YAŞAMIN İÇİNDEN

SELMA RIZA İLK TÜRK KADIN GAZETECİ

SELMA RIZA

İLK TÜRK KADIN GAZETECİ

“Gazetecinin ‘biz’i herhangi bir ülke ya da ulus değil, bütün insanlıktır.”

                                                                                                    John Pilger, Gazeteci

Selma Rıza’yı tanıyor musunuz? Ne denli tanıyorsunuz? Ya da size neler çağrıştırıyor? Bilemem elbette! Ama kadınlar için özel bir anlamı olduğunu bildiğinize eminim. Yine de Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk Türk kadın gazetecisini; özgürlükçü, kalemi keskin, yürekli bir kadın hakları savunucusunu daha yakından tanımaya ne dersiniz? Neden olmasın mı dediniz? Buyurun tanışmaya öyleyse…

Selma Rıza’nın babası Ali Rıza Bey, Osmanlı Devleti yönetiminde etkin bir bürokrat, Şura-yı Devlet, Meclis-i Âyan’da yer almış bir politikacı ve bir diplomattır. Annesi Naile Hanım, Avusturya asıllı aydın bir kadındır. Babasının diplomat olarak görev yaptığı Viyana’da tanışır, evlenir ve İstanbul’a yerleşirler.

 5 Şubat 1872 İstanbul’da doğan Selma Rıza, yedi çocuklu ailenin en küçüğüdür. Öğrenim çağı geldiğinde o dönemin tüm varlıklı ailelerinin çocukları gibi eğitimine evde başlanır. Aydın ailelerin olmazsa olmazı Fransızca ve tüm dersleri özel öğretmenlerden alır.

Aydın, varlıklı bir ailede dinginlik içinde geçer çocukluğu.

Ancak; baskıyla yönetilen ülkelerinin sorunları karşında ailesinin gösterdiği tepkiyle iç içedir yaşamı. Onların bu kaygılarının ayrımına varır zamanla. Kaygı duyulan konular neler mi dediniz? Kısaca bakalım:

 1839 yılında Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla, Osmanlı Devleti’nde batılılaşma başlar. Sosyal yaşamda, toplumsal alanda köklü değişimler yapılır. Siyasal, kültürel ve sanatsal alanda da… Ancak; bu değişimler yeterli değildir. Ve Sultan Abdülaziz’in baskıcı, başına buyruk yönetimi, kimi bürokrat, gazeteci, yazar gibi aydınları rahatsız eder... Tepkilerin ardından…  

1876 yılında I. Meşrutiyet ilan edilir. Mutlakiyet son bulur, meşrutiyet dönemi başlar.  Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası Kanun-i Esasi kabul edilir. Meşrutiyet’in ilanı ile de umulan gelişmeler gerçekleşmemiştir ne yazık ki! Parlamenter sisteme geçilmiş olmasına karşın Sultan II. Abdülhamid’in baskıcı, sorumsuz yönetimi sürmektedir. Yetmezmiş gibi meşrutiyeti yok sayması, meclisi dağıtması üzerine aydın kesimin tepkileri daha da büyür…

Selma Rıza’nın ağabeyi, Ahmet Rıza Bey de yönetime karşı çıkan aydınlardan biridir. Padişahın meclisi dışlayarak ülkeyi yönetmesi, kadınların toplumdan soyutlanması, cinsiyet eşitsizliği vb. konularla ilgili tepkisini her ortamda dile getirir. Millî eğitim müdürlüğü ve öğretmenlik yapan Ahmet Rıza Bey’in iktidar karşıtı konuşmaları dikkatleri üzerine çekmektedir. Bu nedenle yaşadığı baskılardan rahatsızlık duyar. Susturulmak, sürgün edilmektense yurt dışına gitmenin kaçınılmaz olduğunu düşünür. Öyle de yapar. Fransa’da yüksek öğrenim görmüştür. Öğrenciliğinde yaşayıp, yakın dostlar edindiği   Paris’e gider. 1889

Artık, ülkesi için özgürce mücadele edebilecek bir ortamdadır. Paris’te gazete yayımlayan, toplantılar düzenleyen, özgürlük yanlısı konuşmalar yapan bir yurtsever olarak tanınmaktadır günden güne.          

