ANTALYANIN KAHYASI

Hangi Bayram?

Gazeteciliğin zorluğunu, meşakkatini, çilesini ve bir o kadar da zevkini artık bir kenara koyarak fotoğrafa bakarsak; başta meslek örgütleri ve bu örgütlenmeleri oluşturan bizlerin sessiz kalması, başka bir ifade ile iktidar erkinde korkmaları yüzünden bugünlere geldik.

 

Bab-a Ali denen o yüksek kapıdan kimler geldi, kimler geçti ama tek bir gerçek var; iş dünyası medyaya hakim olana dek hepsi siyasal iktidarlar karşısında dimdik durdular, boyun eğmediler, taviz vermediler ve her zaman halkın yanında yer alarak iktidarları özgürce eleştirdiler…

 

Söylediğim bu süreçte gazeteler sansür edildi, iktidardan yana olmayan yerel gazetelere ilan verilmedi, iktidar aleyhine yazdıkları yüzünden gazeteler kapatıldı, patronlar tehdit edildi, gazeteciler hunharca katledildi, kağıt tahsisleri kaldırıldı, resmi ilanlar verilmedi; ama gazete patronları da gazeteciler de dimdik ayakta kaldı, hiçbir dönemde pes etmedi, çünkü halk onlara sahip çıktı.

 

Bu dönemde gazeteciler saygın insanlardı. Masal gibi değil mi?

Saygınlık ve güven… Gazetecinin en önemli iki vasfıydı… Gazeteciler parti liderleri ile memleketin halini tartışır, karşılıklı fikir teatisinde bulunurlardı. Gazetelerin yazdıklarına, eleştirilerine siyasetçi, özellikle iktidar ve o’nu temsil eden taşradaki yöneticiler gazetecilerin yazdıklarını araştırır, soruşturur ve gereğini yaparlardı. Devleti yönetenlerin saygı ve güveni otomatikman gazetecilere ve yazarlara yansırdı.

 

Bu durum yukarıda da söylediğim gibi iş aleminin, gazete, televizyon satın alarak para babalarının medyada girmesi ile son buldu. 1980’li yılların ortalarında medya-iktidar-medya saç ayağından söz edilir oldu. Gazete patronları o yıllara kadar Yasama-Yürütme ve Yargı erklerinden sonra 4. Kuvvet olarak bilinen basını adeta bir silah olarak kullanmaya başladılar. Daha düne kadar gazetecilik dışında başka hiçbir iş yapmayan gazete patronlarının profili değişmiş, yerlerine elindeki güçlü gazete ve televizyonlar sayesinde devlet ihalelerine giren, banka satın alan, iktidarların istediklerini yazıp-çizen, iktidarla ve mafya ile salvo yapan, vergi ödemeyen, devletten aldıkları kredileri geriye vermeyen patron profili oluştu.

 

İşte ipler o zaman koptu:

  • Gücü arkasına alan ve kendi aralarında centilmenlik anlaşması yapan patronlar, önce gazetecilerin örgütlenme haklarını ellerinden aldılar. Sendikadan istifa etmeyen gazeteciler kapı önüne kondu, istifa için noterlerde kuyruk oluşturduk, hepimiz sustuk…
  • İşsiz kalan gazetecileri, diğer gazete işe almadı. Çünkü aralarında sözde centilmenlik anlaşması vardı, gazetecilerden işsizler ordusu oluştu, yine hepimiz sustuk…
  • Sonra aynı patronlar tarafından gazetecilerin editoryal bağımsızlı ellerinden alındı. Patronun yakınları, iktidarlardaki dostları aleyhine yazı yazan gazeteciler kovuldu, ya da yazmamaya başladı, bütün bu işlerin müsebbipleri, yakalarına Genel Yayın Müdürü yaftası yapıştırılmış, patronların yalakaları yüzünden yine susmayı tercih ettik…
  • İktidar edenler, Devletin bankalarının geriye ödenmeyen kredileri sayesinde gazetelere, televizyonları birer birer satın aldılar, satmayanlara vergi memurlarını gönderip gazetenin değerinin üstünde cezalar yazdılar yine sustuk…
  • Daha yeni Hürriyet Gazetesi’nin satışı nedeniyle Demirören ailesinin bir kamu bankasından aldığı 750 milyon dolar kredinin tek kuruşunun geriye ödenmediği ortaya çıktı ama, birkaç kalem dışında hiçbir gazete bunu yazamadı… Yine sustuk…

 

Susmaya, konuşmamaya devam ediyoruz. Çünkü bu suskunluklarımızın faturası çok ağır olarak karşımıza çıktı. Demokrasi ile yönetildiğimizi sanarak, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tek adam dönemine girdiğimizi bile göremedik ve sustuk…

 

Dönemin Başbakanı Erdoğan, Ergenekon soruşturması ile ilgili "Bakın Názım ne güzel söylemiş: Ben yanmazsam, sen yanmazsan nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. Elbette yanacağız" demişti, Afyonkarahisar kongresinde şunları da söylemişti;

’’Biz tarihi bir sorumluluk yüklendik. Biz Türkiye’yi aydınlığa kavuşturmak, Türkiye’yi ilerlemesine, büyümesine engel olan o prangalardan kurtarmak için milletimizden yetki aldık. Sizin kararınız, iradeniz üzerinde biz hiçbir güç kabul etmiyoruz.
Elbette yanacağız’’ dedi demesine de hatırlayanınız var mı? Ergenekon soruşturması bir yalandan ibaretti. Bunun hesabı kimseye sorulmadı, o zaman dost, şimdilerde düşman FETÖ’ye fatura kesildi.

Ve aynı başbakan bizim bugünlerde susmayıp söylememiz gereken şu sözleri de söylemişti maalesef;
‘’İşte biz diyoruz ki, elimizi taşın altına koyalım. Gelin Türkiye’yi karanlıklardan aydınlığa çıkarma mücadelesinde buradan nasibini alalım. Gelin hukukun önünü açalım. Hukuka hep birlikte yardımcı olalım. Birlikte demokrasinin standartlarını yükseltelim. Gelin sorun alanlarını tek tek tespit edelim. Ortak çözümler arayalım’’
***

Bugün 24 Temmuz Bayrammış, kime bayram, hangi bayram kime ne, bana ne...

Son söz: Büyük şair Nazım’ın sözlerini gazetecilere adapte edip; Ben yazmazsam, sen yazmazsan nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa. Elbette yazacağız. Üstelik susmayıp yazacağız. Çünkü bu bizim işimiz, siyasetçilerin işi olduğu gibi…
 

Yayın Tarihi
24.07.2021
Bu makale 1304 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!