“Sanat, güzelliğin ifadesidir.” Atatürk
Ankara Kalesi yakınındayız. Ankara’nın tarihi dokusunu yansıtan eski bir yerleşim yerinde.
Yaz günlerinin habercisi bir gün yaşıyoruz. Pırıl pırıl parlayan güneş içimizi ısıtıyor...
Amaaaa siyasetin tozlu, boz bulanık bulutlarının gökyüzünü sardığı, yüreğimizin yandığı günlerden birindeyiz! Kirlenmiş siyasetin sarmalında üzgün, yaşama tutunmaya çalışıyoruz. Bir umut arıyoruz! Kentimizde ve ülkemizdeki kara bulutların arasından doğacak bir güneş bekliyoruz. Özlediğimiz güzel günlerin güneşini...
Sanatta arayacağız güneşi bugün.
Toplumsal, kişisel, unutmak istediğimiz her ne varsa ruhumuzu örseleyen… Ayrılıklar, acılar, kavgalar, kırgınlıklar, kirlenmişlikler…Yüreğimizde çöreklenenlerden uzaklaşmak için… Sanata sığınacak, ruhumuzu onaran kollarında mutlanmak için sanat güneşinin ardından yolculuğa çıkacağız.
Sanat da bu değil midir? Büyük sanatçı veriyor yanıtı:
“Yaşam, kimi zaman ruhunuzu yorar ve ezer. Bu durumlarda sanat ruhunuzu güçlendirir.” Stella Adler
Resim sanatının renklerinde gezinecek, ruhumuzu güçlendireceğiz! Dünyamızı sanatla güzelleştireceğiz...
Tarihi bir konakta açılan resim sergisine gideceğiz birlikte.
“Biz” Olmadan Asla!
Ne de güzeldir “biz” olmak değil mi? Eşinizle, sevdiğinizle, arkadaşınızla birbirinizi düşünmek, bir olmak, biz olmak, “Biz” olmadan asla!” diyebilmek…
“Biz” olup birbirinizi eleştirebilmek ise ayrı bir güzelliktir. Sanatçıysanız, yaratıyorsanız olmazsa olmazınızdır eleştirmek ve eleştirilmek. Eleştiriyi sevgiyle yoğurabilmenin içtenliğini yakalayabilmek... O güzelliği başarabilmek…
Eleştiriyi “biz” kalarak, sevgiyle hoş görebilenlerden söz ediyorum. “Var mı böyle sanatçı? Kimlerden söz ediyorsunuz!” der gibisiniz? Olmaz olur mu?
“BİZ” olabilmiş sanatçı bir çift Muhteber - Yusuf Demirtaş.
Aynı okulda okumuş aynı öğretmenlerden ders almış iki sanatçı. Aynı yolun yolcularının gönülleri de bir oluverince yaşamlarını birleştirirler. Sırt sırta, el ele verir, sanat evreninde birbirinden güç alır, çalışır, yaratırlar. Yorulmadan, dinlenmeden… Okulu eve taşır, birbirinin öğretmeni, öğrencisi, kıyasıya da eleştirmeni olurlar. Biz kalabilerek!
BİZ OLMAK! 2018’de birlikte açtıkları serginin adıydı. Tablolarıyla ‘Biz’ olduklarını yaşatıyorlardı sanatseverlere.
SENEYE (2023) DÜĞÜNÜMÜZ VAR! “2022 Yılında yine Ankara’da açılan; sanat soluduğum her şeyi unutuverdiğim bir serginin adıydı. Mutlu evliliklerinin 50. Yılına gönderme yaparak bu adı vermişlerdi.
İşte bu sanatçı çiftin konuğu olacağız bugün. Yine ortak açtıkları ama adını koymadıkları bu sergide; Muhteber’in resimlerini, Yusuf’un gravürlerini gezeceğiz.
Çalışmalarını kendi atölyelerinde sürdüren sanatçımız Muhteber; yeteneğinden habersiz çizim yapmaya ilkokulda başlasa da ilk resim eğitimini, 1965’de Beşikdüzü Kız İlköğretmen Okulu’nda alır. Bu okulda; yeteneği ve çalışkanlığıyla resim öğretmeninin dikkatini çeker. Sanat ağırlıklı bir okula gitmesi için yüreklendiren de odur.