Selma Rıza, ağabeyinden gelen mektuplarda sözünü ettiği Avrupa’daki yaşamından etkilenir. Ve yurtsever ağabeyinin yaptıklarının kıvancıyla sürdürür yıllarını. Ailesinin ve dost çevrelerindeki dönemin aydınlarının ilerici düşünceleriyle kendi görüşleri şekillenir. Bağımsızlıkçı, özgürlükçü, ateşli bir kadın hakları savunucusu olarak bilinçlenir.

Sonunda, yurtsever, bilinçli bir genç kız olarak, ülkesinde yaşananlar karşısında kayıtsız kalamayacağını anlar. Bu baskıcı yönetime tepkisini göstermelidir! Ama nasıl? Öncelikle halkın bilinçlendirilmesi gerekmektedir. Düşüncelerini özgürce açıklayabilmesinin, mücadele edebilmesinin yolunun yurtdışına gitmekte olduğuna karar verir. Ağabeyinin yanına gidecek özgürlükçü sesini oradan duyuracaktır. Ailesine bile haber vermeden Paris’e gider. 1898

Ahmet Rıza Bey, Osmanlı-Türk çağdaşlaşmasının temel taşlarından olan Paris’teki Jön Türkler’in lideridir. Selma Rıza’nın kaçarak gelmesinin eleştirilmesi bir yana, ailesi, ağabeyi, Avrupa’daki Jön Türkler ve İstanbul’daki aydınlar tarafından övgüyle karşılanır.

Çocukluğunda özel ders alarak öğrendiği Fransızca ile Sorbonne Üniversitesi’ne kayıt yaptırır. Avrupa’nın en ünlü üniversitelerinden birinde öğrenim gören ilk Türk kadını olur. 

 Ahmet Rıza Bey, baskıcı rejimin yıkılması, Kanun-i Esasi’nin yürürlüğe konması ve Osmanlı Meclis-i Mebûsan’ın yeniden açılması gerektiğini savunur. Bununla yetinir mi özgürlükçü bir aydın? Ülkesindeki kadınların da erkekler gibi özgür olmalarını, haklarını aramalarını vurgular kurucusu ve başkanı olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yayın organı Fransızca Meşveret gazetesindeki yazılarında.

Toplumsal gelişmede kadının, eğitimli kadının ne denli önemli olduğunu bakın nasıl açıklıyor Ahmet Rıza Bey: “İlim ve irfanı olmayan kadın güzellik zamanı geçince solmuş, kurumuş çiçek gibi atılıyor. İlmi kadına lüzumsuz gören, kadını tahsilden alıkoyan haindir, milletine düşmandır.”

Paris-İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk ve tek kadın üyesi Selma Rıza da Meşveret ile Türkçe yayımlanan Şura-yı Ümmet gazetelerinde; sosyal ve kültürel konularda, kadınların aydınlanmasına yönelik yazılar yazar. Şura-yı Ümmet Gazetesi’ni çıkaran Samipaşazade Sezai’nin “Kadınlığın Tacı” olarak nitelendirdiği Selma Rıza; makalelerinde özgürlüğe, kadının varoluş mücadelesine dikkat çeker, toplum yaşamı içindeki yerinin iyileştirilmesi gerektiğini vurgular.

II. Meşrutiyet’in ilanıyla Paris’ten İstanbul’a döner. 1908

Osmanlı’da kadına verilen rol, itaatkâr bir eş, iyi bir anneliktir. II. Meşrutiyet’in kazanımlarından birisi de kadının toplumsal alanda yer bulmasına olanak sağlamasıdır. Kadınlar da dernekler kurabilecek, üye olabileceklerdir. Sıbyan okullarının yerine açılan kız okullarında öğrenim görebileceklerdir.      

Selma Rıza; Hilâl-ı Ahmer Cemiyeti’nin (Kızılay) kurucularından biri olarak yeniden yapılandırılması için çalışır ve genel sekreterlik görevini üstlenir. 1908-1913

Müslüman Osmanlı   kızlarının kültürel gelişimine katkı sağlaması amacıyla, ağabeyi Meclis-i Mebusan başkanı Ahmet Rıza Bey’in desteğiyle okul açar. 1918

Kandilli’deki Adile Sultan Sarayı’nın Kandilli Adile Sultan İnas Mekteb-i Sultanisi adıyla açılan okul, Türkiye’nin ilk yatılı kız lisesidir. (Kandilli Kız Lisesi)

On yıldır yapmakta olduğu gazetecilikten uzaklaşmıştır artık. Ancak; İstanbul’da Hanımlara Mahsus Gazete ve Kadınlar Dünyası gibi önemli kadın dergilerinde makaleler yazmayı sürdürür. Kadın haklarının yorulmaz savaşçısı, en sert kalemidir.

