YAŞAMIN İÇİNDEN

Unutulmaz Öğretmenden Unutulamayan Ders

Yemekhaneden aceleyle çıkıp, dersliklere doğru koşar adım yürüdü Bahar. Nuriş, arkasından yetişmeye çalışırken, “ Derse daha çok var, neden koşuyoruz? ” diye söyleniyordu.

Türkçe dersleri vardı ilk iki saatte... “ Nasıl olsa dersim çok iyi, dinlemesem de olur. Öğretmen konuyu anlatırken okur bitiririm. ” diye düşündü. Gece, yatakhanede başlamıştı; bu romanı okumaya. Sabah etüdünde herkes ders çalışırken de sürdürmüş, bitirememişti. Arkadaşından, öğle arası vermek üzere almıştı. Acelesi ondandı. Sınıfta olmak istiyordu biran önce.

Hasanoğlan’ın sert geçen kış mevsiminin son günlerinden biriydi. Baharı anımsatan, var yok arası güneş, ısıtmadan parlıyorsa da sabah ayazı yüzlerini yakıyordu; okul binasına doğru ağaçların arasından hızlı hızlı yürürlerken.

Doğa, kış uykusundan uyanmamıştı henüz. Ağaçlara su yürümemiş, kuru dallar filizlenmemişti. Koca koca yeşil çamların değil, hüznün kokusu vardı havada. 

 Konuşkan arkadaşı Nuriş’in, neşeyle anlattıklarını duymuyordu. Karşıdan gelip geçenlerin yüzlerine bakıyor, okuduğu roman kahramanlarını, okul yaşamındaki gerçekte arıyordu.   “Gençliğin başı dumanlanmamış, kanı kaynamaya başlamamış;  kitapta yaşanan ilk aşkın heyecanı sarmamış henüz yürekleri.” diyor; romanın sonunu kendine göre yazıyordu.

Ana binadan girip sola döndüler. Karşılıklı dizilmiş açık kapıların ikincisi onların sınıfıydı. Ellerindeki kitap ve defterleri sıralarına yerleştirdiler. Mantolarını, sınıfın arka duvarındaki askılardan birine asıp lavaboya diş fırçalamaya gittiler.

Döndüklerinde, ilk ders için öğretmen zili çalmak üzereydi.

Türkçe dersinde, bitmesini hiç istemediği zaman su gibi akıp geçer, bitiş zili çalınca çok üzülürdü. Öğretmenini ve dersi çok seviyordu. Yalnız O mu? Sınıf arkadaşları, tüm okul seviyordu, genç ve yakışıklı öğretmeni. İlk girdiği dersin sonunda; “ işte benim örnek öğretmenim! ” demişlerdi. “ Siz değerlisiniz ” der gibi bakan öğretmenlerini, güler yüzü ve güzel konuşmasıyla, gönüllerinin başköşesine oturtmuşlardı.

Giriş ziliyle birlikte sınıfın kapısında görünen dakik öğretmenleri; “ zamanı iyi kullanın ” öğüdü verir gibiydi. Ayağa kalktılar.

-Günaydın çocuklar!

-Günaydın öğretmenim!

-Buyurun, oturun.

Oturdular. İki yıldır derslerine girdiği için tüm sınıfı tanıyordu. Gözleriyle yoklama yapıp defteri imzaladı önce...

Sözcükleri okşayan sesiyle, yaşarcasına okuduğu bir şiirle başladı derse yine:

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar ağaçlarda;

………………………….

Orhan Veli, en sevdiği şairlerden biriydi, ama bu şiirini ezbere biliyordu Bahar. Öğretmeni, şiiri öyle duyarak okuyordu ki, nasıl olsa dikkat etmez, anlamazdı dinlemediğini… Aşkın sonunu öğrenebilir, birkaç sayfa kalan romanını bitirebilirdi; bu arada.

Gül, bir hafta sonu evci çıktığında, Ankara’daki Atatürk Lisesinde öğrenci olan ablasının heyecanla okuduğu kitabı merak etmiş, alıp getirmişti. Sınıflarında, okumayı seven kim varsa, sırayla elden ele dolaşıyordu kitap. Şimdi de O’nun elindeydi.  Yazınsal özelliği bulunmuyor, liseli bir delikanlı ve genç kız arasındaki ilk aşkı anlatıyordu. Aşkın ne olduğunu, nasıl bir duygu olduğunu bilecek yaşta değillerdi oysa. Ortaokul ikinci sınıfa giden, kanı kaynamamış çocuklardı. Yeni bir kitap okumak heyecanıydı olsa olsa.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;

Alnın sıcak mı, değil mi biliyorum;

Dudakların ıslak mı, değil mi biliyorum;

Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından

Kalbinin vuruşundan anlıyorum;

İstanbul’u dinliyorum.

  Oh kitabın son sayfasına gelmişti.  Annesi hep,  “ gözün işte, kulağın seste ” derdi. Radyoyu hiç susturmadığı için… Şiiri de, müzik gibi dinliyordu. Birden, sınıfta bıçak gibi kesilen seslerin sessizliği kulağını deldi.

Kafasını kaldırdı ki! Öğretmen, sırasının başında duruyordu. “ Gözünü bile kırpmadan öğretmenini izleyip dersi dinleyen, tartışmalara katılan sen ha! Yazdığı, okuduğu, şiirlerle ödüller alan, öyküleri dereceye giren, kompozisyonları sınıf, okul gazetelerinde çıkan sen ha! Böyle bir öğrencime yakıştıramıyorum. ” dercesine inanmaz gözlerle bakıyordu.

Tüm sınıf, arkadaşlarının başına gelecekleri; Bahar’la birlikte, üzülerek, korkuyla, nefeslerini tutmuş yürekleri ağızlarında bekliyorlardı. Daha önce görüp duymadıkları, yaşamadıkları bir kızgınlıkla azarlayacak, belki de bir tokat atacaktı Bahar’a. Üstelik haklıydı da. Ancak; öğretmenleri, hiç bir şey olmamışçasına, herkesi şaşırtan yumuşacık sesiyle:

-Ne okuyorsun Bahar? diye sordu.

Ne söyleyebilirdi ki Bahar? Kitabı uzattı öğretmenine, yerin dibinden çıkmaya çabalamaktan yorgun ve yüzü kıpkırmızı.

Öğretmen, kitabı açmadan kapağına bakıp, geri verirken:

-Bize özetlersin bitirince değil mi? dedi; hafifçe gülümseyerek.

O gülümsemede; “ Anadolu’nun köyünü, sorunlarını anlatan; toplumsal, gerçekçi, roman ve öyküleri okuyan sen!’’ vardı. “Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Mahmut Makal, Orhan Kemal, Talip Apaydın gibi yazarları tanıyan sen! ” vardı… “ Dünya klasiklerinden seçkin yapıtlardan örnekler okuyan sen! ” vardı.

 Suskun, ama bağırarak neler söylememiş, ne dersler vermemişti ki…

 Ömür boyu sürecek bir ders vermişti hem de sevgili Hüseyin ERKAN öğretmenim.

Bütün sınıf; derinden, mutlu bir ‘’ Oh!..’’ çekti...

Yayın Tarihi
21.08.2021
Bu makale 1147 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!