Aslında bu konuda sevgili Ahmet Dökdök benden önce davranıp yazdı. O’nun bu konuda bazı fikirlerine karşı fikir ortaya koyma ihtiyacı duydum. Kavga etmeden, kızmadan ve de kınamadan…
Mesele Büyükşehir eski belediye başkanlarından Av. Hasan Subaşı’nın politikacı kimliği ile yaptığı, daha doğrusu köşesinde yazdığı referandumda “Evet” oyu vereceğine ilişkin sözleri...
Subaşı’nın bu sözlerine ben de kısmen karşı çıktım. Bu konuda hemfikir olduğumu söyleyemem. Bunu kendisine de söyledim ve karşılıklı fikirlerimizi tartıştık. Kavga filan etmeden. Ayrıca bu satırları kendisini savunmak adına da yazmıyorum. Bir fikri ortaya koymaya çalışıyorum…
Evet Subaşı’nın bu sözlerine avukat meslektaşlarının oluşturduğu ve kendilerine “Etkin Baro Grubu” (Herhalde etkin olmayan bir grup daha var, ya da mevcut, kendilerinin de seçtiği yönetim etkin değil) adını veren, kaç kişiden oluştuğu konusunda tevaturların bulunduğu kişiler kınamışlar.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki; insanları düşündükleri, düşündüklerini söyledikleri ya da yazdıkları için kınama, ya da onlara kızma devri geçti artık. Böyle bir demokrasi artık dünyada yok. Yaşayan her insanın en doğal hakkı olan fikir ve düşünce özgürlüğünü hiçbir yasa, hiçbir zümre, kişi, ya da kuruluş elinden alamaz… Hele hele yasal bir tabanı dahi olmayan, kendi kendilerini legal bir kurumun seçilmişlerine muhalefet etmek adına alternatif gören, kendilerini gizleyerek, sanki çok kalabalık bir grubun koro halinde seslendikleri imajını veren bu grubun, Baro seçimlerini bir kenara koyup, üstlerine vazife olmayan konularda, kişileri aşağılamaya yönelik eleştiri getirmeleri hiç mümkün değildir.
İnsan insanı eleştiremez mi?
Tabii ki eleştirebilir, adını-sanını açık açık ortaya koyarak karşı fikir ortaya koyabilir. Ancak fikirleri ve söylemleri nedeniyle onları kınayamaz, hakaretvari sözlerle eleştiremez. Aksi halde “Biz bir gurubuz. Kimlerden oluştuğumuz o kadar önemli değil, önemli olan fikirlerimizdir ve biz toplu olarak konuşuruz” derlerse de o zaman adama: ”Siz kimsiniz?” diye sorarlar… Zaten bunun adı da yargısız infazdır ve de bu tür çıkışlar insanları bazen haklı iken haksız duruma da düşürebilir.
En önemlisi de ön yargılı davranıp, Hasan Subaşı’nın bu sözlerini bir siyasetçinin fikri gibi görmeyip, aynen “AKP’den milletvekili adayı olacağı söylenen Hasan Subaşı’nın; bu kararıyla, mesleğin temel ilkelerine ihanet etmiştir” diyerek dedikodularla uğraşan, fikir sahibi dahi olmayan, avukatlık mesleğine yakışmayan bir tavır ortaya koyduklarını da söylemeliyim. Kendilerine tavsiyem, Baro yönetimine alternatif olmak yerine siyasi partilerde etkin siyaset yapmalarıdır. Adları da hazır: “Etkin Avukatlar grubu”
Ne fark kaldı?
Siyasal iktidar, 12 Eylül askeri darbesini kötüleyerek ve eleştirerek referandumda “Evet” oyu peşinde. Bir yandan da kendilerine yakın, özel yargı mensupları ile yapılmayan ihtilalin hesabını soruyorlar. O dönemin kuvvet komutanları dahil 102 asker hakkında yeniden tutuklama kararı verildi.
Şimdi herkes eleştiriyor, hatta o dönemde alkış tutanlar da eleştirilerin başını çekiyor. 12 Eylül dönemini yaşayanlar bilir. Evimize gidemiyor, geceleri sokağa çıkamıyorduk. “Çözüm ihtilal miydi? diye soranlara cevabım kesinlikle, “Hayır” dır. O dönemde askere “Gel” davetiyesi çıkaran da bu toplumdu. Şüphesiz kötü şeyler oldu.
Ancak o dönemle, bu dönem cezaevine gönderilenler değişti. Hadi o dönem ihtilal yapılmış, asker yönetime el koymuştu. Şimdi ise ihtilali düşünenler içeri tıkılıyor. Ne değişti dersiniz, her ikisi de kötü değil mi?