Gazetecilik Etiği Nedir, Ne Değildir!?..

Geçtiğimiz günlerde bir gazetede okuduğum köşe yazısından yola çıkarak ben de gazetecilik etiği, basın toplantılarında gözüme çarpan olumsuz görüntüler, meslektaşlarımın sergilediği hal ve hareketler, basın toplantısı organize eden kurum ve kuruluşların gazetecilerden beklediği şeyler başta olmak üzere pek çok konuda yine meslektaşlarımla dertleşmek, sohbet etmek, doğrularını yanlışlarını ve çözümleri konusunda ne yapmamız gerektiğini tartışacağız.
Öncelikle benim bu konuya değinmeme neden olan malum köşeden söz edelim. Ana başlıklar halinde konuyu sizlerle paylaşalım istiyorum. Konu şu: ‘Geçen hafta Büyükşehir Belediyesi'nde yaşanan ve Başkan Akaydın'ın eşinin bir gazeteciyi Belediyeden kovması.
Nasıl kovmuş, niye kovmuş, kovulan gazeteci kim? Bu sorulara yanıt aramak yerine olayın altındaki gerçeği sorgulamak isterim öncelikle. Köşesini yazan arkadaş, (meslektaş demiyorum) çünkü her köşe yazarını meslektaşlarımın arasına koyamam, ana hatlarıyla konuyu anlatmış, sonrasında da kendi yorumunu ortaya koyarak farklı saptamalarla çuvallamış.
Çuvallamış diyorum; affınıza sığınıyorum bu köşe kalemşorunun bu saptamaları yaparken kendini gazeteci kimliğiyle tanıtması asıl gafı. Sonrasında da bir gazeteci edasında Antalya basınını ve medyayı eleştirmeye soyunması. Yazısının bazı bölümlerinde şöyle demiş; Aynen aktarıyorum: Başkan Akaydın'ın eşinin Belediyeden bir gazeteci kovduğuna dair gelişen olaylar, bu konuda yazılan çizilen şeyler ve bu konuda Antalya Basınının sergilemek istediği tavır, olaylara her iki tarafın bakış açısı ve sıkı durun asıl nokta şu ibare; ‘Antalya'da doğru dürüst bir medya yoktur zaten'…
Bu nasıl bir yorumdur, bu köşeyi yazan arkadaşımız nerden güç alarak bu yorumu yazar ve bu hakkı ona hangi medya kuruluşu verir çok fazla düşünmek istemiyorum. Antalya Basınının durumu ortada iken, bir çok sorunlarımızı ve  şikâyetlerimizi değerlendirecek bir mercii maalesef yok iken her eline kalemi alan köşe yazarı oluyor, her insan istediği gazetede neredeyse içindekileri yazıyor, yazıyor demek zor, içindeki kini adeta kusuyor.
Şöyle demiş arkadaşımız; ‘Eminim bu cümleleri yazdıkça birilerinin kan beynine hücum ediyordur. Böyle ise eğer buna da sevinirim ve amacıma ulaşmış sayılırım. Antalya medyası tam bağımsız, özgürlükçü, sadece Antalya halkına güvenen ve onunla var olmaya çalışan bir gazete çıkaramamaktadır'.
Hoppala… Bu arkadaşımız uzaydan mı yazıyor diye tekrar baktım elimdeki gazeteye. Başkan Akaydın'ın eşi Günseli hanım neden bu olayı yapmıştır, neden o arkadaşımız hakkını yasal mercilerde aramamıştır, neden olayı sinesine çekmiştir ve bu konuda ahkam kesmek, yol haritası çizmek o arkadaşımıza mı kalmıştır merak ediyorum. Sen bu kadar özgürce aklındakileri, nereden gelip nereye gideceğini yazabildiğin halde özgürlükçü bir medyanın olmadığından nasıl söz edersin.
Belediye ile medyanın arasındaki o hassas köprünün ne kadar sağlam olduğunu, bu konudaki şikâyetlerin zaman zaman bizlere, hatta Cemiyet Başkanı Mevlüt Yeni kardeşimize kadar geldiğini biliyoruz. Bu konudaki yaptırımlar konusunda ne kadar gerçeğe dayalı uygulamalar yaptığımız hala meçhul. Eline fotoğraf makinesini alan her bu işe sevdalı kişi gazeteci olamaz elbette, ancak konuyu kendi içimizde çözmeliyiz, o eline imkânlar verdiğimiz kişinin eğitimi konusunda da birbirimizi suçlamalıyız.