1968’de, İstanbul İlköğretmen Okulu Resim Semineri’ne girer. Seçkin sanatçı öğretmenlerin zorlu sınavını başararak.
1970’de TRT Resim Heykel Yarışması’nda resminin beğenilmesi, sergilenmeye değer bulunması, çalışmalarına güç verir.
1971’de Okulu bitirdiğinde ilk kişisel sergisini açmış, sanatçı olma yolunda ilerleyeceğinin kararını vermiştir. Resim öğretmeni olacaktır. Ve olur.
26 yıllık resim öğretmenliği boyunca ve emekliliğinden bugüne sürdürür çalışmalarını.
Muhteber; kadın olmanın, kadın sanatçı olmanın güçlüklerini hiçe sayarak çalışır. Aralıksız, ödünsüz. 33 kişisel sergi açar, çok sayıda karma sergiye katılır. Birçok resmi de müze ve galerilerin özel koleksiyonlarında sergilenir.
Yüreklendirdiği, adım adım övünçle izlediği, başarılarıyla mutlu olduğu sanatçı öğrencisini şöyle anlatır resim öğretmeni:
“Tüm resimlerinde; sıcak renklerin soğukların üstüne üstüne gitmesinden, renklerin dansından, ritmin, armoninin, zıtlıklar içindeki varlığından, zıtlıklardaki o güzel uyumdan, tadına varılmaz bir dinginlikten, cesaretinden ve korkusuzluğundan…” söz eder. “Karartılmak istenen dünyamızın yine de yaşamaya değer olduğunu, yılgınlığa kapılmadan tırnaklarıyla, terle, akılla, derviş sabrı ve yetenekle geldiği noktadan bizlere sesleniyor.” İsmail Gümüş, Yazar, Resim Sanatçısı
Eğiticiliğinin yanında başarılı bir sanatçıdır artık o. Evinin ve sanatın yükünü taşıyabilen güçlü bir kadın. Tablolarında yarattığı kadınlar gibi… Özgür ve özgün kadınlar gibi... Sevdiği işi yapanların özgürlüğünde bir sanatçıdır...
Tarihi konaklardan birinde, Emin Antik Sanat Merkezi’nde açılan sergiyi birlikte gezelim mi? Buyurun!
Sanatçı; yaptığı sanat her ne ise etkilemeli, sarsmalı, kışkırtmalı… Eski bir Ankara konağında ikinci kattaki geniş salonda renk renk kadınlar karşılıyor konukları. Tanıdığım tablolarında bile ilk görüyormuşçasına çarpılıyorum… Burada, Muhteber’in resimleri ile ilgili sözü bir eleştirmene bırakıyorum:
“Kendini sessizce biriktiren, resmiyle içten bir hesaplaşmayı yaşayan münzevi bir sanatçı. İnce hüzünleri, kırılgan yalnızlıkları, kendine özgü bir renk akorduyla yansıtıyor. Çığlığını renklerin sesiyle duyumsatıyor” İbrahim Karaoğlu, Yazar, Resim Eleştirmeni
‘İyi ki yalnız! İyi ki yalnızlar! Sanatıyla yaşayan iki sanatçı bize güzellikler yaşatıyor!’ diyorum kendi kendime.
İşte Muhteber’in yalnızlığının dostu tuvalinden yansıyanlar: Kadınlar!
