YAŞAMIN İÇİNDEN

“La Diva Turca La Gencer”

Leyla Gencer

Batı ülkelerinde “La Diva Turca” ya da “La Gencer” olarak da ün yapan Türk opera sanatçısı Leyla Gencer, yirminci yüzyılın en önemli sopranolarından biridir.

Safranbolulu varlıklı bir baba ile Polonyalı soylu bir annenin çocuğu olarak Boğazın Anadolu yakasında, Çubuklu’da bir köşkte dünyaya gelir. (10 Ekim 1928)

Kitap okuyan, piyano çalan, şarkılar söyleyen annesi aracılığıyla, küçük yaşta müzikle tanışır; yaşamının ilk yıllarında. Çok kültürlü Fransız dadısından da onun tüm sanatlara, tiyatroya sevgisini, düşkünlüğünü, müzik tutkusunu kapar.

Çocukluğu; edebiyattan tiyatroya, tiyatrodan müziğe sanatın ve kültürün her alanında, güzellikleri, sonsuz sevgiyle yaşayarak geçer. Öyle ki; önce bir yazar, sonra tiyatro sanatçısı, daha sonra da bir balerin olmak için yanar tutuşur. Ve sonunda, müzisyenlikte karar kılar.

Mutlu, varsıl yıllardan sonra, genç kızlığa geçiş döneminde; ticaretle uğraşan babası tüm mal varlığını yitirir. Artık Leyla, bundan böyle iç zenginliğiyle dolu dolu yaşayacaktır. Öyle de yapar.

İtalyan lisesini bitirir.

 İstanbul Belediye Konservatuarı’nı sınıf atlayarak bitirmek üzereyken, Ankara Devlet Tiyatrosu’nda öğretmenlik yapan, dünyaca ünlü İtalyan soprano Arangi Lombardi ile tanışır. Onunla çalışabilmek için okulu yarım bırakır, Ankara’ya gider. Ankara Devlet Tiyatrosu korosuna girer( opera tiyatroya bağlıdır o dönemde )  ve çalışmaya başlarlar. Yaşamının dönüm noktalarından biridir bu kararı. (1949)

İlk olarak Ankara’da, Cavalleria Rusticana operasıyla sahneye çıkar. Santuzza rolündeki başarısı nedeniyle de, birçok resmi devlet davetinde sahne alır. (1950).

O yılları; “ İstanbul’dan Ankara operasına gelip kısa bir süre sonra başroller oynamaya başlaması, güzelliği, görgüsü, dil bilmesi, kendini daha o zamanlar bir kraliçe gibi taşıması ve her şeyden önemlisi sahne üzerindeki başarısı onu zamanın opera sanatçılarından ayırıyor, farklı kılıyordu…” diye anlatır Filiz Ali.

Türkiye’yi temsil etmek üzere; Roma’da resital vermek için görevlendirilir. İtalyan radyosundaki kaydıyla, sesini ilk kez dünya’ya duyurur. (1953)

Bu başarılı konserden sonra, üç yüz yıllık opera geçmişi olan bir kenttedir artık; Napoli’de.

Napoli Yaz Festivali’nde;  on bin kişilik açık hava tiyatrosunda, yine Santuzza’ydı. Siyah  eteğinin üzerinde beyaz önlüğü, iki örgüyle omuzlarından sarkan saçlarıyla, Sicilyalı köylü kızı. Onu terk edip giden sevdiğine aşkını sunup temsil bittikten sonra, dinleyiciler büyülenmiştir adeta. Dinmeyen alkışlar ve çiçek yağmuruyla teşekkür ederler genç sopranoya…( 1953)

Ve… Napoli’de, üç temsil oynamak için anlaşma yaptığı Madam Butterfly’ı, bir yıl içinde yirmi üç temsil oynar. Bu rolüyle, Napolilerin sevgilisi olur “ La Turka Napoletana ”( Napolili Türk) denilir artık O’na; müzik çevresinde ve sokakta. Leyla Gencer de, bu sevgiyi La Traviata ile pekiştirir.

 Bu kez Amerika’da San Fransisco Operası’ndaki Francesca da Rimini operası temsilinden sonra hakkında şöyle yazılır; “ Leyla Gencer, işte o, işitilecek görülecek bir şeydi. Leyla Gencer’in  sesi, büyük sıcak ve güzel. Bu ses, büyük bir duygusal güç, duygu yoğunluğu yayma yeteneğine sahiptir.” Time Dergisi - 1956

Her müzisyenin hayallerini süslediği Scala’dadır, ilk kez sahnelenecek Dialogues des Carmelites operasında, rahibe rolünü oynamak için. Oyundan sonra, bestesinin başarılı yorumu için duygularını şöyle dile getirir; “ Sevgili Rahibe, Bir yazar, bir besteci olarak bana tattırdığınız o derin duygular ve gerçek gözyaşları için teşekkürler…”Francis Poulenc- 1957

Geleneksel “Maggio Müsicale-Müzikli Mayıs Festivali”nin açılışında, ünlü besteci Verdi’nin 1849’dan beri oynanmamış, gölgede kalmış bir oyununu gün yüzüne çıkartarak La Battaglia di Legnano operasıyla Floransa’dadır. Ve yapıt, bu oyunla opera tarihine geçer.(1959)

