Medya'ya artık ben de güvenmiyorum.
Nasıl güvenilir ki;
Devletin Anadolu Ajansı, Atatürk'ün kurduğu, Türkiye Cumhuriyeti'nin yüz akı Anadolu Ajansı, kurum olarak bağlı olduğu Başbakan yardımcısına sansür uyguluyor.
İnanmak mümkün değil.
Bir yanda Yasama, Yürütme ve Yargı erklerini bir elde toplama gayreti içindeki yönetenlere çanak tutan ve sesini çıkarmayan Anadolu Ajansı, diğer yanda patronu kimliğindeki Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın bir televizyon programında yaptığı konuşmayı 7 ayrı bülten halinde vermesine rağmen, konuşma içindeki yolsuzluklarla ilgili görüşlerine sansür uygulaması...
Hem de ne sansür:
Anadolu Ajansı muhabiri ya da yöneticileri; bağlı oldukları Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın katıldığı bir televizyon programında yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile ilgili konuşurken, ''Çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz'' sözlerini haberden çıkardı. AA haberde ayrıca; , Başbakan Yardımcısının Bakan Çocukları ve Rıza Sarraf'ın tahliyesinden memnun olmadığına ilişkin sözleri ile Çağlayan'ın Sarraf'ın uçağı ile Umre'ye gidip gelmesinden de mahçubiyet duyduğu sözleri haberde yer almadı.
Gerçekten inanılır gibi değil.
Ve bu işi yapan Anadolu Ajansının Genel Müdürü ve konu ile ilgili müdürleri hala görevlerinin başında, hükümete karşı olan her şeye ve herkese sansür uygulamaya, yalan-dolan haberlerle kamuoyonu bilinçlendirmeye (!), en önemlisi, ülkemizle ilgili diğer ülke insanlarını bilgilendirmeye (!) devam ediyorlar.
İnanılır gibi değil.
Medya, özellikle tarafsızlığına hiç bir zaman gölge düşürmeyen, bu özelliği ile de başımızın tacı olan Anadolu Ajansı tarihimizin en kötü günlerini yaşıyor. Biz de basın özgürlüğünden, vatandaşın bilgi edinme ve haber alma hakkından söz etmeye, kendimizi kandırmaya devam ediyoruz.
Kendimizi kandırıyoruz çünkü yabancılar bizi, bizden çok daha iyi izliyorlar. Medya sayesinde Türkiye'deki 'Yalan Yaşam'a artık onlar da inanmıyorlar. ABD Dışişleri Bakanı John Kery'nin İnsan Hakları'na ilişkin hazırladıkları raporda Türkiye hakkında söylediklerin dikkat edeniniz var mı? Sanmıyorum. Çünkü Televizyonların haber bültenlerinde geçiştiriliverdi. Oysa bu sözler hepimize hakaret . Unutulmaması için ben bu haberi sizlere yeniden sunmak istiyorum:
''ABD'den 17 Aralık yorumu: Skandal!
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın geleneksel olarak her sene yayınladığı, ülkelerde yaşanan ihlalerin incelendiği İnsan Hakları Raporu’nun 2013 bulguları dün açıklandı. Dışişleri Bakanı John Kerry’nin bizzat sunduğu raporda Türkiye’ye ayrılan bölüm bir önceki yıla üç sayfa daha artıp 51 sayfaya ulaşırken, Gezi Protestoları sırasında hükümetin uyguladığı aşırı güç ve 17 Aralık “Büyük Rüşvet Operasyonu” sonrası yaşananlar rapora damga vurdu. ABD Yönetimi, raporda yolsuzluk konusunu ilk kez Türkiye’nin en belirgin insan hakları ihlallerinden biri olarak saydı ve 17 Aralık operasyonu sonrası ortaya çıkanları da ilk kez ‘skandal’ olarak nitlendirdi.
