak AKEV’e neden izin verilmediğini de merak ediyor ve kamuoyu adına soruyorum. Ayrıca Antalyalıların YÖK’ün bu çifte standartından şikayetçi ve rahatsız olduklarının da bilinmesini istiyorum.