YAŞAMIN İÇİNDEN

YARAMAZ KIZLAR!

   Uyandığında aydınlanmamıştı gün henüz.

   Coşku doluydu yüreği. Yatakta gece boyu dönüp duran, yastıkla boğuşan kendisi değil miydi?.. Uykusuzluğuna karşın bu canlılık, coşku da neyin nesiydi? Aaaa daha ne olsun? Köyde yaşayacaktı. Hem de bir ay! Köye gitmişti, görmüştü ama bu bir ziyaret değildi ki! Staj yapacakları köye gidiyorlardı. Coşkunluğu ondandı.

   “Kalkmalıyım!” dedi Bahar…

   Kalktı; lavaboya gitmek, elini yüzünü yıkamak, soğuk sudan can almak için. İyi gelirdi uykusuzluğuna…

   Terliğini ranzanın altında, her zamanki yerine koymuş olmalıydı ama... Ayağıyla arandı, bulup giydi. Ayağa kalkınca terliğinin altında bir şeyler ezildi; çıtırdayarak. Staja gidecekleri için nöbetçileri yoktu; bu çıtırtıları süpürecek. “Birlikte yaparız.” demişlerdi. Sen ben yoktu aralarında ortak yaptıkları işlerde; oldum olası. Canla, bitiresiye çalışır, arkadaşına iş bırakmak istemezdi hiçbiri. Çabucak temizlerlerdi yine. Ama bugün bir başkaydı temizlik işi. Eni konu bir temizlik gerekiyordu o çıtırtıları yok etmek için ...

   Şimdiye dek akıllarının ucundan bile geçmeyen, görülmemiş birşey yapmışlar, yaramazca çöp saçmışlardı orta yere. Keyifle yaptıkları bu yaramazlıktan da inanılmaz haz duymuşlardı… Hem gönüllerince eğlenmiş hem de mutlu anılar biriktirdikleri bir gece yaşamışlardı… Tatlı yaramazlıklarının armağanıydı bu ayağının altında ezilenler; çöp değil!.. ‘Kim erken kalkarsa onun işi temizlik!’ demiş; tatlıya bağlamışlardı oyunlarını bitirip yatarken de. Eğlencenin tadı damaklarındayken kalkıp da iş yapamazlardı gecenin bir saatinde. Ayrıca, “Hiç acelesi yok gece gece!.. Nöbetçi öğretmen görmesin yeter! Yatakhaneye bizi kaldırmaya geldiğinde yüzünün halini düşünsenize… Şaşkınlıktan koskocaman olmuş gözlerini, asılmış yüzünü görmek de fena olmaz; ayakkabıyla bile girilmeyen koğuşa alışkın öğretmenin.” diyerek gülüşmüşlerdi...

   Eee ilk kalkan olduğuna göre Bahar’ın işiydi eğlencelerinden arta kalan bu armağanı ortadan yok etmek!.. “Sevinsin arkadaşlarım uyanınca; çöpün temizlendiğini görüp.” dedi; süpürge ile faraşı almaya giderken.

   Birazdan kalkacaklardı, ama şimdilik uyuyabilirlerdi. Onlar da kendisi gibi zor uyumuştu heyecandan. Yatakta dönüp durmalarından belliydi. Gece boyu gıcır gıcır edip durmuştu ranzalar.

   Tertemiz süpürdü uykusuzluğuna aldırmadan. Kıyamadığı arkadaşlarını uyandırmamaya çalışarak; sessizce. Bir yandan da akşamın keyfini, çılgınlığını düşünüyor, kendi kendine gülümsemeden edemiyordu…

   Öğretmenlerin başka sınıflara örnek gösterdiği; olgun, aklı başında kızlar onlar değillerdi sanki. Küçük kaçamaklar yapan, çocuklaşıverdikleri, gecelerden biriydi o keyifli anlar. Siyah önlüklü, beyaz yakalı, çocuksu, ilkokullular gibi oldukları gecelerden bir geceydi! Sınıf yöneteceklerini, öğretmen olacaklarını unutuvermişlerdi. Öğretmenliğine bir adım kalmış kızlar değillerdi. Yetişkin genç bir kız hiç değillerdi... Amaa dolu dolu gülüp eğlendikleri doyumsuz bir geceydi; fındık yerken yaşadıkları.

