DÜŞÜNCE SOFRASI
Atatürk’ün sofrası bir yemek, içki, eğlence yeri değil; düşünce sofrası, bir akademi sofrasıdır.
Atatürk’ün sofrası için, “akademi gibiydi” der; yıllarca yanında, yakınında bulunan Kılıç Ali.
Atatürk’ün manevi kızı da: “…bir vakit geçirme yeri değildir... Dünya ve yurt sorunlarının, ilmin, felsefenin, sanatın, insanlık idealinin ve uygar Türk ulusunun geleceğinin sabahlara kadar tartışıldığı bir okuldu bu sofra.” diyerek anlatır o geceleri ve sofraları Sabiha Gökçen
Atatürk’ün sofrasında; ülkenin sorunları ele alınır, tartışılır, geleceği ile ilgili çözüm yolları aranır. Ancak devlet sırları konu edilemez bu sofralarda.
Günlerce; yorgunluk ve uykusuzluk nedir bilmeden çalışma alışkanlığı nedeniyle, akşam sofraları da uzun sürer. Tartışılan konunun önemi, gecenin uzamasının başlıca nedeni olur.
“Olağan zamanlarda davetli, misafir arkadaşları ile uzunca sofra söyleşileri yapmayı seven büyük önderimiz, askerlikle ilgilendiği zamanlarda bu sofra geleneğini tümüyle ortadan kaldırır, yalnızca çalışma masası başında görülebilir…24 saat, 48 saat, 70 veya daha fazla saat aynı masanın başında oturarak, asla uyku eğilimi göstermeksizin çalışır ve yanındakileri de çalıştırırdı…” diye anlatır Atatürk’ün çok sevdiği, Kuvvay-ı Milliye’nin ilk dönemlerinden itibaren yakınında bulunan gazeteci Yunus Nadi.
Atatürk, çekingen yapıda olmasına karşın; renkli, neşeli, sade anlatımıyla çok iyi bir konuşmacıdır. Sohbetine doyum olmaz. Açık konuşmayı, tartışmayı sever, bu sofralarda bilmediklerini, bilenlerden öğrendiğini söylemekten de çekinmez. Herkesin düşüncesini rahatça söylediği sofralarda kimi zaman, kendisi ve çağrılılar arasında öyle sert tartışmalar olur ki!.. Son derece kibar davranır, görüşü nedeniyle yargılamaz, hoş görüyle, sabırla dinler konuşmacıyı.
Sofrasında yer vermediği tek şey dedikodur. Kişilerle ilgili konuşulmasına asla izin vermez, hoşgörü göstermez.
Eğer o gün davetliler arasında eski bir arkadaşı varsa, konu ortak anılardan oluşur. Böyle akşamlarda müzik de eşlik eder geceye.
“Atatürk’ün rakı ile muhabbeti bilinir. Türk siyasetçileri gibi ne içtiğini ne yediğini saklamamıştır kamuoyundan. Bu konuda hiç ikiyüzlü olmamıştır.” der; 1927’den itibaren 12 yıl Atatürk’ün sofracılığını yapan Cemal Grada.
Atatürk’ün: “İçkiyi severim… vazifem esnasında bir damlasını ağzıma koymam. Vatan işlerine içki karıştırmam” sözlerini aktarır Ruşen Eşref. Ve NUTUK kitabını yazdığı süre boyunca da ağzına içki almadığını ekler.
İçki meclisi, eğlence yeri olmayan bu sofralarda uzun oturulur, ancak çok içki içilmesinden, sarhoş olunmasından hoşlanmaz Atatürk. Sarhoş olanları da kibarca sofradan uzaklaştırır.
Ancak; ramazan ayında içki ve müzikli yemeklere ara verilir.
Bu sofralarda; her zaman yanında bulunanlar dışındaki konuklar hep değişir. Gazeteciler, bilim insanları, milletvekilleri, komutanlar, elçiler… davet edilir.
O gün görüşülecek konunun uzmanları, üniversiteden ya da dışarıdan kişiler yemeğe çağrılır. Konu tartışılıp karara bağlanıncaya dek sürer; Atatürk’ün idare ettiği sofra.
Genellikle sofrada bulunan bazı kişilerin ise ayrı bir görevi vardır. Onlar; not alır, makale yazar ya da konu tartışılırken gereken araştırma ve incelemeyi yaparlar.
Akademik akşam sofralarının, gecenin ilerleyen saatlerine hatta günün ilk ışıklarına dek sürdüğü olur. Sabah biten akşam sofrasından kalkarken: “Arkadaşlar, hükümet uyandı, haydi biz artık yatalım.” dediği söylenir yakınları tarafından.
Devam edecek…