İnsan, toplu halde yaşayan sosyal bir varlıktır. Bu nedenle, toplum içerisinde belli kuralların olması ve insanın bu kurallar çerçevesinde yaşamak durumunda kalması, insan huzur ve mutluluğu için gereklidir.
İşte günümüzde bu kurallara “hukuk” diyoruz.
Modern toplumlarda İnsanlar, kendilerini yönetmek üzere yöneticilerini seçerler. Bu yöneticiler, “ben seçildim, her istediğimi yaparım” anlayışı ile hareket edemez! Onların da var olan kurallara uyması, hak ve adalet çizgisinden ayrılmamaları gerekir.
Türkler, hayatın merkezine devleti, devletin temeline de Töreyi yerleştirmiştir. Hükümdar devleti temsil eden bir semboldür. Hükümdara yapılan saygı, devlete duyulan bağlılıktan gelir.
Ya Hükümdar devleti yönetim biçiminde zaaf gösterirse, ne olurdu? Hükümdar, toplumun ve devleti oluşturan güçlerin birlikteliğini sağlayamazsa ülkeyi felakete sürükleyebileceği endişesi ile Toy(Meclis) devreye girerek Töreye göre hükümdarlığı sonlandırırdı.
Topu sadece yöneticilere atmak da doğru bir yaklaşım değildir. Zira “adaletli bir topluma adil olmayan idareci, adil olmayan bir topluma da adaletli bir idareci gelmez.” Toplumunda sorumlulukları vardır. “Kemâ tekûnû yuvella aleyküm” (Siz nasıl olursanız yöneticileriniz de öyle olurlar).
“Tarihte Hz. Ömer gibi şahsiyetler adaleti ile nam salarken, kimisi de zalimliği ile tanındı. Haccac-ı Zalim gibi… İşte o Haccac günlerden bir gün Küfe halkını bir meydana toplar ve onlara hitaben:
“Burada! Genişçe bir kuyu kazacaksınız. Eğer sabah geldiğimde dediğimi yapmamış olursanız hepinizin kellesini uçuracağım.
Küfe halkı bu durum karşısında ne yapacaklarını şaşırır ve kendi aralarında konuşmaya başlarlar. Derken yaşlı bir zat sesini yükselterek şöyle der:
“Ey ahali, hepiniz biliyorsunuz ki biz sabaha kadar değil, bir hafta çalışsak da kazı işini bitiremeyiz. Haccac’ın derdi bize iş yaptırmak değil bizi katletmek. Gelin onun yolu üzerine derin bir kuyu açalım. Üzerini de örtelim. O ve askerleri sabah gelirken bu kuyunun içine düşsün. Böylelikle biz ölümden kurtuluruz. Ümmet-i Muhammed de bir zalimden…
Haccac, birden çıkagelir ve görür ki, insanlar dediği yeri değil yol üzerini kazıyorlar. Meseleyi anlayan Haccac, yüksek sesle: “Ne yapıyorsunuz burada!” diye kükrer. Ve insanlar Haccac karşısında dizleri üstüne çöküp kalıverirler. Korkudan kimsenin ağzını bıçak açmaz.
Bu esnada kendilerine bu fikri veren yaşlı zat ileri çıkar. Eline kazmayı alır. Çukurun içine girip birkaç el kazma vurur toprağa ve Haccac’a dönerek: “Biz burada Hz. Ömer’in adaletini arıyoruz” der.
Haccac-ı Zalim, “Öyle mi” der. O da kazmayı alır eline ve başlar kazmaya ve o yaşlı zata dönerek:
“Ben de Hz. Ömer’in idare ettiği o halkı arayayım bari.” der.
Toplum geliştikçe ve bilinç düzeyi artıkça yöneticilerde kendisini düzeltmek zorunda kalacaktır. Hak, hukuk ve adaletten taviz vermeyen bir toplumda, siyasetçiler; keyfi davranabilir mi? Örneğin; rüşvet ve torpil; her toplumda az ya da çok görünen bir olgudur. Önemli olan yöneticilerin ve toplumun, bu davranışlara pirim vermemesidir. Toplum ahlaki olmayan bu davranışları benimser, olağan karşılamaya başlarsa, toplum yozlaşır. Yoz bir topluma da dürüst idareciler zor gelir.