   Yatmaya da uyumaya da niyetleri yoktu hiçbirinin. İple çektikleri staj yolculuğunun gecesinde, uykuları nasıl gelebilirdi ki? Gelmiyordu da! Her biri, değişik önerilerde bulunuyor, oyalanacak şeyler aranıyorlardı!.. Koyu kestane renkli dalgalı saçlarını otuz kez fırçalamadan yatağa girmeyen esmer güzeli, çıtkırıldım Havva Bulut; “Buldum kızlar! Fındık yemeye ne dersiniz, güzel olmaz mı?” dedi, saymaya ara vererek…

   Kardeş gibiydiler. Ne getirirlerse evlerinden, birlikte yer paylaşmadan edemezlerdi oldum olası. Getirdiklerinden de satın aldıklarından da gizleri yoktu birbirlerinden; hiçbir şeyde olmadığı gibi. Turşular, börek çörekler, sarmalar, fındıklar neler neler…

   Ohoooo ne güzel olurdu hem de! Hepsinin hoşuna gitti bu öneri. ‘Sabah telaş olmasın!’ diye; köy için hazırladıkları valizleri kolayda, orta yerdeydi zaten. Karadenizli kızlar; Ayşe Özdemir, Hatice Korkmaz, Muhteber Zengin, Sevim Murtezaoğlu, Seher Şatır, Zeynep Taş, yataktan çarçabuk kalktılar. Yarıyıl tatilinden dönüşte köy stajına gidileceğini de düşünerek bolca getirdikleri valizlerindeki fındıklarından dağıttılar; birer avuç.

   Şimdi, yatağın içinde oturmuş, ellerinden alan varmış gibi fındık yiyorlardı keyifle.

   Dişleriyle kırdıkları fındığın çatır çutur sesleri dolduruvermişti koğuşlarını. Bir yandan da nöbetçi öğretmenin duyup geleceği korkusuyla, sessiz olmaya çalıştıkları neşeli konuşmaları, şen kahkahaları... Çok özel bir geceydi yaşadıkları.

   Tek konuştukları konu staj ve köydü elbette. Köydeki yalnızlıktan çekiniktiler on kişi bile olsalar. Ama okuldan, ailelerinden ayrı olacakları bir yaşamdı. Albenisi de özlemle bekledikleri özgürlüktü genç kızlar için. Gidecekleri, bilmedikleri bir köyü, özgür yaşamın güzelliklerini konuşuyorlardı; birbirlerinin ağzından lafı ala ala.

   Fındık kabukları, kucaklarına açtıkları gazetede koca bir yığın olmuştu da umurlarında değildi. Neden olsun ki? Giderayak, yasağı delmenin mutluluğuyla eğleniyorlardı. Yatakhanenin en önemli yasaklarındandı; bir şey yenilemezdi! Yasağı yok saymış fındık yiyorlardı. Yatakhanede hiçbir şey yenmez miymiş? ‘Yoo biz yeriz’ diyebilmenin çocukça keyfini çıkarıyorlardı…