Bu dönemde kadın hakları konusu; İslam’da kadın, ideal kadın, Avrupalı kadın hakları diye tartışmaya başlanmıştır. Selma Rıza da yürekli yazılarıyla tartışmaların içindedir.  

30 Ocak 1921 tarihli İkdam Gazetesi’nde yazdığı bir kitap yorumunda Yakup Kadri (Karaosmanoğlu):

“Eli işte iken ağzı söylenişte olmak ise yalnız kadınlara yaraşır.” diyerek kadınları küçümseyen ifade kullanır.

Selma Rıza’nın yanıtı gecikmez. Bir gün sonra, sert bir dille eleştirir yazarı: “Siz bir Türk yazarı, nasıl oluyor da bu sıfatları kadınlara layık görüyorsunuz, anlamak istiyoruz? Arada bir öyle hatalı sözler sarf ediyorsunuz ki bunun vebali yalnız size değil namına kalem yürüttüğünüz millete yükleniyor...”

Birinci Dünya Savaşı sonrası müttefikleriyle birlikte yenilmiş sayılan Osmanlı Devleti, Mondros Ateşkes Antlaşması ile topraklarının büyük bölümünün işgal edilmesinin alt yapısını da hazırlamıştır. Bu nedenle; güvensizlik, umutsuzluk içindeki Türk aydınları mandacılığı yani büyük bir devletin koruyuculuğunu düşünür; kurtuluş için. Büyük bir çoğunluk da ABD’nin. Bu aydınlardan biri de Halide Edib’dir. (Adıvar)

Bağımsızlık, özgürlük savaşçısı Selma Rıza’nın korkusuz, acı, yüksek sesli sert sözleri bu kez, ABD yandaşı Halide Edip gibi edebiyatçı, devlet adamı gazeteci aydınlara yöneliktir:

“Ya bütünüyle istiklal ya şerefimizle ölüm!”

Selma Rıza 1892’de yazdığı Uhuvvet (Kardeşlik) adlı romanında toplumsal yapıyı kadın ve aile olarak ele alır. Cariyelik (cinsel kölelik), görücü usulüyle evlilik, kadınların sosyal yaşamda yer alması, kız çocuklarının öğrenim görmesi gibi konulara değinir. Kadın kahramanlarıyla ışık olmayı, kadını bilinçlendirmeyi amaçlar. Ülke aydınlanmasının kadın erkek eşitliğinde olduğunu savunur. Ve “Özgürlük!” diye haykırır:

 “İnsan kendi cinsine de esir! Dine, şeriata, düzene, adetlere de esir! Esir! Her şeye esir! Bu hal nedir Yarab? Kurtuluş yok mu? Ah uçmak! Bu esaret zincirinden kurtulmak! Özgürlük, özgürlük!..”

 Selma Rıza; eşitlikçi, bir erkeğin dört kadınla evlenmesi, bir sözüyle karısını boşaması, mirastan eşit pay alamamasına karşı çıkması; kızların öğrenim görmesini savunması gibi nedenlerle bağnazların hedefi olur. Emperyal güçlerin kurguladığı 31 Mart dinci ayaklanmasında evi sarılır; ölüm naraları atılır. Sevenleri tarafından kaçırılarak canı kurtarılır.

Ülkesinin bağımsızlığına, kadınların özgürlüğüne, eşitliğine kendini adamış, ilklerin ve teklerin kadını Selma Rıza yaşama gözlerini yumduğunda henüz 59 yaşındadır. 05 Şubat 1931

Ne yazık ki cenazesinde yalnızca beş kişi vardır son yolculuğuna uğurlamaya gelen!

Unutmayacağız seni yürekli kadın! Işıklarda uyu!

Fazilet ÖZKAN POR   

Yayın Tarihi
08.03.2025
Bu makale 104 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!