Son yıllarda inanılmaz rüşvet, torpil ve yolsuzluklar ile meşgul ediliyoruz. Çalan çalana… Eskiler yerken üstüne başına döker, basında bunları özgürce yazar, kamuoyunun bilgisi olurdu. Şimdikiler öyle değil, Allah var işlerinde uzman! Tereyağından kıl çeker gibi hallediyorlar işlerini. Zira “en sağlam ortaklık, suç ortaklığıdır.”
Şimdi alınan rüşvet ve yapılan yolsuzlukların bireysel olmaktan ziyade organize işler olduğunu görüyoruz. Bu işi yürütenler, konu ile ilişkili herkesi günahına ortak ediyor ki, hem hesap sormak zorlaşsın hem de suçlar açığa çıkmasın.
Halka dinden imandan bahseden bazı siyasetçilerin ve bürokratların, özel bürolarda “komisyon” bölüştükleri… Ankara kulislerinde normal hadise gibi konuşulur. “Bal tutan parmağını yalar!” misali…
Hırsızlık, rüşvet, yolsuzluk; bulaşıcı ve salgın bir hastalıktır. Tıpkı korona virüsü gibi… Başlangıçta ufak tefek işlerle başlar, büyüdükçe büyür. Ve saadet zinciri haline dönüşüverir.
Peki, haram değil mi? Fetvacı hocaları hazır! “Amellere niyetlere göredir, niyet halis olursa, amelin önemi yoktur!” Yani her şey mubah! Siyasal İslamcıların bazıları Türkiye’yi “Darül Harp” görürler. Bu anlayışa göre, “haram kabul edilen birçok fiilin helal kılınması” normaldir.
Organize suç örgütlerinin bir çalışma yöntemi vardır. “Bürokrasi- Siyaset ve Yargı” ayağı olmadan ayakta duramaz. Bu nedenle büyük oynayan devlet içindeki derin yapılar, organize suç örgütlerine ihtiyaç duyarlar. Siyasilerin mafyası olduğu gibi, mafyanın da kendisine bağlı siyasetçileri, bürokratları ve tetikçi gazetecileri bulunur. Biz bu gerçeği işimiz gereği biliyorduk ama toplumda birçok kişi bu gerçeği, Sedat Peker’in videoları ile öğrendi!
Halk, yolsuzluk ve rüşvetten şikâyetçi mi? Sözde öyle! Tepki yeterli düzeyde değilse, bana inandırıcı gelmiyor.
“Hem yiyorlar hem de yapıyorlar.” “Gemisini kurtaran kaptan…” “Devletin malı deniz, yemeyen domuz!” “Alan memnun, veren memnun, kime ne?” “Herkes yiyorsa, o niye yemesin?” “Onun eli armut mu topluyor?” ”Parayı veren düdüğü çalar.” “Aptallığına doymasın, eline o kadar fırsat geçti, kullanamadı.” Bu sözlere rağbet eden, yapanları baş tacı yapan bir toplum, temiz kalamaz. “TEMİZ TOPLUM” olamaz.
Böyle bir toplumda yönetenlerin; dürüst kalmasını, “siyasi etik yasası” çıkarmasını beklemek hayalden öteye gitmez. Toplum içerisinde bu kişilerce kullanılan dindarlık, ideolojik kimlik, “Vatan-Millet-Sakarya” söylemleri… Hepsi birer maskeden ibarettir.
İlkeli ve dürüst siyaset mi? Bunun için önce toplumun hazır olması gerekir. Toplum buna hazır değildir. “Siyasi Etik Yasası ”gündeme getirilmek istendiğinde, Sn. Cumhurbaşkanımız: “Bu ölçüler gelirse siyasette adam kalmaz” demedi mi? Haksız da sayılmaz. Tüm olumsuzluklara rağmen ümitsiz değilim. Ben Türk milletinin zamanı geldiğinde bu işe dur diyeceğine inanıyorum.
İşte ben, “ O Halkı Arıyorum!”