YAŞAMIN İÇİNDEN

AMERİKA’YA YOLCULUK

Bir yolculuğun sabahındaydılar yine!..

Çocuklarına, canlarına kavuşmak için çıktıkları sayısız yolculuklardan biri başlıyordu erkenden.

Gün ağarmadan. Kent uyanmadan... Düştüler yola, özlediklerine doğru.

Mevsimlerden kış. Günlerden bir gün!..

Siyah balıkçı yaka kazağın üstüne giymişti sevdiği deri ceketini; sabahın ayazında üşümekten çekinik. Kahverengi ceketine uyduruverdiği, taba, siyah, bej, sarı renkli geometrik desenli ipek fuları yakışmış mıydı? O telaşla bile kapının yanındaki boy aynasına bakmadan edemedi. Giydiklerini son kez ivedilikle gözden geçirdi. Oğulları şık görmeliydi, “her halinle güzelsin” dedikleri annelerini. Görünüşünden hoşnut; ‘beğenmesem değiştirebilecek miydim ki?’ dedi; gülümseyerek çıkışa doğru yürürken.

Apartman kapısından çıkar çıkmaz yüze çarpan hava yağmur kokulu. Yerler hafif nemli. Aralık ayını yadsıyan, var yok arası incecik bir serinlik sarmalıyor tenini; ürperiyor. Baharın başı mı yoksa sonu mu belirsiz? Eskilerin kışında bir mevsimdeydiler ama değil. Hiç değil! Duygular misali yaşanıyor mevsimler de. Yazı kışı baharı iç içe!..

Kitap dolu el çantasının ağırlığından ateş bastı taksiye doğru yürürken. Çocuklar söylenecekti yine: “Anne, kolların uzayacak bir gün bu kitapları taşımaktan. Neden E-kitap okumuyorsun ki?” Takside bekleyen eşinin yanına, arka koltuğa attı kendini ter içinde.

Yıllardır aynı transfer şirketi ile gider gelirlerdi. Sürücüsü bile değişmezdi çoğu kez. Apartmanın kapısında görür görmez arabanın kapısını açar, güler yüzüyle; “günaydın” diyerek karşılardı Hakan. Yol boyu da sohbet ederlerdi.

Bu kez gelen, Hakan’a da diğerlerine de benzemiyordu. Yarım ağız bir: “Günaydın!” dedi. Ardından “Bavullarınız da çokmuş!” diye ekledi. Taşıyabilecekleri yük sınırını aşmayan üç bavul otomobil için çok görünmüştü gözüne. Oysa kolayca yerleştirildi bagaja. Yola çıktılar; karanlıkta.

Yarım saatten uzun süren yol boyu, hiç konuşmadan geldiler havaalanına gün ağarırken.

***

Baş döndüren bir hareketlilik yaşanıyordu bugün havaalanında. Yolcular mı, yolcu uğurlamaya gelenler mi olduğunu bilemedikleri bir başka ivecen kalabalık vardı?..

Biletleme, bagaj teslimi, binilecek uçağın kapılarına geçebilmenin telaşıyla gidip gelen yolcular arasına karışıverdi onlar da. Ardı sıra sürükledikleri bavullarıyla, kadın erkek, yaşlı genç koşuşturan yolcu kalabalığının hızına uyuverdiler.

İlk işleri, biniş kartı alıp bavulları teslim etmekti.

Check-in yaptırmış, koltuklarını belirlemişlerdi bir gün önceden. Biniş kartı almak, bavullarını teslim etmek için girdiler sıraya.

Önceki uçuşlarda açık olanlar yetersiz kalıp, kuyruklar uzayınca yeni kontuarlar açılıyordu. Sabahın mahmurluğu yüzünden okunan özel giyimli görevliler oturuyordu boş duran kontuarlara.

Gri etek, kırmızı ceket giymişler, başlarında da kırmızı şapkaları vardı görevli kadınların. Kimileri de görev kıyafeti olan şapkasının altında türbanlıydı.

Üniformalara uydurulmuş türbanları görünce dayanamadı: “Yaşadığımız çağın tüm olanaklarından yararlanırken; ‘dinimin gereği’ diyerek yüzlerce yılın gerisinde giyinmek de ne demek oluyor? Evinde, çarşı pazarda kendi halinde bir örtünme değil ki burada gördüğümüz. Sosyal yaşamda, çalışma ortamında örtünme!.. İş yaşamının gerektirdiği kıyafet zorunluluğunun koşullarını zorlayarak üstelik. Anlaşılır gibi değil? Din adamları bile ‘örtünme vardır- yoktur’ tartışması yaparlarken… Türkiye’nin dünyaya açılan en önemli pencerelerinden biri olan havaalanlarında... Atatürk’ün çağdaş Türkiye’sinde… ‘Avrupalıyız!’ derken, dinsel simge ile toplumda ayrışmak!.. İnanç için mi çıkar için mi? Hangi nedenle olursa olsun kabullenemiyorum. Alışamıyorum. Hele de küçücük kız çocuklarının örtünmeye zorlanmalarını!” Biraz da sesini yükselterek, eşine söylenip duruyordu; sıradakilere de duyurarak!.. Söylenirken geldi sıraları.

