Kıvrıla kıvrıla ilerliyordu tren bozkırda yarım saattir; Ankara’ya doğru.
Yaz mevsiminin son günleriydi; ağustos ayının da. “Hava girsin, rahat nefes alalım!”diye açmışlardı camı. Oysa; dolan hava, öğle sonunun kızgın güneşiyle kavrulan kompartımanın harını söndüremiyordu. Terden sırılsıklam giysileriyle bunalmış, ama neşeyle söyleşiyorlardı.
Kompartımanda yeni tanışmış olmalarına karşın, aynı okulun sınavını kazananların yakınlığıyla kaynaşıvermişlerdi. Benzer duyguları yaşayan üç kızın heyecanına, utangaç konuşmalarındaki sevince, mutluluktan ışıl ışıl parlayan gözlerine gülümseyerek baktı Hüseyin Bey.
-Zeynep, kendi kızım; Sevgi, sevdiğim bir öğrencim; Bahar’ı ise şimdi tanıdım. Tanımasam da önemi yok! Okuyan kızlarla hep gururlanırım. Aydınlık Türkiye’yi onlar yaratacak! dedi; Bahar’ın annesi Ferda’ya. ‘Konuşmaları, sınav kazandığım günü anımsatıyor bana… Hep aynı duygular.’ diyerek; iç geçirdi.
Bahar, Sevgi ve Zeynep, eski öğrencilerden okulla ilgili dinlediklerini, birbirlerine aktarıyorlardı. Dayanamadı:
-Ne yazık ki, kapatılan köy enstitülerinin devamı sayılabilecek okullardan biridir; Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulu. Bu okullar da; enstitüler gibi çok iyi eğitim veren kurumlardır. Çağdaş, akılcı, özgür düşünceli, bilimin yol göstericiliğine inanan, ulusalcı öğretmenler yetiştirirler. Ne denli şanslı ve ayrıcalıklı olduğunuzu, bu güzel okulda öğrenciliğiniz süresince, yaşadıkça göreceksiniz; dedi.
-Böylesine iyi tanıdığınıza göre, siz de Hasanoğlan’da okudunuz sanırım! dedi; Ferda.
-Hayır! Ancak; aynı amaç için kurulmuş okullardı tümü. Çifteler Köy Enstitüsünü bitirdim. Sonra da kendi köyüme öğretmen olarak atandım. Güçlüklerden yılmayan, başarılı ve saygın bir öğretmen olabilmem için beni eğiten öğretmenlerimle, okuduğum okulumla hep övündüm. Yaparak, yaşayarak, üreten öğretmenler olarak yetiştirildik hepimiz. Bizleri; beş yıl boyunca (bizim zamanımızda altı yıl değildi henüz) barındıran, yediren, içiren, giydiren ve eğiten devletime borcumu ödemeye çalışıyorum on beş yıldır; diye yanıt verdi.
Öğretmen, öyle tatlı anlatıyordu ki... Yatılı okul anılarını, verdiği öğütleri dinleyerek zamanın nasıl geçtiğini anlayamamışlardı. Yazık ki yolculuk bitmiş; Ankara’ya gelmişlerdi.
Koşması bitmeyecek sanılan tren, yorulmuş gibi yavaşlayarak, son bir çuf çuf ile Ankara Garına girmişti.
Tanışmaktan, yol arkadaşlığı yapmaktan herkes mutluydu. Ancak; ayrılık zamanıydı. Aynı sınıfta olabilmeyi umarak, okulda yeniden görüşmek üzere; esenleşip ayrıldılar.
Hüseyin öğretmenler istasyonda kalacak, başka bir trenle Eskişehir’e oradan da köye, evlerine gideceklerdi. Bahar’lar, da kentte oturan amcasına.
