MÜZİKLİ GECELER
“Müziğin olduğu yerde, kötülük barınamaz.” Cervantes
Bilim insanlarıyla, dostlarıyla birlikte olmaktan keyif aldığı dillere destan akşam sofralarında; konuksever, sohbetine doyum olmayan bir liderdir Atatürk.
Falih Rıfkı Atay; “Atatürk’ün anlatışı, ara sıra Rumeli ağzına kayan tatlı bir şivesi, gönül tellerine dokunan büyülü bir sesi, hiç bezginlik vermeyen renkli bir hikâye üslubu vardı.” diyerek anlatır sohbetini ve konuşmasının özelliğini.
Atatürk’ün sofrası; yalnız Çankaya Köşkünde kurulmaz. Eğer Ankara’da değil de İstanbul’da çalışıyorsa; bu kez Dolmabahçe Sarayı, Florya Deniz Köşkü, ya da Yalova Köşkü’nde kurulur bu dillere destan sofralar.
Eski dostlarıyla, arkadaşlarıyla birlikte olmaktan, çocukluk ve gençlik günlerini, geçmişi anmaktan büyük mutluluk duyar.
Akşam sofrası; arkadaş sohbeti mi, yoksa sorunlar tartışılıp çözüm mü aranacak, ya da bilimsel konularla ilgili bilgilenme toplantısı mı olacaktır? Karar veren Atatürk; davetli listesini başyaverine yazdırır.
Atatürk’ün çocukluk ve asker ocağı arkadaşı Nuri Conker; davudi sesi, zarif kişiliğiyle, hangi toplantı olursa olsun, akşam sofralarının ayrılmaz bir parçasıdır. O’nu gözleriyle tarar, göremezse mutlaka buldurur; sonra, yemek salonuna geçilir.
Eğer o gün davetliler arasında eski bir arkadaşı varsa, gecenin konusu genellikle arkadaşıyla ortak yaşanmışlıklarından oluşur, şakalar yapılır. Şakalaşmaktan, özellikle Nuri Conker ile şakalaşmaktan çok keyif alır.
Dostlarıyla buluşma meclisinin kurulduğu akşam sofralarında; müzik eşlik eder geceye. Bilimsel tartışmalara ara verilen o günlerde, güzel sanatlardan konuşulur. Şiirler okunur.
Edebiyata düşkündür, her yerde her zaman tutkuyla kitap okur Atatürk. Büyük Taarruz öncesi, gündüz kurmaylarıyla hazırlık yönetip, bir gecede Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanını okuduktan sonra, sabah: “Biliyor musunuz? Dün gece Reşat Nuri Bey’in ‘Çalıkuşu’ romanını okudum çok beğendim. İhmal edilmiş Anadolu’yu, genç bir hanım öğretmenin yaşadığı zorlukları ne güzel anlatmış….. İsmet Paşa’ya vereceğim. Sonra da sizler okursunuz.” der çevresindeki kurmaylarına.
Tüm sanatları sever, sanatı yüceltmek için çalışır. Çevresinde de her zaman sanatçılara yer ve değer veren, onları destekleyen bir devlet adamıdır.
Kimi akşamlar, Ankara’ya gelen ünlü solistler, saz ve caz grupları Çankaya’ya çağrılır. Salonda onlar için de bir masa hazırlanır. Yemeklerini yer, uygun zamanda icraatlarını yapar sanatçılar.
Münir Nurettin Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Eftalya gibi sanatçılar Atatürk’ün akşam sofralarının konuğu olmuşlardır.
İnsan yaşamında müziğin çok önemli bir yeri olduğuna inanan bir liderdir.
O’nun için müzik:
“Müzik; hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir.”
Müziğe düşkündür. Çocukluğundan beri duyduğu Alaturka müziği sever, çoğu zaman da sesiyle eşlik eder.
Harp Akademisi öğrencisiyken arkadaşlarıyla kurdukları fasıl topluluğunda da şarkı söyler.
Sevdiği şarkılardan kimileri:
-Cana rakibi handan edersin / Ben bî nevayı giryan edersin,
-Mani oluyor halimi takrire hicabım / Üzme yetişir, üzme beni harabım,
-Nihansın dideden ey mest-i nazım / Bana sensiz cihanda can ne lazım…
“Atatürk’ün; sesi mat, yavaş, tatlı ve cazibeli idi. Özellikle Rumeli türkülerini söylerken, derin ve onulmaz bir gurbet ve sıla acısı gözlerinde yaşarırdı. O vatanı unutmaz, kaybettiğimiz Rumeli ve Makedonya topraklarının kır kokularını alır gibi, su ve çıngırak seslerini duyar gibi, bakışları uzaklaşa uzaklaşa sislenir, bizim içinde olmadığımız hatıralar içine karışır giderdi.” diye anlatır, o anları Falih Rıfkı Atay.
Sevdiği türkülerden kimileri:
-Maya dağdan kalkan kazlar /Al topuklu beyaz kızlar,
-Pencere açıldı Bilal oğlan pişton patladı,
-Yemenim turalıdır / Sevdiğim buralıdır,
-Manastırın ortasında var bir havuz, canım havuz…
“Atatürk; şarkı, gazel, türküleri çok sever ve bizzat okurdu.” diye yazar anılarında Neyzen Burhanettin Ökte.
Büyük bir keyifle gazel çeker o güzel sesiyle hem de. Ve en sevdiği bu iki gazeli söyler sıkça:
-Canımı canan eğer isterse minnet canım,
-Ney ile, mey ile bir alay mahbub ile her dem gelin.
Devam edecek…