Scala Operasında, Donizetti’nin Poliuto oyununda artık bir “Primadonna” deniliyordu O’na. Aynı oyundaki diğer Primadonna Maria Callas provasını gizlice izledikten sonra dostlarına; “ Bu Türk hepimizin canına okuyacak.” der, kıskançlıkla... (1960)

Bellini’nin 19. yüzyılın en güzel bestelerinden biri olan ölümsüz eseri Norma’yı seslendirdiği Scala’daki oyundan sonra da çok beğenilir ve güzel yorumlar alır. “Sahneye girdiği an, hepimizi kendi ateşiyle tutuşturdu.” der; eleştirmenler, dinleyiciler. “Harika bir yüzü vardı. Acı, sevgi, ışık dolu bir yüz. Tüm sesi yüzündeydi. Tüm sesi sanki ellerindeydi. Tüm sesi gözlerinde, bakışlarındaydı. Tüm sesi yürüyüşünde, o duruşundaydı.” diyerek tanımlar efsane sanatçıyı. Müzikolog Franca Cella-1965

Bir başka tanımlamayı da ünlü orkestra şefi, yazardan dinleyelim: “  Leyla’yı Leyla yapan; çalışma biçimi, çalışma gücü, çalışma azmi, müzik yeteneği, tiyatro yeteneği, çok kültürlülüğü, aklıdır. Sesini akılla, kültürle beslemesidir.”der Gianandrea Gavazzeni

Opera geçmişi ve kültürü olmayan bir ülkeden gelmiştir. Bu kültürün doğup geliştiği bir ülkede, İtalya’da, kendini kanıtlamak için verdiği sınavlarla, durmaksızın ve yoğun bir çalışmayla tam 25 yıl boyunca, operanın kutsal sahnesi sayılan La Scala’nın “primadonna”sı olur.

Kendisine yapılan övgüler karşısında da; “Ben hiçbir şey yapmadım ki… Her şey kendiliğinden oldu… Ben yalnızca şarkı söyledim.’’diyecek kadar da alçak gönüllüdür.

Müziğe ve sanata olan tutkusunu bir söyleşisinde; “Operacı olabilmek derin hem de çok derin bir ihtirastır. 1950’de Ankara’da ilk defa oynadığım Santuzza rolünde ne kadar heyecan hissettimse, 1983’te Venedik’teki La Fenice’de, sahneye veda temsilimi verdiğim Corilla rolünde de aynı heyecanı duymuştum. Tam 33 yıl 60 opera sahnesinde 73 prima donna rolünü oynadım…” diyerek anlatır Leyla Gencer.

Dünyanın; isim yapmış, sayılı şef ve rejisörleriyle çalışır. İlk oyunundan başlayarak, dünya sahnelerinde hep başarılı olur, yükselir... Sayısız oyunla, resitallerle Milano, Roma, Viyana, Paris, San Fransisco, Köln, Buenos Aires, Stockholm, Londra, Rio de Jenerio, Bilbao, Chicago gibi kentten kente, ülkeden ülkeye Türk opera sanatçısı olarak Türkiye’nin en önemli sanat elçilerinden biri olur.

Üstün oyunculuğuyla, canlandırdığı karakterlere kendi yorumuyla verdiği yaşamla; araştırmacı kişiliği ve yorulmak bilmez çalışmalarıyla, unutulmaya yüz tutmuş operaları yeniden tiyatro repertuarlarına kazandırmasıyla; birçok ülkeden sayısız ödüllerle taçlandırılmıştır.

İtalya’nın en iyi “ Verdi Yorumcusu ”ödülü,

RAI’nın Maria Stuarda temsilleri için; “ Altın Güvercin” ödülü,

Londra’da; “Herriet Cohen Altın Madalyası”,

Fransa’da; Dışişleri Bakanlığı Ödülü,

Dallas’da; “ Onur Hemşehrilik  Nişanı”,

Floransa’da; “Operada bir yaşam ”Ödülü. “ S.Miniato Altın Anahtarı”,

Türkiye’de; “Devlet Sanatçısı” unvanı,

Türkiye’de; “Sevda Cenap And Müzik Vakfı Onur Ödülü Altın Madalyası” vb .

Bu başarılar; birçok ülkeden meslek yaşamında onun yararına olacağı, işlerini kolaylaştıracağı gerekçesiyle, isim değişikliği ve vatandaşlık önerilerinin gelmesine neden olmuştur. O ise; “Benim ailem Safranbolulu. Benim kökenim Anadolu, ben Türküm, ben Leyla Gencer’im.” diyerek şiddetle reddeder. Aynı gerekçelerle, hiçbir ülkenin vatandaşlığını da almaz. Daima tek pasaportu olur: Türk pasaportu.

Opera sahnelerine veda ettikten sonra da eğitici kimliğiyle; opera sanatçılarına eğitim verir,  temsiller hazırlar, uluslar arası yarışmalarda jüri üyeliği yapar, resital ve konserleriyle ülkemizi temsil etmeyi sürdürür.

Ve… 10 Mayıs 2008’ de yaşama veda eder.

Donizetti Kraliçesi, Boğazın Çiçeği; aşkın, tutkunun, çağdaşlığın, evrenselliğin sesi, efsane sanatçı Leyla Gencer;

Türkiye’de ve dünyada sanatseverler seni asla unutmayacaktır... 

Yayın Tarihi
18.10.2021
Bu makale 1317 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!