Check-in işlemlerini yapacak genç kız da türbanlıydı. Önceden koltuk seçimi yaptıklarını belirttiler; pasaportlarını uzatırken. İşlemlerini yaptı, biniş kartlarını verip, bagajlarını teslim aldı asık suratıyla.

Eveeeet! Biniş kartları hazır, bavulları da teslim edildi. El bagajı dışında yükleri kalmamıştı. Bavulun birisinde kilo eksiği olunca el çantasındaki kitapların çoğunu ona yerleştirdiler. Ellerindeki yükü azaltmak iyi olmuştu. Rahatladılar!.. Artık iç hatlara geçip uçağın kalkış yapacağı kapıda, uçuşa dek dinlenebilirlerdi. Gecikme olmamasını umarak elbette!.. Gecikme bir sonraki dış uçuşlarını tehlikeye sokardı ki!.. Eyvah eyvah!..

Güvenlikten geçmek için bekledikleri sırada gördükleri gözü yaşlı kucaklaşanlar yürekleri sızlatıyordu. “Ne zor şey ayrılık! Nasıl da hüzün verir sevdiklerinizden kısa süreliğine bile olsa ayrı düşmeniz, uzağa gitmeniz?” dedi eşine, içi burkulurken…

Biliyordu her yolculuğun bir özlem, bir kavuşma olduğunu. Biliyordu sevdiklerinizden her ayrılığın sonsuz hüzün, kavuşmanın mutluluk yaşattığını. Duygulardaki çelişkilerin kaçınılmazlığını... Şarkılar bile “her bir dertten olur yaman ayrılık” demiyor muydu? Esenleşenlere bakıp, bu yolculukla kim hangi sevdiğinden ayrı düşüyor bilemiyorlardı elbette. Ama hemen önlerindeki sımsıkı sarılmış gözü yaşlı sarışın kızla, uzun saçlı, esmer, üzgün erkeğin sevgili olduklarını anlamak için falcı olmaya gerek yoktu. “Gözden ırak olunca gönülden de ırak oluyorum!” diye mi düşünüyordu şu tatlı kız acaba? “Neden o güzel bakışların hüzünlü, gözlerin yaşlı? Eğer umurundaysa varlığın, yüreğindeyse sevgin, kalsan da bir gitsen de! diyebilsem anlayabilir miydi beni, duyar mıydı sesimi? Sanmıyorum! Öyle üzgün görünüyor ki!..” diye geçirdi içinden ve derinden bir “ooof!” çekti.

***

Güzel bir uçuş oldu. Geçmişte çok ağırını yaşadıkları, herkesin korkudan çığlıklar attığı türbülansa da girmedi uçak; korktukları da olmadı. Ankara’dan, İstanbul Havalimanına bir saatlik uçuş ile tam zamanında, 11.00 de iniş yaptı uçakları. Devasa kanatlarıyla minicik kuş kadar hafif bir inişti. Koskoca uçağın teker koymasından, kimsenin rahatsız olmadığı inişi başarmıştı kaptan pilot. Ve alkışı hak etmişti.

Uçağın hızla boşalmasıyla iç hat yolcuları çıkış kapısına yöneldi.

Dış hat yolcularının, uçuş öncesi yapılacak daha başka işleri de vardı bu havalimanında; diğer uçuşa dek. Önce gümrükte pasaport kontrolünden, ardından da güvenlikten geçilecekti. Hele Amerika yolcularının güvenlik geçişlerini düşünmek bile istemiyorlardı. Elinizdeki çantalarınızın içi dışına çıkarılıyor, didik didik didikleniyordu. O nasıl aramaydı öyle? Yolcu değil suçlu gibiydiniz; görevlilerin gözünde. Böyle sıkı aramalardan geçirilen yolcuların, yasal olmayan şeyleri yurtdışına götürülebilmeleri anlaşılır gibi değildi!..

Pasaport ve güvenlik geçişleri için de koşar adım yürünerek, uzuuun bir yol katedilecekti.

İstanbul Havalimanında transit yolcularla birlikte, dış hatlara doğru yürürlerken hızla:

“Eeeeee yavrularınızın, torununuzun özlemiyle, sızlıyorsa direği burnunuzun… Göze mi görünür çekilenler!” dediler.

Yürüdüler…

Fazilet ÖZKAN POR

18/12/2023

Yayın Tarihi
25.12.2023
Bu makale 264 kişi tarafından okunmuştur.
Bu Haber İçin Yorum Yapın
NOT: E-Mail adresiniz web sitemiz üzerinde yayınlanmayacaktır.
CAPTCHA Image
Bu makaleye ilk yorumu yazan siz olun.

Yazara Ait Diğer Makaleler

Çerez Kullanımı

Kullandığımız çerezler hakkında bilgi almak ve haklarınızı öğrenmek için Çerez Politikamıza bakabilirsiniz.

Daha Fazla

Arama Yap!