Ara ara basın toplantılarına giderim ve şahit olduğum gerçekler sonrasında toplantının yarısında ayrılırım. Bacak bacak üzerine atan yeni yetmeler, soru sormasını bilmeyen ukala tavırlı kişiler, verilen yemek veya kokteyllerde seviyesiz hareketleriyle dikkat çekenler, kendi katıldığı ve yediği yetmezmiş gibi başkalarını da kolundan tutup oraya sürükleyenler, neredeyse toplantının notlarını bile o kişilere tutturanlar. Bunlar gazeteci değil inanın. Hiçbirinin kimliğinde böyle bir ibare yok. Bırakın ibareyi, onları tanıtacak, onları koruyup kollayacak ve onların olası hatalarında arkasında duracak gazete bile yok.
Ben 88 yıllık bir gazetenin sahibiyim. Bana bu gazete bu işi bilenlerden, bu işin mutfağında ustalaşıp, son nefesini bu mutfakta verenlerden geçti. O mutfakta yıllarım geçti ve her fırsatta bunu ifade etmekten gurur duyarım. Atatürk'ün çizdiği o kutsal çizgide yürümekten, onun ilkeleriyle hareket etmekten ve bu yolda ilerlemekten gurur duyuyorum ve hangi toplantıya gitsem, veya hangi toplantıya çalışanlarımı göndersem yüzlerinin akıyla dönerler, aksi davranışlarda da nasıl bir tavır sergileyeceğimi gayet iyi bilirler.
Söylediğim gibi konuyu kendi içimizde çözmeliyiz. Bu konuda üç beş satır yazı yazan köşe yazarlarıyla bu konuyu çözemeyiz, aksine çözümsüzlüğe düşeriz. Şöyle tamamlamış arkadaşımız yazısını; ‘Belediye belediyeliğini, gazete gazeteciliğini bilecek'.
Ne kadar doğru bir saptama. İşte burada kendisine can-ı yürekten katılıyorum. Doğrusu şu: Öncelikle gazeteci gazeteciliğini bilecek ve soracak kendine. ‘Ben gazeteci miyim?' Bu soruya yanıt veremiyorsa kimsenin yorum yapmaya hakkı yok, hatta kendisinin bile.
Konuşacak, yazacak çok şey var elbet. Ancak konu hassas bir konu ve bu konuda üzerimize düşen görevler fazla. Bu tarz davranış sergileyen kişileri öncelikle kendimiz aramızdan yok etmeliyiz. Onun davranışlarını düzenlemesi konusunda, gazeteci etiğine uygun hareket etmesi hususunda bizler eğitici olmalıyız. Elindeki kalemin ne kadar tehlikeli bir silah olduğundan tutun da soracağı bir sorunun nerelere kadar uzanabileceğini, kimlerle muhatap olacağını çok iyi öğretmeliyiz. Bu konuda tek suçlu bizleriz.
Konuyu ulu önderimizin harika bir sözüyle noktalamak istiyorum.
 ‘Gazeteciler; gördüklerini, düşündüklerini, bildiklerini samimiyetle yazmalıdırlar'..
Sevgi, sağlık ve mutlulukla…
Yayın Tarihi
09.12.2010
Bu makale 4861 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Kayıtlı Yorumlar
Sevgili Ekrem, Sözünü ettiğin adam gibiler yeni peyda olmadı.Yıllardan bu yana varlar ve de kullanılıyorlar.BIRAKIN YEREL BASINI,ULUSAL BASINI BİLE NEREDEYSE ELE GEÇİRDİLER. Sana ABD'den bir örnek vereyim. New York Times Gazetesi'nin editörü jOHN sWVİNTON, Amerikan Basın Birliği'nin bir yemeğinde şunları söyler. "Amerika'da bağımsız basın diye bir şey yoktur. Aramızda dürüstçe düşüncelerini açıklamaya cesaret edebilecek bir adam bulunmuyor. New York gazetecilerinin görevi yalan söylemek,paranın önünde diz çökmek ve ülkesini, milletini günlük ekmek parası için satmaktır.Bizler,sahne gerisindeki zenginlerin maşaları ve köleleriyiz.Bizler birer kuklayız.Bu adamlar ipimizi çekiyor, biz dans ediyoruz. Zamanımız,yeteneklerimiz,yaşamalarımız ve tüm kapasitemiz bu adamların mülkü haline gelmiş. BİZLER ENTELLEKTÜEL FAHİŞELERİZ. tÜRKİYE kÜÇÜK aMERİKA OLACAKTI;OLDU. Kuşkusuz basında da kendi fahişelerini üretecekti,üretti. Fazla söze gerek var mı? Gözlerinden öpüyorum.

Güngör Türkeli 13.12.2010

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!