   Nerden aklına geldiyse? Gülerek atıverdi ortaya küçücük bir kabuğu, yatakhanenin afacanlarından Hatice Korkmaz. Sen misin atan? Ardından Çöp Ayşe fırlattı. “Atıyoruuuum!” diyerek. Kim geri kalır ki? Oyun başlamıştı artık… Ranzadan doğrulup kalkınca attığını ancak yetiştirebilen ufaklık Filiz Ernur ile Balıkesirli hemşehrisi Hamiyet Ülgür; uzun boyuyla yerinden kımıldamadan atış yapıyor, yarışıyorlardı gülerek. Ardından, havalı havalı hepinizi geçerim dercesine ‘sıra bende’ diyen; Urfalı Gülistan Kahraman fırlattı kabuğunu. Sınıfımızın ilk nişanlanan, sarışın güzel kızı Antakyalı İnci Öcal ve şakacı, kara gözlü sevecen bakışlımız Siverekli Nermin Akgün... Ranzalardan kabuk yağdırıyorduk ortaya. Coşmuş, kabuklarla oyun oynuyorduk. Köşedeki ranzada altlı üstlü yatan beyaz tenli, kırmızı yanaklı Giresunlu Hatice Kadıoğlu ile güldüğünde, gamzeli yüzünde güller açan güzel Sevim mi geri kalır? ‘Basket!’ diye fırlatıyorlardı kahkahalar atarak. Kabuk atma yarışı iyice kızışmıştı. Kendi halinde, sormadan konuşmayanımız Kilisli Nilgün İrmikçi bile bülbül kesilmişti atışlarını yaparken. Ardından, her zamanki şen şakrak haliyle “Benim kabuğum sizinkinden uzağa gitti!” diyen Sevim’e; sessizliğini bozan, nazenin Zeynep yanıt verdi; “Ben daha uzağa attım” diyerek. Şakalaşmaları, nöbetçi öğretmen korkulu kahkahalarıyla uzadıkça uzuyordu.

   Öğle bir uzamak ki! Kucaklarındaki fındığı yiyip bitirinceye dek sürmecesine... Oyunlarının arasında kimse; yaşının üstündeki olgunlukla, ince ruhlu Erzincanlı Nuran Şekerci’nin “Arkadaşlar, yakalanacağız yeter artık!” uyarısını duymuyordu bile…

   Birden, kapının sert sert vurulmasıyla sessizliğe büründü koğuş! “Eyvah basıldık!” dedi Bahar; duyulur duyulmaz bir sesle. Dışarı çıktığını unuttukları Malatyalı Firdevs Yılmaz’ın gülerek; “Şaka yaptıııııım!” diyerek kapıda belirmesiyle; derin bir oooh çektiler tek nefes olup. “Kızlaaar! Bizim koğuştan başka çıt çıkmıyor koskoca yatakhanede haberiniz olsun! Her an gelebilir nöbetçi öğretmen.” diye de ekledi. Firdevs’in uyaran sözleri eğlencenin bitmesine yetmişti. Bu arada fındıkları da bitirdiklerine göre... Eğlenmeyiverirlerdi!

   O tertemiz, ayakkabı ile girilmeyen koğuşun ortası, fındık kabuğu çöplüğüne dönmüştü yattıklarında.

   Başlarını yastığa koyduklarında ise hâlâ gülüşüyorlardı. Mutluydular!.. Unutulmaz bir gece yaşamış, keyifli bir anı daha yazmışlardı gönül defterlerine.

   Gece tuvalete kalkınca da ayaklarının altında kırılan kabukların sesi uykularından sıçratmıştı ya olsuuuun!..

   Mutlulukla yatağa girmişlerdi ya! Ömre bedel bir gece yaşamışlardı ya!..

***

   Yavaş yavaş uyanmaya başlıyordu can arkadaşları. Yastıktan başını kaldıran, hafifçe doğrulup yarı uykulu esnemeyle karışık günaydınlaşıyordu! Sonra da çıkıyordu yataktan.

   İçi içine sığmıyordu hiçbirinin. Birbirinin gözüne bakınca anlaşıyordu duyguları. Akşamdan kalan mutluluk da okunuyordu o gözlerde, coşku da... Geceki yaramazlıklarından, çöplerden eser kalmamıştı. Tertemizdi yatakhaneleri.

   Yıllardır özlemle bekledikleri gün başlıyordu! Sabah temizliği, kahvaltı... Veeeee!

   Tak tak taaak!

   İşte gelmişti Yıldız Hanım. Sabahın köründe dakika sektirmeden nöbetinin başındaydı her zaman olduğu gibi...

 

 

   Fazilet ÖZKAN POR

   21/02/2023

Yayın Tarihi
09.04.2023
Bu makale 869 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!