Demokrasi; halkın kendi kendini yönetimi, özgürlük, yöneticilerin yönetenler tarafından seçilmesi, eşitlik fikri, bir yönetim tarzı, kısacası demokrasi eşitlik ilkesine dayalı bir yaşam biçimi…
Kim hayran olmaz böyle bir yönetim tarzına?
Ama biz, demokrasi dediğimiz şey sanki salata, öyle bir limon sıkıyoruz ki içine, tadını kaçırıyoruz her şeyde olduğu gibi..
Örnek mi istersiniz?
Siyasi yasaklı (Mahkeme Kararı ile) soyadını da nasıl ve neden aldığını bilmediğim Ahmet Türk’ün etnik bir grup adına yaptığı siyasi açıklamalar gazetelerin birinci sayfalarını süslüyor. Hazret son olarak;
‘’Hükümetin yeni bir demokratik Anayasa sözü bile yeter. Hükümet ciddi bir hamle yaparsa her şey değişir. Oyumuzun rengi de…’’
Bu adamın neresi siyasi yasaklı? Meydanlara çıkıp, ekranlara çıkıp halka siyaset yapıyor mu, yapıyor… haaa seçilmemiş, olsun Meclise girseydi bu kadar konuşamazdı belki…
Haydi o siyasi yasaklı. Ya onların liderliğini yürüten, ömür boyu hapse mahkum bebek katiline ne dersiniz? Sayın efendiye?.. Dünyanın hangi demokrasisinde görülmüştür ki, binlerce kişinin ölümünden sorumlu tutularak bağımsız yargı tarafından ömür boyu hapse mahkum edilmiş biri böylesi rahat bir biçimde ve avukatları aracılığı ile konuşsun, açıklama yapsın, Örgüte talimatlar versin, devletle anlaştığını söylesin ve bölücü terör örgütü adına Devletle görüştüğünü söyleyip silah bıraktıracağını söylesin… Daha da ötelere gidip oylarının rengini söylesin…
İşte bu yüzden ben bu demokrasiye bayılıyorum, hatta aşığım…
Yöneten bölücü olmak zorunda mıdır?
Öyle bir demokrasi ki; Ülkeyi yönetenler, ülkenin kurumlarını ele geçirinceye kadar kavga ediyorlar. En basit örneği Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) … Prof. Özcan’ın YÖK başkanlığına seçilmesinden sonra YÖK’le ilgili herhangi bir bakanın, ya da hükümet yetkilisinin tek söz söylediğini duyanınız var mı? Övgüler dışında… Ama YÖK’ün aldığı İmam Hatip’leri Liselerle eşitleyen kararını iptal ettiği için Danıştay kötü…
Öyle bir demokrasi ki; yöneten, kendisine karşı olduğunu tahmin ettiği, daha doğrusu kendinden olmayan askere karşı, yargıya karşı, daha da ötesi fikrini söyledikleri için sivil toplum örgütlerinin bir grubuna karşı. Anayasa Mahkemesine karşı, Danıştay’a karşı, Yargıtay’a karşı, hatta hakim ve savcıların üye olabildikleri önemli bir sivil toplum örgütü Yargıç ve Savcılar Derneği (YARSAV)’a karşı.
Böyle bir yönetim anlayışında ya o’nun yanında olacaksın, ya da hiç olmayacaksın. Nitekim Türkiye ekonomisini ayakta tutan, daha doğrusu ülkenin gayri safi milli hasılasının yüzde 85’ini oluşturan en büyük sivil toplum örgütü Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği (TÜSİAD)’a diyor ki;
- Taraf olmazsanız bir gün gelir bertaraf olursunuz…
Yani yok olursunuz, ya da sizi yok ederim demeye getiriyor. Aba altından değil aleni sopa gösteriyor. “Benim tarafımdan olacaksınız, benim hazırladığım bu Anayasa paketinin tamamına ‘Evet’ oyu vereceksiniz” diyor, ya da demeye getiriyor.
Ne farkı kaldı eleştirdiği 12 Eylül yönetiminden, ihtilal konseyinden… Onlar da, tartışmasını bile yasakladıkları Anayasa’ya oy verilmesini istemişti de, herkes sandığa gidip, kuzu kuzu Anayasa’yı kabul etmişti. Yine de arada bir fark var. 1982 Anayasası oylanırken, başka bir seçime masrafa gerek olmasın diye Kenan Evren, aynı oylama ile kendisini Cumhurbaşkanı seçtirmişti. Allahtan bu referandumda zat_ı muhterem kendini Başkan seçtirmiyor.
İşte bu nedenlerle çok seviyorum bu demokrasiyi…
Antalya siyasilerin, özellikle AKP’li vekil ve bakanların istilasında şu anda. Hepsi bir yerlere gidip oy istiyorlar. Daha doğrusu Anayasa paketine “Evet” oyu istiyorlar.
Sivil toplum örgütlerinin iftar sofralarına katılarak onları binlerce üyeleri adına “Evet” dedirtmeye zorluyorlar. Nitekim MÜSİAD yemeğinde bunu çok iyi başardılar. 15 dakikalık MÜSİAD’in vizyon ve misyonunu anlatan sunumu AKP kendi faaliyetleri ile ilgili hazırlasa bu kadar güzel olmazdı.
TBMM’nin tarafsız olması gereken Başkanı, milletvekilimiz Mehmet Ali Şahin kürsülere çıkıp, ‘’Anayasa değişikliği görüşmelerinin tamamını ben yönettim. Çok emek harcandı, vekillerimiz çok yoruldular. Onların bu emekleri karşılığı bir Evet deseniz ne olur?” diye soruyor, kesinlikle oy istemiyor…
Ben işte bu yüzden seviyorum bu demokrasiyi, hatta aşığım…
Öyle çığırından çıkardılar ki işleri, kendi yandaşları bile kızıyor onlara. Hatta bela okuyup beddua edenleri bile var. Dinci kesimde gerçek bir dindar olarak bilinen ve lafını-sözünü hiç esirgemeyen Mehmet Şevket Eygi, Milli Gazetedeki son yazısında bakın özele neler söylüyor:
“Allah bin kere belanızı versin! Allah cezanızı versin! İslamcılığın cılkını çıkardınız. Ben çoğunuzun o eski mücahitlik günlerini bilirim, ne nutuklar atıyor mangalda kül bırakmıyordunuz. Sonra mücahitlik postunu çıkardınız müteahhit oldunuz.
Müslüman’san hangi meşrerp ve mezhepten olursan mutlaka doğru ve dürüst olmnak zorundasın. Siz, yıllar var ki, doğruluk şişesini taşa vurup paramparça ettiniz!
Bre uğursuzlar; İslam’da Devlet ve belediye bütçelerini hortumlamak var mıdır? Rüşvet almak var mıdır? İhalelere fesat karıştırmak var mıdır? Haram yollarla süper zengin olmak var mıdır?
Size beddua ediyorum. Allah belanızı versin! İki yakanız bir araya gelmesin!..
Haram servetinizi huzur içinde yiyemeyin e mi?
Müslümanların yüzünü kara çıkarttınız! Başınız beladan kurtulmasın!”
Bu demokrasi sevilmez mi Allah aşkına? Kimin eli kimin cebinde belli değil. Siz gene bildiğinizi yapın. 12 Eylül’e şunun şurasında 19 gün kaldı. O gün de gelip geçecek, biz çok sevdiğimiz demokrasimizle mutlu yaşamayı sürdüreceğiz. Nereye kadar mı? 2011 Temmuz’una ya da Ekimine kadar…