- Hem sınavı kazandığını müjdeleriz, hem de işinden izin alabileceği günü konuşur, kefalet senedin için kefil olmasını isteriz. Borçlanma senedine kefillik herkesten de istenmez ki! Okulu bırakır ya da atılırsan ödenecek yüklü bir paraya kefil olunacak. ‘Ağabeyimin emaneti Bahar’ıma, okuyacağına güvenemedi de kefil olamadı dedirtmem ellere. Okuyamasa bile öderim o parayı. Ayrıca çalışkan kızım benim, ne okumaktan vaz geçer, ne de okuldan atılacak bir davranışta bulunur. Ben baba yarısıyım, paranın sözü mü olur, nasıl başkasını düşündünüz?’ derse ne diyebiliriz, nasıl yanıt veririz? Amcanı üzmeyelim, ayıp da etmeyelim! Noterde işimizi bitirince de ertesi gün hastaneden sağlık raporunu alırız.” demişti; annesi Bahar’a trende.
Ayrılığın hüznü, kavuşmanın mutluluğu yüzünden okunan yolcuyla doluydu her yan. Yaşlısı, genci, geleni-gideni, bekleyeniyle, olağan bir gün daha yaşıyordu; tarih kokan gar. Trene mi, evine mi yetişmek isteyenlerin telaşlı koşuşturmalarıdır bilinmez kalabalık arasından, kendilerine güçlükle yol bulup ana caddeye çıktılar.
“ Biz gittiğimizde amcan olmaz, eve dönüşüne zaman var, onu beklerken dinlenir, teyzenle söyleşiriz. Amcan gelince konuşur, yemeğimizi yer, sonra da büyükbabana gideriz müjdeyi vermek için. Günler uzun, hava geç kararıyor. ”demişti annesi; taksi durağına doğru yürürlerken.
Etlik’e gitmek üzere sıradaki taksiye bindiler.
***
Bahçesindeki, dalları yerlerde salkım söğüt ve meyve ağaçlarının arasından geçtiler. Tek katlı sevimli evin kapısına geldiklerinde annesinden önce davrandı Bahar. İncecik parmaklarıyla çaldı zili. Müjdesini bir an önce verebilmek için, içi içine sığmıyordu. Zaman durmuştu... Coşkun yüreğinin sesi, kapıyı açmaya gelen teyzesinin ayak sesini bastırıyordu.
Annesi, iki yaş küçük kız kardeşiyle, elti oluyorlardı. Çünkü, babasının bir küçüğüyle evliydi teyzesi. Hem teyze hem yengesiydi yani. Amcası da eniştesiydi aynı zamanda. Bahar için her ikisinin de sevgisi bir başkaydı. İki yıldır babasının sıcaklığını aradığı, baba gibi gördüğü amcası ile teyzesinin ana yarısı sevgisi kocamandı yüreğinde.
Bu saatte kimseyi beklemeyen teyzesi, kapıyı açınca şaşırmış, suskun; bekliyordu. Gülen yüzü, sorgular gözleriyle bakıyordu ikisine de. Boyu boyuna yakın, tombiş teyzesinin boynuna atıldı Bahar.
-Teyzeciğim kazandım! deyip; eve girmeyi bekleyemeden verdi müjdeyi; sınava gireceğini bilen, sonucu merak eden teyzesine.
Şaşkınlığı geçen teyzesi annesine sarıldı sevinçle. Sonra, yana çekilerek içeri ‘buyur’ etti ablasıyla Bahar’ı. Beklenmeyen konukların heyecanlı sesini duyarak kapıya doğru gelen amcasıyla, salonun girişinde karşılaştılar. Memur amcası, dışarıda bir işi olduğu için erken çıkmış yeni gelmişti. ‘İyi ki evde, beklemeyeceğiz.’dedi içinden. Coşkuyla elini öpüp babasıymış gibi sarıldı. Konuşmalardan sınavı kazandığını anlayan amcası da kutluyordu sevinç içindeki Baharı.
Eve girince, doğru el yüz yıkamak, serinlemek için banyoya gittiler. Teyzesi de ‘siz yabancı değilsiniz’ diyerek; yarım bıraktığı akşam yemeği hazırlığını tamamlamak için mutfağa.
Salona döndüklerinde, amcası koltukta oturmuş onları bekliyordu...
