Doğrusunu isterseniz bugün siyaset yazmak gelmiyor içimden. Her sokağa çıktığımızda, ya da bir dost meclisinde, sanki her şeyi biz biliriz gibi:
- Sen bilirsin söyle bakalım Akaydın kazanacak mı?
Ya da benzer şekilde:
- Menderes bu sefer de alır mı?, Kepez’de kim götürür?
Sorular ile karşılaşıyoruz.
Arada siyaset uzmanı kesilip, erkenden yorum yapanlar da yok değil:
- AKP Erdal’ı aday göstermemekle hata etti. Ya da:
- Antalya çocuğu olmadan kimse seçim kazanamaz.
Sanki daha dün Konyalı Erdal’ı, Muğlalı Süleyman’ı ve de diğerlerini seçen o değil. Bir-kaç dakika önce onları öven ya da…
Hani Gündoğmuşlularla ilgili bir söz vardır:
“Gündoğmuş’da yapılacak iş yoktur konuşmak dışında. Sabah oturup hükümet kurarlar, akşam olunca gensoru verip hükümeti düşürürler” diye.
***
Prof. Dr. Üstün Dökmen diyor ki;
“Küçükken çocuğumuz düşüp başını masaya vurur, biz masayı dövmeye başlarız;
- Tüh masa, kaka masa, sen niye ortada duruyorsun
Çocuk minicik beyni ile masa ortada durmasa kafasını çarpmayacağını sanır ve hayatı boyunca işlediği suçu ortadaki masa gibi yükleyecek birilerini bulur”
Ve insan sarrafı Dökmen’den bir başka “Biz Türkler” yorumu:
“Bizim Balkan harbinden kalma dandik vagonlara 160 kilometre hız yaptırdılar… İlk Virajda sizlere ömür. Kim suçlu bulundu:
- Makinist”
Halkı gelene geçene ayran- tost satan, kendi halinde sakin bir kasabaydı Susurluk. Sonra bir kamyon çıktı ortaya. Birilerine çarptı. İçişleri Bakanları, generaller, polis müdürleri, jitemciler, bakanlar, milletvekilleri ve nihayet derin devlet … 1000 kadar kişi yargılandı. Ve herşey kimin başının altından çıkmış?:
- “Yeşil…”
***
Şimdi bu örneği niye verdim?
Kısa adı Antbirlik. Bir zamanların en büyük kuruluşu. Antalya Pamuk Tarım Satış Kooperatifleri Birliği. 30 Bin ortağı var. Pamuk hasat edildi mi, Antalya ekonomisi dirilirdi o zamanlar. Çiftçiler çocuklarını hasat zamanı everirlerdi, zengin köylüler çapkınlığa hasat zamanı giderlerdi İstanbul’a. Filmlere konu olurdu pamuk ağaları…
Niyedir bilinmez, ya da bilinen yanı ile hükümetlerin yanlış politikaları yüzünden eskisi gibi beyaz altın denen pamuk ekilmez artık?...
Koskoca Antbirlik’in bir zamanlar şimdilerin 100 otelinin çalıştırdığı işçiye tek başına çalıştırarak önemli bir istihdam yaratan iplik fabrikasının kapılarına kilit vurulmuş. Peki suçlu kim?
Suçlusu yoktur böyle kararların. Ancak illa da Üstün Dökmen’in suçluları gibi bir suçlu ararsak buluruz. Bence suçlu orada tek başına kaldığı için fabrikayı çalıştırmayan bekçidir suçlu olan…
***
Ahmet Dökdök duygusal bir yazı kaleme almış. Duygusal olmamak elde değil. Benişm de minik bir anım var :
“Sene 1980. Aylardan Nisan… 30 yıl önce. Ülkede ve Antalya’da terör kol geziyor. Her gün onlarca kişi öldürülüyor. Antbirlik’de ülkede kaynayan kazanlardan sadece biri. 5 bine yakın işçisi ile o günlerde bu çok doğal. Durmadan genel müdür değişiyor. Nisan ayında Genel Müdürlük görevine atanan Tuncay Kupacı göreve başladığının ilk günü basın toplantısı düzenledi. O zamanlar gazeteci sayısı parmakla gösterilecek kadar. Toplantıda 3 ya da 4 gazeteci var. Kulakları çınlasın Tuncay Kupacı cin gibi, genç ve projeleri olan bir bürokrat. Yönetim Kurulu üyesi çiftçilerle birlikte yapacaklarını anlatıyor. Toplantı bitiminde benden bir talep geliyor. Eskişehir’den yeni gelmiş, Antbirlik’in adını oralarda duymuş, hayatında da hiçbir iplik fabrikası görmemiş gazeteci olarak Aksu’daki fabrikaya birlikte gidip orada fotoğraf çekmeyi öneriyorum. Genel Müdürle Yöneticilerin birbirlerine meraklı gözlerle bakışı ve uzunca süren sessizliği bozan Tuncay Kupacı kabul ediyor ve birkaç araba ile Aksu’ya gidiyoruz. Boyunlarında fotoğraf makinası gazetecileri gören işçiler hemen kapıları açıyor ve fabrikaya giriyoruz. Genel Müdürün odasında müdür ve işçiler var. Bir de gariplik var ayrıca, etraf kırıp dökülmüş gibi… Sonradan öğreniyoruz ki fabrika işçiler tarafından işgal edilmiş. Genel müdür ve yönetim kurulu üyeleri içeriye giremiyorlar. O gün bizim sayemizde girdiler ve işçilerle görüşüp işgali sona erdirdiler”
Dün genel müdürlük binası satıldı, bugün iplik fabrikası kapandı, yarın ne olur bilemem ama bu bir devr-i alem. Güzellikleri ve çirkinlikleri ile yaşam sürüyor… Değiştirmek elimizde olsa bazı şeyleri yaşamanın anlamı kalmazdı herhalde…
Biraz da Gülelim
Biz böyleyiz işte
Bir gün melekler telaş içinde Allah’ın huzuruna çıkarlar . En yaşlı melek:
- Allah’ım felaket İngilizlerle Amerikalılar arasında savaş çıktı. Yardımcı olmalıyız derler.
Allah istifini bozmadan
- Bırakın onları kendi hallerine. Onlar işlerini kendileri halleder
Aradan birkaç gün geçer. Melekler yine pür telaş içinde huzura çıkarlar:
- Allah’ım bu kez Fransa savaşa katıldı. Dünya iyiden iyiye karıştı. Biz hakla duruyoruz. Birşeyler yapalım.
Allah yine sakin:
- Bırakın onları kendi, hallerine, onlar işlerini bilirler
Aradan yine bir hafta kadar süre geçer. Melekler yine Allah’ın huzuruna çıkarlar. Çünkü savaş giderek büyümektedir. Bu kez:
- Allah’ım bu sefer de Türkler savaşa katıldı
O güne kadar kılını dahi kıpırdatmayan Allah bu kez telaş içinde:
- Hemen silahlarımı getirin . Türkler savaşa girdiyse benim müdehale etmem lazıkm. Çünkü onlar her işlerini bana bırakırlar
GÜNÜN SÖZÜ
İnsanoğlu, gülümseyiş ile gözyaşı arasında gidip gelen bir sarkaçtır.
Byron