Bir bir duyumsuyorum kadınları... Resimlerindeki kadınlar; özene bezene giyinmiş, allı pullu renklere bürünmüş. Sıcak renklerle soğuk renklerin zıtlıkları... Maviler, yeşiller, turkuazlar, sarılar turuncular, siyahlar ve olmazsa olmazı kırmızılar... Cıvıl cıvıl kadınlar; kendisiyle barışık… Yaşamın her alanında eşitsizliğe, ayrımcılığa, baskıya şiddete ve sömürüye karşı çıkan kadınlar. “Yazgı, boyun eğmek yoktur!” diyen ön yargıları yerle bir eden kadınlar. Kimi hüzünlü, ama yılgın olmayan, kimi çığlık çığlığa barışı arayan kadınlar. Özgürlüğüne tutunmuş, umutlu, geleceğine umutla bakan, genç kızlar, analar, öğretmenler… Toplumdaki yerini, özgürlüğünü tutkuyla arayan kadınlar… Güçlü kadınlar…
“Kendi gerçeğimin resmini yapıyorum.” Frida Kahlo
Muhteber’in kadınları da kendi gerçeği…
Neden kızlar, kadınlar? sorusuna sanatçımızın yanıtı;
“Kadınlarımızın, kızlarımızın ayakta durmalarını, kendilerini ifade etmelerini, haklarını aramalarını istiyorum. Bu yüzden resimlerimde kendini anlatan, hak arayan, çığlık atan kadınlar, kızlar var.”
Estetik ve plastik değerler bağlamında etkileyici, içimi ısıtan resimleri yineleyerek geziyorum... Resimleri beğeniyle yorumlayan kalabalığın arasındayım…Kontrast renklerin sesi, figürlerin dansıyla ayrı bir dünyadayım...
O dünyada her tabloda ayrı bir kadın öyküsü okuyorum. Necati Cumalı, Nezihe Meriç, Adalet Ağaoğlu, Tomris Uyar’ın kitaplarından. Ve senfonik bir konserin doyumsuz ezgileri çınlıyor kulaklarımda; sergiyi gezip bitirdiğimde. Beethoven’in 5. Senfonisini dinliyorum, karanlığın ardındaki gün ışığını simgeleyen… Mozart sesleniyor 40. Senfonisi ile... O, çocuksu duyarlılıkla bakan canlı armonileriyle içsel sevinç veren, baharlar yaşatan müziğiyle… Her tabloda bir öykü, bir müzik dinliyor, coşku, çığlık çığlığa bir devinim yakalıyorum. Salona yalnız benim duyabildiğim ezgilerin büyülü sesi yayılıyor. Kemanın duyguları okşayan sesi, ardından trompetlerin, kornoların gök gürültüsünü andıran çığlığıyla tablolarla dansımı bitiriyorum.
1964’de, Pazarören İlköğretmen Okulu’nda resim öğrenimine başlar Yusuf.
İstanbul İlköğretmen Okulu Resim Semineri’ni bitirir 1970’de.
Seminerdeki öğrenciliğindeki başarısıyla, öğretmenlerinin dikkatini çeker. Ve Bedri Rahmi Eyüboğlu ile söyleşi yaptırılarak ödüllendirilir. Lise öğrencisi olarak; büyük sanatçıyla yapılan bu konuşmanın haklı gururu kalır yüreğinde o günden bugüne.
1973’de Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü’nü bitirir.
1996’da Ankara Üni. Eğitim Bilimler Fak. Güzel Sanatlar Eğitimi Ana Sanat Dalı’nda, yüksek lisansını yapar.
Kulaklarımda senfonik ezgilerin yankıları, Muhteber’in kadınlarının ardından birkaç basamakla inilen salona geçiyorum. Yusuf Demirtaş’ın gravürlerinin sergilendiği salondayım.
Yağlıboya, pastel resimle başlar çalışmalarına. Ardından, kendini daha iyi anlatabileceği inancıyla gravüre yönelir. Muhteber ile farklı alanlarda çalışmalarını ironiyle şöyle açıklıyor sanatçımız:
“Bir ipte iki cambaz olmamalıdır.”
“Benim resimlerim, soyut dışa vurumcu anlayışta. Enerji dolu.” der yapıtları için Yusuf. Geziyorum.
İlk bakışta, telkârivari gravürlerle çarpılıyorum bu kez.