Zilin sesini duyan küçük kuzenleri de merakla; şımartılacaklarını bildikleri konukları görmeye gelmişlerdi. Çantasında, çocuklar için her zaman bir şeyleri olan Ferda teyzelerinin çevresini sardılar sevinçle. Hiçbir zaman eli boş gelmezdi; bilirlerdi. Çikolatasını alan, Bahar’ı çekiştirmeye başlıyordu. Üç kuzen sevgiyle birbirlerine sarılırlarken, en küçükleri aralarında koşuşturuyordu. Öte yandan da ablalarını soru yağmuruna tutuyorlardı. Bir ağızdan konuşulan, birbirine karışan sözler havada uçuşuyordu. O patırtı gürültüyü ses çıkarmadan bir süre izleyen amcası yeterli görmeli ki… Oturduğu koltukta doğrularak odalarına yolladı çocukları: “Ablanız birazdan yanınızda olur.”diyerek.
Geldikleri gibi itiş kakış odalarına gidince ev boşalmıştı adeta. Çocuklarsız sessizleşivermişti salon. Amcası, ‘müjdenin ayrıntılarını anlatın bakalım’ der gibi bakıyordu; bir annesine bir Bahar’a.
Bahar, annesini beklemeden; ‘okumak istediğini, öğretmenliği sevdiğini, sınavını kazandığı okulun çok güzel olduğunu’ söyledi çabucak. ‘Ama annesinden, kardeşlerinden, evinden uzakta olacağı, onları özleyeceği için üzüldüğünü de….’
Bahar’ı dinliyor, bir yandan da İbrahim Ağabeyinden kızı için isteyeceği şeyi düşünüyordu ki… Birden daldı gitti Ferda… “Kocamın ölümüyle, evimin hem erkeği, hem de kadını oldum. Arkadaşım, dert ortağım, en yakınımdı Bahar. Kardeşlerine ablalık, yeri gelince de annelik yapıyordu. Çocuk, ama çocukluğunu yaşayamamış Bahar’ım. Şimdi yatılı öğretmen okulunu kazandı. Evden uzağa, Hasanoğlan’a gidince bir kez daha yalnız kalacağım ama... Cananımın yokluğundan daha zor olacak değil ya! Çocuklarımı tek başıma büyütüyor, kocamın ailesine en ufak bir sorunumu yansıtmıyorum. Aslında kendi aileme de söylemiyorum ya! Yalnızca ne duyumsuyorlarsa onu biliyorlar. Kolay mı gencecik, otuz yaşında dul kalmak, dört küçük çocuğun sorumluluğunu üstlenmek? İbrahim Ağabey ile birbirlerimizi çok sever, saygı duyar, ‘abla, ağabey’ demeden konuşmayız. Bugüne dek hiç bir şey istemedim. Ne para pul, ne de bir konuda destek. Benim çözebileceğim bir şey olsa yine istemezdim. Ama… Tek isteyeceğim kızıma kefil olması.....”diye düşünürken; kayınbiraderinin ‘ Ferda abla, sen ne diyorsun?’ sözüyle kendine geldi.
Annesi, okulu çok sevdiğini söyledi önce. Sonra da okulla ilgili tüm bildiklerini anlattı. Haftaya kayıt yaptıracağını ancak, kefalet senedi için kefilliğine gereksinimi olduğunu…
-Bahar! Biraz yardım eder misin? Teyzesi seslendi.
***
Birdenbire kalktılar, yemek davetine ‘teşekkür’ ederek. Kapıdan çıkarken, gözleri çakmak çakmak, esmer güzeli yüzü kapkaraydı annesinin. Elini dudaklarına götürdü ‘sus’ dedi yalnızca.
Neler olduğunu anlayamadan, annesinin yanında şaşkın, suskun yürüyordu Bahar…
Annesinin; yüreğinde fırtına, gerçeğin acıtan hayal kırıklığının ağırlığıyla geldiler durağa.
Sessizce boşanıyordu yaşlar; annesinin gece karası gözlerinden yanaklarına…
Bahar’ın göz yaşları da annesi içindi .