ATSO Başkanı Davut Çetin daha önceki gün mecliste yaptığı konuşmasında üstüne basa basa “Maalesef Antalyalı olamadık” vurgusu yaptı. Dün de Organize Sanayi Bölgesinde hiç kimsenin arzu etmediği bir yangın olayından sonra toplanan işadamlarının mesajları, destek çağrıları yardımlaşma-dayanışma duyguları belki fabrikası yanan sevgili kardeşim Köksal Sarı’yı ağlattı ama o kadar işte… Çünkü biz Antalyalı olamadık…
Burada Davut Çetin’e yürekten katılıyorum. Maalesef kentlilik bilinci denen, yaşadığın kente sahip çıkma, sorunlarına çözüm üretme, dara düşen akrabaya, komşuya kol kanat germe, ev taşıyan komşuya bir tas çorba ikram etme gibi duygularımızı çoktan yitirdik.
Bu duygularımız belki de hiç olmadı.
Bunu neden söylüyorum, “Antalyalıyım” diyememenin temel nedeni bu kentte doğmamış olmamız değil. Kentin nüfus yapısını incelediğimizde "Attalos Yurdu" anlamına gelen ve II. Attalos tarafından kurulan Antalya Türkiye’nin 60 sonrası en fazla göç alan kentlerin başında gelir. Bu hızlı nüfus artışı, bazı illerde “Manav”, bazılarında “Kabakçı” gibi isimlerin takıldığı yerli nüfusu zaman içinde bitirmeye yaklaşmıştır. Nüfus sayımlarına göre Antalya Kent merkezindeki yerli oranı yüzde 10’lar civarında veya biraz daha altındadır. Sosyal açıdan bunu değerlendirdiğinizde de bilim insanlarının Kozmopolit (Değişik ulus, ırklar ve kültürden olan kimseleri bir araya getiren, barındıran, kapsaya). diye adlandırdıkları karışık yapı ortaya çıkar.
Yine Bilim insanlarına göre; bir toplumun nüfus yapısı o toplumda uygulamaya konulacak politikaların oluşturulmasında önemli bir yer teşkil etmektedir. Nüfus yapısında meydana gelen değişmeler toplumdaki yapısal gelişmelerin ana özelliklerini ortaya koymakta; kültürel, sosyal ve ekonomik alanlarda meydana gelen değişiklikler de nüfusun yapısını etkilemektedir.
İşte biz bu etkileşimi sürekli yaşayan, birbirine güveni olmayan, ilişkilerde bencil, egoları tatmin edilmemiş, kıskanç, sevgisiz, komşusunu sadece şikâyetçi olacağı, ya da kavga edeceği zaman arayan, o’nu sokmayan yılan bin yaşasın, o’nun başına gelen felaketler bana aman gelmesin gibi düşünen bir toplum haline geldik.
Nereden başladık, nerelere geldik?
**
Konumuz Antalyalı olup olmamaktı.
Bakın Davut Çetin ne diyor?
”Antalya, Türkiye’nin nüfus ve ekonomi olarak beşinci ili. Turizm ve tarımda birinciyiz. Böyle bir kentte, 451 kombine satışından elde edilen gelirin az olması kabul edilemez. İstanbul’da bir kulüp Atatürk imzalı forma çıkardı, birkaç gün içinde milyonlar kazandı. Antalya’da kaç kişide Antalyaspor forması var? Antalya Antalyaspor için birleşmemiz gerekirken, biz gruplar ve kişiler üzerinden bölünmeye devam ediyoruz. Antalyalılık ruhu ve kimliğini bir türlü bir üst kimlik haline getiremedik. Dolayısıyla iş adamları bağış yapsın, toplu kombine alsın denildiğinde de aynı engeller çıkıyor. Herkes birbirine bir şekilde küsüyor. Ayrıca, taşıma suyla değirmen dönmüyor. Birliktelik zayıf olduğunda kentte ilk önce kültür, sanat, spor zayıflıyor, sonra ticaret zayıflıyor ve sonra da kent kaybediyor. Antalyalılık ruhu, Antalya kimliği üzerinde hep birlikte durmak zorundayız. Kent kültürü ve kimliği olmadan turizm ve ticaret sürekli gelişemez”
Hay ağzına sağlık. Davut Çetin anlatmak istediklerimi o kadar güzel özetledi ki;
Yangında fabrikasını kaybeden Köksal Sarı bir şeyler beklediği için söylemiyorum, üstelik açıkladı, maddi değil manevi destek istediğini…
Ama ateş düştüğü yeri yakıyor…
Antalyalılık ruhu ve kimliğini bir türlü bir üst kimlik haline getiremediğimiz, göğsümüzü gere gere, üç büyükler yerine kendi kentimizin takımı “Antalyasporluyuz” demeden hiçbir yere varamayız…
Bir zamanlar kendi sahamızda maç oynarken G. Saray’ın bize attığı golü alkışlayan belediye başkanı da gördü bu gözler…
O yüzden; bu böyle biline…