Yıkımdan, yok oluştan,
umarsızlıktan acıdan
ve acıdan,
gözler yaşlı, yürekler ağır,
yürekler çağıl çağıl…
ve sorumlular,
sağır, sağır sağır…
F.Ö.P
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü; en yıkıcı depremlerden birinin acısıyla kavrulduğumuz günlerin gölgesindeydi bu yıl. Binlece ölümün yangısı içinde hak aradı kadınlar.
16 Mart 1977 tarihli Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilen; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ya da Dünya Emekçi Kadınlar Günü; kadınların eşitlik isteklerinin, hak arayışlarının eşzamanlı bir çığlığıdır aslında.
Kadına bakışımız; tarih boyunca süregelen kültür birikiminin, dinsel öğretilerin ve ön yargıların baskısıyla şekillenir. Bu şekilleniş; kadınlar ve erkeklerce benimsenir, çocuklarımız aynı değerlerle büyür.
Eğitimsiz bırakılan; dinsel ve kör inancın baskısıyla, erkek egemen bir dünyada yaşatılan kadınlarımızın kısaca tarihsel geçmişine bakalım mı? Ve zaman içerisinde nasıl yok saydığımızı görelim mi?..
Tarihte hiçbir toplum, Türkler kadar kadını erkekle eşit saymamış ve hak tanımamıstır. Türklerde; erkeklerle kadınlar arasında eğitimde de ayrım gözetilmemiştir. Kadınlar toplumsal yaşamın her alanında yer almıslardır. Örneğin; Kamu Yetkesi Hakan ile Hatun’un her ikisinde toplanmaktadır. O nedenle; bir buyrultunun geçerli olabilmesi için Hakan buyuruyor ki değil, Hakan ve Hatun buyuruyor ki sözleriyle baslaması gerekmektedir...
İslamiyet öncesi toplumsal yaşam ve kadın; Dede Korkut Hikayelerinde de anlatılır.
Eski Türklerde kadın; ata biner (amazon), ok atar, kılıç kullanır, düşmanla yiğitçe savaşır. Bir aşk objesi değildir. Evlilikler tek eşlidir. Erkek kadına çok saygılı davranmaktadır. Bir örnek öyküden okuyalım bu saygıyı: “Dirse Han oğlu Bogaç Han” Destanında; Dirse Han, Hatununu yücelterek şöyle seslenir:
“Beri gelsene başım bahtı, evim tahtı.
Evden çıkıp yürüyende selvi boylum,
Kurulu yaya benzer çatma kaşlım,
İkiz badem sığmayan dar ağızlım,
Güz elmasına benzer al yanaklım,
Kadınım, direğim, döleğim.”
Türklerin yüzlerce yıl öncesinde kadına bakışındaki inceliğe bakar mısınız?
Türkçülüğün Esasları adlı yapıtında, Türk toplumunu ve kadınları şöyle anlatır Ziya Gökalp; “Eski Türkler hem demokrat hem de feminist idiler. Zaten demokrat olan toplumlar genellikle feminist olurlar.” diyerek.
Ya bugün! Yüzyıllar önce yaşayan Türk toplumunda, kadının erkeğiyle eşit görüldüğü, değer verildiği dönemlerden bu güne nasıl gelindi? Toplumda kadının yeri, erkeğin kadına bakışı neden bu denli olumsuz anlamda değişebildi dersiniz?
Kadınlarımız:
Cinsiyet ayrımcılığı yapılan,
Okula gönderilmeyip eğitimsiz bırakılan,
Başlık parasını çok verene satılan,
Çocukluğu yaşatılmayan, elinde oyuncak bebeğiyle, babası, dedesi olacak yaşta adamla evlendirilerek, çocuk gelin edilen,
Çocuk anne olmasına göz yumularak toplumsal suç işlenen,
Cinsel istismara uğraması “Bir defadan birşey olmaz!” görülen,
İstismar sonrası hamile kalmışsa, “ Doğursun devlet bakar!”denilen,
İstismarcı yakını ise; “Şeytana uydum!” dediğinde; ceza indirimi uygulanan, ya da kanıt yetersizliği gerekçesiyle salıverilip yaptığı, görmezden gelinen,
Evliliğinde mutsuzluğu, ölümüne şiddet görmesi hiçe sayılan, aşağılanan ama bosanamayan,
Bedenine sahip çıkma özgürlüğü elinden alınan,
Töre ve namus cinayetlerine kurban edilen,
“Kadın” diye işe alınmayan,
Bulabildiği işinde; emeği sömürülen, düşük ücretle çalıştırılan,
Sendikalı olmasına, emeğine sahip çıkmasına izin verilmeyen; iş güvencesi olmayan,
Tanısak da, tanımasak da; acısı acımız, mutluluğu mutluluğumuz KADINLARIMIZ.
Yaşamının her alanında; eşitsizlik, ayrımcılık, baskı, şiddet gören ve sömürülen, yaşadıklarını da “yazgı” diyerek değiştirilemez gördüğümüz KADINLARIMIZ...
Kadınlarımızın yaşadığı tüm bu; ailesel, toplumsal, kültürel sorunlardan kurtuluşun umarı; bilinçli olmaktır. Bilinçli olmak ise; eğitim görerek, cehaletle, önyargılarla savaşmak ve aydınlanmaktır.
Ancak; kadının bilinçlenmesi, aydın olması yeterli midir? Değildir elbet!
Yasal düzenlemelerle;
Kadın Haklarının, İnsan Hakları olduğu,
Kadına yönelik şiddetin insan hakları ihlali olduğu,
Kadın- erkek eşitliğinin olmadığı yerde de eşitlikten söz edilemeyeceği,
Cinsiyet eşitsizliğinin ise şiddeti doğurduğu gerçeği görmezden gelinmemelidir.
Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi; kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetten arındırılmış bir Avrupa yaratmak için yapılmıştır. İstanbul’da yapılması nedeniyle de İstanbul Sözleşmesi olarak adlandırılmıştır. Bu konudaki ilk Avrupa sözleşmesidir. Kadına karşı her türlü şiddetin önlenmesi, bunlarla ilgili mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belgedir (idi).
İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede feshi; kadın haklarına, kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin önlenmesine, kollanmasına, kovuşturulmasına vurulan bir darbedir.
ATATÜRK; Türk kadınına bakışını ve toplumdaki yerini şu sözleriyle ne güzel açıklıyor. “Sen katılmadan kalkınıp güçlenemeyiz, sen ve senin kurtuluşun, ulusal programımızın temelidir.’’ ….. “Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı, yere zincirlerle bağlı kaldıkça, öbür yarısı göklere yükselsin? Kuşku yok; devrimci adımlar, iki cins tarafından birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerlemeler birlikte gerçekleştirilmelidir. Devrim, ancak böyle başarıya ulaşabilir’’ diyor ve kadını, toplum yaşamında yer almaya çağırıyor.
KADININ; Şiddetsiz, sömürüsüz bir dünya ve ülke için;
Kadın olmanın gururuyla, emeğine, bedenine, kimliğine sahip çıkabileceği, insanca yaşayabileceği, başarılarıyla övünebileceğimiz özgür ve mutlu günlerine...
Fazilet ÖZKAN POR
16/03/2023