Washington bu raporla birlikte ilk kez 17 Aralık Büyük Rüşvet Operasyonu sonrası ortaya çıkanları ‘skandal’ olarak nitlendirdi. Yolsuzluk, ilk kez Türkiye’nin en belirgin insan hakları ihlallerinden biri olarak sıralandı. Bu konuda yeterince gözaltı ve soruşturma yapılmadığı belirtildi. Ve kolluk kuvvetleri ile yargının, binlerce polis ve savcının yerini değiştiren hükümetin etkisi altında olduğu açıkça vurgulandı.
ABD bu konuda duyarlı
Raporun sunumu gerçekleştiren ABD Dışişleri Bakanı Kerry, kendi döneminde ikinci kez insan hakları raporu sunmaktan duyduğu memnuniyeti belirterek, insan hakları mücadelesinin ABD dahil herkes için bir yolculuk olduğunu belirtti. Köleliğin de bir zamanlar Amerikan Anayasası’nda yazılı bir madde olduğunu hatırlatan Kerry, bugün eşcinsellerin hak mücadelesinin de devam eden bir insan hakları mücadelesini olduğunu söyledi. Ancak ABD’nin bu konuya verdiği önemi belirtmek için de “Hiçbir ülke insan haklarının iyileştirilmesi meselesine bizim kadar bağlı değil” dedi.
73 gazeteci hapiste
Kerry’den sonra söz alan ABD Dışişleri’nin Demokrasi, İnsan Hakları ve Çalışma konularından sorumlu Bakan Yardımcısı Uzra Zeya ise aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ülkelerde yaşanan basın özgürlüğü sorunlarına vurgu yaptı. Zeya, Türkiye’de çok sayıda gazetecinin hapiste olduğuna değindi. Raporda da, 2013 sonu itibarıyla Türkiye’de gazeteci, yazar, çevirmen 73 kişinin hapiste tutulduğu vurgulandı
Zeya, 17 Aralık Rüşvet Operasyonu sonrası yaşananların ‘skandal’ olarak tanımlanması örneğinde olduğu gibi, raporda, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcülerinin günlük basın toplantılarında söylemekten kaçındıkların ifadeler yer almasının ne anlama geldiği ve bu raporun Amerikan Yönetimi’nin diğer ülkelere yönelik politikalarında ne kadar belirleyici olduğu sorusuna ise şöyle yanıt verdi:
Hukukun üstünlüğü kaygısı
“Bu rapor, bazı en yakın ortaklarımız dahil, dünyadaki tüm ülkelerdeki insan hakları koşullarının objektif bir değerlendirmesini içeriyor. Rapordaki kriterlerimiz Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Deklarasyonu ilkelerine dayanıyor. Bu seneki rapor, önceki yıllara göre yolsuzluk ve hesap verebilirlik gibi konularda daha detaylı bilgiler içeriyor. Türkiye’deki duruma ilişkin ise rapor yargılama süreleri, adalete etkin erişim, bağımsız yargı süreci ve hukukun üstünlüğü kapsamında soruşturmaların önemi konularındaki kaygılarımızı yansıtıyor. İnsan hakları, Türkiye ile stratejik ve karşılıklı menfaatlere dayalı çok geniş olan ilişkilerimizin bir parçası. Kaygılar ise ifade özgürlüğü, azınlıkların durumu, toplumun kırılgan kesimleri, yargılama süreci ve hukukun üstünlüğü.”
Suistimallere bulaştılar
ABD Dışişleri raporunun Türkiye’ye ilişkin kısımda ise “Sivil otoriteler, güvenlik güçlerinin etkin kontrolünü devam ettirdiler ama bazı güvenlik kuvvetleri unsurları insan hakları suiistimallerine bulaştı. Sene boyunca yaşanan en belirgin insan hakları problemleri şunlar oldu” denilerek, sorunlar sıralandı:
- Ceza yasası ve terörle mücadele kanunu, ifade özgürlüğü, basın ve internet kısıtlayan birçok madde içeriyor. Yetkililer, sene sonunda halen cezaevinde olan birçok gazeteciyi, çoğu terörle mücadele yasası ya da yasadışı bir örgütle ilişkili olma suçlamasıyla hapse attı.
