Birilerini şikayet etmeyi hiç mi hiç hazetmem. Ama bazen olur ki; çaresiz kalırsınız. Haksızlığa uğradığınızı hissetmek de bunlardan biridir. Haksız yere öğretmeninizden azar işitmek, başkasının işlediği suçun üzerinizde kalması, çok sevdiğiniz insanların sizi yanlış anlaması bunlardandır… Şanssızdır bazı insanlar doğuştan…
Bunun örneklerini günlük hayatta hep yaşarım… Yan yana iki bankamatikte sıra aynı uzunlukta olsa, benim girdiğim sıradakilerden biri bankamatik kullanmayı bilmediği için en sona kalırım. Benden sonra gelenler yan sırada işini çoktan bitirip giderler… Yurt dışı grup gezilerinde, ya o ülkeye girerken, ya da çıkarken polis mutlaka ve mutlaka beni tepeden tırnağa sorgular, fotoğraf makineme kadar inceler, uçağa zor yetişirim. Lokantada garson birinin üzerine tabak düşürecekse mutlaka beni bulur ve üzerime boca eder yemekleri… Durakta dolmuş, otobüs beklerim duraktaki insanlar boşalır benimki hala gelmez.
Hep söylerim, bizim gençlik yıllarımızda bir terim vardı:
“Gökten Müjde Ar yağsa, benim başıma Aydemir Akbaş düşer…”
***
Neyse, Pazar günü eşimle birlikte kent merkezinden Lara’ya giderken bulvar üzerinde bir trafik kontrolu yapılıyor. Görevli memur örnekleme usulü olacak ki, iki araca “Geç” derse, üçüncüyü sağa çekiyor. Ya da tersi. Benim de sağa çekilenler içine girdiğimi sanıyorum anladınız.
“Ehliyet, ruhsat efendim”
klasik sözlerinden sonra, bizim sormamıza fırsat kalmadan görevli memur:
- “Efendim emniyet kemeriniz takılı değil. 2010 yılında çok yoğun kemer kontrolu yapacağız” dedi ve arkada bekleyen araçlarına yöneldi.
Damdan düşenin çektiği acıyı damdan düşen bilir. Benim gibi her şehir dışına çıktığınızda trafik cezası öderseniz siz de bilirsiniz. Ben görevli memura :
- “ Beyefendi, emniyet kemeri takmayarak hata yaptım. Doğrudur. Ama Allah aşkına şu yanımızdan geçen araçlara bir bakın hangisinde emniyet kemeri takılı?” diye sordum. Aldığım cevap ilginçti:
- “Beyefendi gölgemizle mi onları da kontrol edeceğiz. İki kişiyiz ve iki araçla ilgilenebiliriz. Sizden sonra onlara da bakacağız”
Tabii atı alan Üsküdar’ı geçti, ama biz ceza makbuzumuz elimizde döndük aracımıza…
"Dinime dahleden bari müslüman olsa"
Biraz üzüntü, biraz kızgınlıkla yolumuza devam ediyoruz. Eşim, sürekli yanımızdan giden, karşımızdan gelen araçlarda kimsenin emniyet kemeri takmadığını söylüyor. Bense sürekli, polislerin görevini yaptığını mırıldanıyorum. İçimden de kızmıyor değilim. Kızgınlığımın nedeni polisin uygulaması. Eskiden böylesi uygulamalarda birincisinde vatandaş uyarılır, ceza kesilmezdi. Örneğin bir sene polisin bir uygulaması ile yaya geçitlerinde kırmızı ışıkta kimse geçmemeye başladı. Görevli polisler kımızı da geçen ya da geçmeye çalışan yayaları önce uyardı. Birkaç gün süren bu uyarıdan sonra hala kırmızı da geçme ısrarında bulunanlara da ceza uygulanmaya başladı ve kırmızıda geçiş tıp diye kesildi, herkes kurallara uymaya başladı.
Niyetiniz ceza kesmekse, elbet bir eksik bulursunuz. Bir keresinde ilkyardım çantasında tebeşir bulundurmadığım için ceza ödemek zorunda kalmıştım. Bu mantıkla kesilen cezalar da içimizi acıtıyor bazen…
Neyse efendim biz Lara’dan geriye döndük. Şehir merkezinde, bir trafik aracı göründü önümüzde. İçinde iki memur var önde oturan… İkisinin de emniyet kemeri takılı değil. Sohbet ederek yollarına devam ediyorlar. Amacım yediğim cezanın acısını çıkarmak değil kesinlikle, ama, “Polisler emniyet kemeri takma konusunda özgürler mi?” diye aklımdan geçirdim. Sonra “Bir kural varsa herkese uygulanmalıdır, bu demokrasinin gereğidir” dedim kendi kendime… Ardından bir dönemin “Güneşin oğlu” lakaplı Antalya Emniyet Müdürü geldi aklıma;
Eşi hanımefendi kendisini ziyarete gelmiş, aracını da Çallı’daki Emniyet’in önüne parketmişti. Müdür Bey yukarıda penceresinden kendisini görmüş ve hemen özel kaleme talimat vererek ;
“Söyleyin Trafik Müdürüne, müdürlüğün önünde bir araç parketmiş. Orada park yasağı yok mu?. Derhal ceza uygulasınlar” diye.
İşte böyle efendim. Benim gördüğüm polis aracının plakası da 07. A. 4864’dü…
Gerisini ben bilmem efendim.