Öğretmen okulunda okumayı nasıl da istiyordu Bahar. Okuyup da, öğretmen olmayı...
Öğretmenlik hayalleri kuruyor; okullar, öğrenciler rüyalarını süslüyordu… Uzak mı yakın mı bilmediği; önceden gitmediği, görmediği köyün, ya da şehrin birinde, küçücük okulda gencecik öğretmendi. Sınıfın kapısında duruyor, tanıyamadığı yüzlere bakıyordu. Işıl ışıl bakan gözleriyle; küçücük, sevimli, bilgiye susamış çocukların güzel yüzleriydi gördüğü. O’na el uzatıp, ‘’Haydi, sınıfa gir öğretmenim.’’ diye sesleniyorlardı hep.
Günlerdir kaç sınava girmişti. Yazılı sınavı ile kompozisyonu iyiydi de; sözlüde, ‘’Çok mu istiyorsun öğretmen olmayı?’’ diye sorduklarında, rüyalarına bile girdiğinden söz edince gülümsemişlerdi hafiften. Ayıp mı olmuştu acaba? Rüyaları gerçek olacak, girebilecek miydi okula? Okulu bitirip, öğretmen olabilecek miydi?
Çocuklarıyla gelen yakınlarını da konuk etmişti okul idaresi. Öğle yemeğini birlikte yemişlerdi. ‘’Ana babalara, yemekhaneyi ve yedikleri çeşit çeşit yemekleri gösterip, ‘Gözünüz arkada kalmasın çocuklarınızı böyle besliyoruz.’ demek istemişlerdi.’’ diye, gururlanarak anlatmıştı komşulara annesi. ‘’Çocuğu ne denli zeki olursa olsun; köyünde ilkokuldan başka okulu, parasal gücü olmayan aileler için bulunmaz bir fırsat öğretmen okulları. Ayrıca kız erkek bir arada okuyup yaban olmayacaklar birbirlerine, kardeş gibi büyüyecekler.’’ demeyi de unutmamıştı.
Yemekhaneden çıkıp, sınava giren beş ilkokul arkadaşı ve aileleriyle, sonuçların duyurulacağı alana doğru yürüdüler. Güneşe inat, koca ağaçların gölgesini kovalayarak...
Göğü delen akasya, çam ağaçları; altlarında gül, kadife, menekşe, horozibiği gibi renk renk çiçeklerin çepeçevre sardığı alan, futbol sahası genişliğindeydi. Okula girince, ilk bayrak töreninden sonra büyüklüğün nedenini anlayabilecekti. Yaşlı, genç, kadın, erkek veliler ile sınava giren ilkokulu yeni bitirmiş kızlı erkekli çocuklar bayramlık giysileriyle, zamanı öldürmek istercesine salına salına yürüyorlardı.
Tören alanının ortasındaki, kocaman Atatürk heykelinin yanında durmuş; sınavın sonucunu ve rüyalarını düşünüyordu. Annesinin, yanındakilerle ve arkadaşlarıyla konuşmalarını duymuyordu Bahar. İç Anadolu’nun, bunaltan ağustos sonu sıcağına, yüreği ağzında beklemenin harı da bastırınca, ter içinde kalmıştı. Sanki zaman durmuştu! Sonuçlar açıklanmıyordu bir türlü... Heyecanını gizleyerek neşe içinde konuşan, gülüşen kalabalık birden sessizleşti; çıt çıkmaz oldu. Kazananların isimleri açıklanıyordu; ses yükselticiden. Adı okunanlar, sevinç içinde yakınıyla sarmaş dolaş oluveriyordu. O bitmeyen birkaç dakikadan sonraydı ki... Adı okunuyordu işte! Sonrasını anımsamıyordu. Mutluluktan nefesi kesilmiş; kulaklarına inanamıyordu. Korktuğu olmamış, kazanmıştı.‘’Öğretmenler, demek ki, rüyalarını ayıplamamıştı.’’ Annesiyle sarılmış ağlaşıyorlardı; sevinçten. Sınavı kazanamayanlar da ağlıyordu; üzüntüden…
Birden; omuzlarından tutan annesi, ‘’İstemiyorsan yatılı okumayı, evimizden ayrı yaşamayı, gidelim, kardeşlerinle de birlikte olursun. Ortaokuldan sonra biraz daha büyüyeceksin; çok istiyorsan altı yerine üç yıl yatılı okur öğretmen olursun… Sınavı kazanırsın yine, inanıyorum sana.‘’ demişti; kararlı bir ses tonuyla. O’nu iyi tanıdığından, gözyaşlarını silmiş; ağlamayı kesivermişti hemencecik… Ağlasa bile, gözyaşlarını ne annesi ne de bir başkası görecekti bundan böyle..
Komşu ablaların okuduğu, adını ilk kez onlardan duyduğu Hasanoğlan Atatürk İlköğretmen Okulu’nu bitirip rüyalarını gerçekleştirecek öğretmen olacaktı. Anlata anlata bitiremezlerdi; tatile her gelişlerinde, O’nu özendirdiklerini bilmeden… Nursel, Yıldız, Sevim ablalar, bu yıl üçüncü sınıfa gideceklerdi. İlçede girdiği ilk sınavı kazandıktan sonra; sık sık onlarla birlikte oluyor, okula girmiş gibi öğrencilik hayalleri kuruyordu. ‘’Sen nasıl olsa kazanırsın.’’ diye umutlandırıyorlardı Bahar’ı hep. Umudu gerçek olmuştu işte! Yüreği coşkudan çağıl çağıldı.
İsimlerin okunması bitmiş, günlerdir birlikte ders çalışıp, umudu ve umutsuzluğu paylaştığı, altı arkadaşı sınavı kazanamamışlardı. Üzgün, kırgın, küskün bakan gözlerinden gözlerini kaçırarak, duygularına ortak olmuş, çocukça sevincinden utanmıştı. Hepsinin tek isteği okumak, öğretmen olmaktı. Hayalleri, ailelerine yük olmadan okumak üzerineydi... Kazanamayanların çoğu, öğretmen okulu dışında hiçbir yerde okuyamayacak köy çocuklarıydı. İlkokul dışında okulu olmayan köylerden gelmişlerdi. Kasabada okumak kolay mıydı? Tek şansları bir sonraki, belki daha sonraki yıl yeniden denemekti… Çok üzgündü onlar adına. Bu kez kaybetmişlerdi. Çocuktu ama, iki yıl önce kaybetmenin ne demek olduğunu acı bir şekilde öğrenmişti Bahar! Üzüntüleri, üzüntüsüydü.
Büyüklerin ellerini öptüler. Kısacık sürede tanışıp, kaynaştıkları arkadaşlarıyla kucaklaştılar. Onları, sırtlarındaki ağır üzüntü yüküyle, köylerine ve belirsizliğe doğru uğurladılar. Adres almayı da unutmadılar, mektuplaşıp unutmayacaklardı; bu günleri ve birlikteliklerini.
****
Sınavı kazananların ana babalarından birkaçı, idare binasına gidip kayıt için gerekenleri öğrenmiş, listeyi almışlardı.
Gerekli belgelerini tamamlamaları için bir hafta zamanları vardı.
Zoru başarmış, sınavı kazanmıştı.
Okulu bitirecek, öğretmen olacaktı.
Ankara’ya doğru yol alıyordu tren bozkırda.
Sevinçliydi.
Gururluydu...