Eşimin Ankara Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu’ndan çok değerli sınıf arkadaşlarından biri de Selma Gündoğan’dır. Selma öğretmenimizin sevgili eşi Doğu Gündoğan da elli yıllık arkadaşım ve dostum… Bir önceki 516 nolu dayaktan söz eden haftalık söyleşimi okuduktan sonra şu notu tıklamış telefonuma:
“ ‘Dayak cennetten çıkmadır!’
‘Öğretmenin vurduğu yerde gül biter.’ sözlerini duya duya yediğim dayakları hazmettim.”
Sevgili dostumun karşılıklı söyleşilerimizde yaptığı şakamsı ama düşündürücü yorumları gibi bu iletisi de çok anlamlı...
“Cennetten çıkıp geleceğine keşke hep orada kalsaydı; dayak denen bu zorba!” diyeceğim ama kutsal kitapların yazdığına göre güya ilk atamız sayılan Âdem de cennetten kovulmuş!
“Öğretmenin vurduğu yerde gül biter.”miş! Hadi canım sen de!.. Kim, nerede görmüş bunu?
“Bu bir mecazdır; Erkan öğretmen. Bile bile niçin anlamazlıktan geliyorsun?” diyorsunuz, öyle mi? Kusura bakmayın ama atasözü gibi yinelenen bu sözü, oldum olası hiç mi hiç kabul edemedim ben.
Dayağın eğitimde yeri yoktur ve olmamalıdır asla!
Bu yöntemi seçip savunanların ve dahi acımasızca uygulayanların bilgisiz, âciz ve yeteneksiz olduklarını gördüm hep. Onlar dayakla, tehditle, kaba sözlerle bu eksiklerini kapatmak isterler ama aksine…
Ne Dicle Öğretmen Okulu’nda anlaşabildim onlarla, ne de Hasanoğlan’da… Kars/Arpaçay gibi Keşan/Paşayiğit Ortaokulu’nda da sevemedim onları, İstanbul’daki Vefa Poyraz, Şişli ve Bakırköy Merkez Lisesi’nde de…
Hele hele çocuklarını dövüp duran ana babalara hiç mi hiç yakışmıyor! Ana babalarından yediği dayakların acısını küçük kardeşlerinden çıkaran abla ve abilere yakışıyor mu sanki!
“Bunca söz yeter gâri! Yaşanmış bir örnek ver de kalsın belleğimizde.” diyorsanız, haklısınız.
İşte tam da sırası böyle bir anının:
Bildiğiniz gibi yaz kış demeden mutlaka bir işin ucundan tutar; köy çocukları. Tutmak zorundadırlar! Çünkü başka türlü yürümez; köyde yaşam. Öğretmen yazar Süleyman Demirkol, “Zor Olanı Başarmak”(*) adlı kitabında şöyle anlatır; özetini vereceğim bu tür bir anısını:
İlkokul ikinci sınıftadır henüz. Ders yılı sonu karnesini alır. Tüm notları “Pekiyi”dir. Ailesinde herkes çok sevinir.
Babası, “Oğlum, okul tatil oldu artık. Bundan sonra koyunları sen güt, kardeşin Mehmet de kuzuları… İbrahim abiniz de ekin biçmeye ve harmana yardım etsin.” der. Her zaman olduğu gibi kimse itiraz edemez; babanın bu emrine.
Süleyman sabahleyin öykü kitaplarını azık torbasına koyup koyunlarının yanına gider. İbrahim abisi niçin geldiğini sorunca, “Bundan sonra koyunlara ben bakacağım; sen babamlara yardım edecekmişsin.” der. Abisi kavalını da kardeşine verip sevinçle gider evlerine. Böylece Süleyman koyun çobanlığına terfi etmiş olur! Bundan sonra gece gündüz koyunlardan o sorumludur artık.
Sabahları, karınlarını iyi doyursunlar diye nerde yeni bir anız tarlası varsa oraya götürür koyunları.
Öğle sıcağında da ağaç gölgesinde dinlendirir. Kendisi de bu sırada ya kitap okur, ya da kaval çalmayı öğrenmek için denemelere başlar.
Gece olunca ya abisi ya da babası gelerek yalnız bırakmazlar onu. Bir gece babası, onu tatlı uykusundan uyandırıp , “Kalk, gece serinliğinde koyunları otlatalım.” der. Kalkar ama, “Gündüz yoruluyor oğlum. Niçin, ‘Gece uyumak onun da hakkı’ demiyor? Neden hiç acımıyor bana babam?” diye düşünür. Düşünür ama seslendiremez. Sadece beyninde kalır bu.
Babasının isteğini yapar hemen. Yapar da uyku da gözlerinden akar!
Koyunlar ekin tarlasının yanında otlarken, baba yatsı namazına durur. Bilirsiniz, yatsı namazı da uzun mu uzun… Tam 13 rekat… Sonra dua derken, Süleyman uykuya dalar.
Koyunlar durur mu? Onlar da ekin tarlasına… Hışırtılar artınca, uyanır bizim küçük çoban. Bir bakar ki, koyunlar ekin tarlasında… Korku ve telaşla koşar hemen. O sırada babası da namazını bitirip gelir:
“Uyudun; değil mi? Ben sana ekini bekle; sakın hayvanlar tarlaya girmesin; demedim mi?” deyip elindeki üvendire ile oğlunun boynuna sertçe vurur. Çocuk sendeleyerek tepe takla düşer.
Ünlü şairlerimizden Ziya Paşa boşuna söylememiş ya, şu iki dizeyi:
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir;
Tekdir ile de uslanmayanın hakkı kötektir.
Yani, atasözü gibi söylenen bir özdeyişi şiirleştiren şair paşamız demek istiyor ki, “Verdiğin öğüdü anlamayıp da tersini yapanı önce uyarmalı. Uyarıyı da anlamazsa, bir güzel pataklamalı!”
Eee, böylesine güzel söylemese, ne diye paşa yapsınlar ki bu şairi; değil mi ya!
Yıllar yıllar geçse de babasının ona verdiği bu değerli ödülü, unutamaz hiç, öğretmen yazarımız.
Var mıdır; sizin de aldığınız bu tür güzel ödüller!
Pekiyi, niçin paylaşmıyorsunuz?
Kıskanıyor musunuz yoksa!
(*) Zor Olanı Başarmak (Anılar-Kültür-Hikâyeler), Süleyman Demirkol, Tel. 0505 641 85 25
Kent Işıkları Park Ajans Yay. Fatih/İstanbul, 2. Baskı, 2023, info@nubihar.com