Gazeteci olarak ilk görevimiz; basın özgürlüğü adına, halkın bilgi edinme ve haber alma hakkını kullanarak kamuoyunu bilgilendirmek. Şüphesiz bunu yaparken de uymamız gereken bazı etik kurallar var.
Herkes bu etik kuralları kendine göre yontar. Çok çok büyük medya kuruluşları adını “etik kurallar” koydukları ve önce kendilerinin çiğnedikleri kurallar açıklar. Kimileri gazetecinin hak ve sorumluluklarını ve doğru davranış kurallarını koca koca laflarla topluma deglere ederler.
- Gazeteci haberde yorum yapmamalı derler, önce kendileri bunu çiğner,
- Gazeteci görevini yaparken, yayın öncesi önyargı ve kuşku yaratacak her cinsten hediye ve maddi menfaati reddetmelidir derler,
- Gazeteci cevap ve düzeltme hakkına saygı göstermeli, gerektiğinde özeleştiri yapmalı derler,
- Asıl olan kamu yararıdır derler ama, büyük bir bölümü bu kuralları çiğnemeyi de adeta meslek gereği ve kuralı sayarlar.
Basın özgürlüğü ve medyada etik konusu son zamanlarda gündemimizden inmiyor. Antalya Gazeteciler Cemiyeti’nin geçen hafta Akdeniz Üniversitesi ile birlikte Alman meslektaşlarımızın da katıldığı medya panelinin konusu da buydu. Uzun uzun laflar edildi. Herkes doğrudan yana tavrını koydu.
Tam; “oh” ne güzel diyeceğimiz bir anda bir basın daveti aldık. Antalya kamuoyunun uzun zamandır şikayet ettiği Antkart’la ilgili bir düzelmenin ilk sinyalinin verildiği bir toplantı daveti.
Daveti sonuna kadar okuduğumuzda ilk bölümde sıradan bir davet mektubu yer alıyor. Vakıfbank ile Antkart arasında, daha önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin uygulamaya başladığı, tek kartla ulaşım ve bankacılık hizmeti bize de geliyor.
Davetin ikinci bölümünde basın toplantısı programı yer alıyor. Medya mensuplarının toplantı mekanına yönlendirilmesinden, çay kahve ikramına kadar her türlü detaya yer verilmiş. Ve program şöyle son buluyor:
“ Basın kayıt masasında yerel medya mensuplarının karşılanması ve kayıt alınması.
Medya mensuplarına basın kitlerinin iletilmesi. Medya mensuplarına zarf içinde belli bir oranda kontör yüklü Antkart hediye edilmesi “
Ne menem bir şeyse, işte medya etiği denen şey bu… Merak ediyorum, siz bu satırları okurken toplantı başlamış olacak. Acaba “içinde belli bir oranda kontör yüklü Antkartlarla basın kitlerini hangi yürekli gazeteciler almayacak?
Şu özel çocuklar…
Şundan kesinlikle eminim ki, Rektör Prof. Dr. İsrafil Kurtcephe bir genelge yayınlayarak, “kampus içinde ne kadar ruhsatsız çay ocağı varsa kapatın” emrini vermemiştir. Ya da, rektör bey, “önceki dönemde başlatılan tüm projeleri durdurun” talimatı da vermemiştir.
Ama bizim toplumda kraldan çok kralcılar vardır ya, durumdan vazife çıkaranlar hani…
Mesele bildiğiniz konu. Akdeniz Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu’nda 7 yıldır özenle sürdürülen, “Özel sporcular Spor Eğitim Programı” Rektör Yardımcısı ve Müdür Vekili Prof. Dr. Muharrem Certel tarafından durduruldu. Bununla da yetinmeyip, sanki intikam alırcasına özel çocukların işlettiği çayevini de ruhsatsız olduğu gerekçesiyle kapattı. Ardından da, büyük bir iş yapmışcasına, basına demeç vererek, bu özel çocukların okulda asıl öğrencilerin faaliyetlerini engellediğini söyleyip, ne demekse “bağcıyı dövdürmem” demiş…
Bu işte tek kelime ile “intikam” duygusu yatıyor.
Yoksa bu özel çocukların işlettiği Antalya Valiliği bahçesindeki çay ocağı da ruhsatsız. Ya da sizin kampus içindeki ödüllü Olbia Çarşısı’ndaki işyerlerinin ruhsatı var mı acaba? Ruhsat denetimi yapan Zabıta Memuru musunuz yoksa?
Değerli hocam, sayın Certel; siz Siverek’in ünlüleri arasına girmişsiniz. Siverek’te adınız, Osmanlı Paşaları Cudi ve Osman Paşalarla anılıyor. Siverek’in yetiştirdiği 18 profesörden birisiniz. “Üniversitede Özgürlük” diyerek türbanın serbest bırakılması için imza atan 1163 öğretim üyesi arasına da katıldınız…
Bu özel çocukları hiç araştırdınız mı? Ne yer, ne içerler, nasıl eğitilirler? Aileleri ne yaparlar bu çocuklar için. Üniversitelerde giyim-kuşam özgürlüğü isterken, türbanlı kızlarımızı düşünürken, özel çocukları da biraz düşünseydiniz olmaz mıydı? Bunun için imza kampanyasına filan da gerek yoktu. Karar sizin iki dudağınızın arasındaydı. Merak ettiğim bir başka konu daha var. Sizin çocuğunuz, ya da çocuklarınız var mı hocam?...
Neyse ki Vali Alaaddin Yüksel, bu çocukların ailelerinin yüreklerine su serpti. Cumhuriyetimizin 85. yılında bu özel çocuklara Devlet yine yardım elini uzattı. Vali Yüksel, ''Sorun çözmede varız, çatışmada yokuz. O çocuklar hepimizin. Ben, o çocukların yanındayım'' diye konuştu.
BİRAZ GÜLELİM
Bir gün gelecek!...
Huriye, Nuriye ve Düriye 75-80 yaşlarında, çok eski üç arkadaştır.
Bir gün Huriye Nuriye'ye telefon eder ve Düriye'ye gitmeye karar
verirler ve giderler.
Biraz muhabbetten sonra Düriye kahve yapar ve içerler. Biraz sonra Düriye yine :
'Ay kusura bakmayın unuttum, birer kahve yapayım da içelim' der.
Huriye ve Nuriye birşey demezler ve içerler. Aradan biraz zaman geçer.
Düriye yine:
'Size bir kahve bile yapmadım hemen yapayım da içelim' der ve yapar getirir.
Bizimkilerde yine itiraz yok. Akşama doğru Huriye ve Nuriye kalkarlar,
yola düşerler.
Yolda bastonları ile yavaş yavaş yürürken aralarında su konuşma geçer;
Huriye :
'Kız Nuriye, gördün mü Düriye'yi..!!! Ne kadar pinti olmuş. Bize bir kahve
bile ikram etmedi'
Nuriye :
'Kıızzz Düriye'yi ne zaman gördün??'
GÜNÜN SÖZÜ
Çok keyifli anınızda kimseye bir şey vaad etmeyin. Çok öfkeli anınızda kimseye yanıt vermeyin.
Çin Atasözü