- Devleti ya da hükümeti kamuoyu önünde eleştirmenin dava ya da soruşturma açılmasıyla sonuçlanacağı korkusu nedeniyle, otosansür yaygın bir hale geldi.
- Hükümet bazı dini, politik ve Kürt milliyetçilerine ya da kültürel ba kış açılarına sempati gösterenleri taciz etti, soruşturmaya tabi tuttu.
- Yetkililer, protestocuları dağıtmak için aşırı güç kullandı, gazeteciler, akademisyenler, avukatlar ve öğreciler dahil gösteriler sırasında binlerce kişiyi gözaltına aldı ve bu kişileri terörle mücadele yasası kapsamında suçladı. Özellikle de, yetkililer, yedi kişinin ölümü dahil kitlesel yaralanmalara, ifade ve basın özgürlüğünün aşınmasına neden olan, yazın yaşanan Gezi Parkı protestolarına cevap verirken aşırı güç kullandı.
- Terörizm ve devlete karşı tehdite dair geniş kapsamlı yasalar ve bu tür davalardaki soruşturmalarda yaşanan şeffaflık eksikliği adalete erişimi kısıtladı.
-Yargı sistemi politizeydi ve kaldırabileceğinden fazla yük üstlendi.
- Yetkililer, keyfi gözaltılar uygulamaya devam etti, tutuklular yargılama öncesi belirsiz dönemlerde uzun süre alıkonuldu ve uzun süren yargılamalar gerçekleştirdi.
- Soruşturmalardaki gizlilik kararları, savunmanın kanıtlara erişimini kısıtladı ve şüphelilerin yargılama haklarının korunup korunmadığı şüphelerini besledi.
-Savcılar ve yargıçlar arasındaki yakın ilişki, usulsüzlük ve önyargı görüntüsü verdi.
- Savcı ve hâkimlere tanınan geniş yetkiler, özellikle devlet güvenliğine ilişkin kapsamlı soruşturmalar sırasında ceza yasalarının tutarsız ve belirsiz uygulamalarına katkı sağladı.
- 17 Aralık Yolsuzluk operasyonu ve sonrasındaki skandalda, hükümet binlerce polis ve yargıcın yerini değiştirirken kolluk kuvvetleri ve yargı, yürütmenin etkisi altındaydı.
- Hükümet, kadınlar, çocuklar, ve LGBT (lezbiyen, gay, biseksüel ve transeksüel) bireyleri gibi toplumun kırılgan kesimlerini sosyal suiistimaller, ayrımcılık ve şiddetten yeterince etkili bir şekilde korumadı.
- “Namus cinayeti” denilen kadına karşı şiddet belirgin bir sorun olarak devam etti, çocuk evlilikleri sürdü.
- Türkiye’deki diğer insan hakları problemleri ise güvenlik güçlerinin, yargısız infazlar, işkenceler ve aşırı güç kullanımına karıştığı iddiaları, fazla kalabalık olan ve eksiklikler içeren cezaevleri, dini azınlıklara karşı dini özgürlük kısıtlamaları ve suiistimaller, yolsuzluk ve özellikle Güneydoğu’da hükümetin insan hakları örgütlerine getirdikleri kısıtlamalardı.
- Dokunulmazlık, bir problem olarak kalmaya devam etti. Hükümet, güvenlik güçlerinin suiistimalleri ve hükümetin diğer bölümlerinin yolsuzlukları hakkındaki raporları soruşturdu ama gözaltı ve soruşturmalar azdı ve mahkumiyetler yine nadirdi''
Bu raporun üzerine söylenecek birşey var mı Allah Aşkına...
Çünkü yaşananların hepsi inanılır gibi değil...
Çünkü biz kendi kendimizi kandırmaya devam ediyoruz.