Yusuf’un gravür sanatını anlatan bir ressamı dinleyelim:
“Zor bir uğraş boyayla, asitle, çinko plakaları ile iç içe olmak yaşam boyu. Eser üretmek ‘iğne ile kuyu kazmak’ gibi bir şey. Zorlu ve kuyumcu titizliği gerektiren... Uğraşı gravür, özgün baskı ise sanatçının; sabır, sanatsal disiplin, dayanıklılık, dik duruş ve düzenli yaşam ister…” Mehmet Kapçak, Resim Sanatçısı
Gravürün olanaklarından yararlanarak çizgi, doku, boşluk, açık-koyu ve renklerle anlatım bütünlüğüne ulaşmayı amaçlıyor. Çizgilerle, renk tonlarıyla titizlik ve duyarlılıkla yapıtlarında bu bütünlüğü yansıtıyor sanatseverlere. Resim ve gravürlerinde soyutu yalınlaştırarak her bir tabloda bir öykü yazıyor. Gerçek mi gerçek öyküler! Gezi olaylarını ve oradaki bir çınarı resmediyor. Şeyh Bedrettin’in isyankâr, alev alev gözlerini nakşediyor...
Yusuf’un tablolarında Beethoven müziğini duyumsuyorum. Kiminde, Beethoven’in “Eroica-Kahramanlık” adını verdiği 3. Senfonisi’nden; viyolonsellerin sunduğu gâh neşeli, gâh acılı, gâh gerilimli ezgileri… Kiminde, bestecinin özgürlük ve adalet özlemini yansıttığı tek operası Fidelio’dan lirik bir arya… Kiminde de bestecinin kadere başkaldırışının anlatımı “Kader” adlı 5. Senfonisi… Çabuk ve ateşli tempolu dört notanın klarnet ve yaylı çalgılarla duyurulduğu bölüm kulaklarımda çınlarken bitiriyorum tablolarla dansımı…
Ressam Muhteber Demirtaş, gravür sanatçısı Yusuf Demirtaş, ressam Habip Aydoğdu, televizyon sanat programcısı Hasan Çakır ve Raşit; dostlar bir aradayız. Aramıza katılan ressam olduğunu orada öğrendiğim bir hanımefendi sergi izlenimlerini açıklıyor:
“Sanatseverler, arının çiçeklere konması, kovandan bal alması gibi üşüşüyor Muhteber Demirtaş’ın resimlerine; onca ressam ve tablo arasından.” Ayla Aksoylu, Ressam
Uluslararası resim sanatçımız alıyor sözü. Seminer yıllarından bugüne, resimle geçen görsel dünyalarda birlikte olan bir sanatçı:
“40’lı 50’li yaşların heyecanı ve enerjisiyle üreten, en verimli süreçlerini yaşayan sanatçılarımız. Muhteber’in resimlerindeki kendine özgü kadın figürleriyle; Yusuf’un gravürlerindeki soyut dışa vurumculukta ulaştıkları nokta özenilmeyecek gibi değil. Gururla alkışlıyorum.” Habip Aydoğdu, Ressam
Muhteber -Yusuf Demirtaş; 20’den çok kişisel sergi açar birçok karma sergiye katılırlar bugüne dek.
Muhteber’in; asil duruşlu, çakmak çakmak gözleri, ateş saçan bakışlarıyla, coşkulu, sessiz çığlıklar atan, haksızlıklara baş kaldıran, akılcı, çarpıcı renkleriyle ben de varım, yaşayan gerçeğin kadını, ÖZGÜR CUMHURİYET KADINIYIM diyen resimlerini;
65. Devlet Resim Heykel Sergisi Özgün Baskı Ödülü sahibi Yusuf’un; gravür sanatının olanaklarıyla, yalın bir şekilde işçinin, emekçinin haykırışlarını, çığlıklarını iliklerinizde duyumsatan, her türlü sömürüye baş kaldırışı anlattığı çarpıcı yapıtlarını 1 Nisan’a dek görebilirsiniz.
Ankara’da değil misiniz? Yolunuz Ankara’ya düşer de biraz sanat solumaya zamanınız olursa kaçırmayın! Hatta zaman yaratın! derim.
“Üretirken bize yaşam sevinci veren sevgimizi ve umudumuzu hiç yitirmedik” diyen; sanatıyla, sanatseverlere güzellikler yaşatan, mutluluk veren dostlarım.
Yüreğinizde sevginiz, üreten gücünüz hep artsın, fırçanız hiç kurumasın!
Göz ve gönül dolduran nice sergilerinize…
Fazilet ÖZKAN POR
19/03/2025
Altınkum-Sarıyer