Meslek hayatım boyunca hep iktidarın karşısında, halkın yanında olmaya çalıştım. Çünkü gazeteciliği biz böyle öğrendik. İktidara karşı halkı savunmak, daha doğrusu halkın, haklarına sahip çıkmaktı bizim görevimiz. Tarafsızlık ilkesi çerçevesinde bir tarafımız varsa, o da halkın yanıdır. Şüphesiz bu durum körü körüne taraf tutmak, ya da doğru da yapsa iktidarı eleştirmek anlamına da gelmesin. Tarafsız gazeteci, iyi şeyler yapan iktidara da güç vermelidir.
20 Ağustos tarihinde yürürlüğe giren yeni ulaşım sistemi ile ilgili gazeteciler adeta ikiye, hatta üçe bölündü.
Bir bölümü halk adeta isyan noktasına gelirken ulaşım uzmanı kesilip, halka “Sabredin. Bu sistem en iyi sistemdir. Göreceksiniz bu sistemi eleştirenler pişman olacaktır” diyenler…
İkincisi halkın isyanını kamuoyuna yansıtarak, sistemin aksayan yönlerini eleştirenler…
Üçüncü grupta da, çeşitli zamanlarda olduğu gibi, ortalıkta insanlar birbirini yerken ve bu kent için önemli bir değişim yaşanırken adları gazeteci-yazar olup da suya sabuna dokunmayanlar…
Eleştirmek en kolay iş
Aslına bakarsanız toplumumuzun en kolay yaptığı iş eleştirmektir. Daha doğrusu olumsuz eleştiri. Oysa eleştirirken çözüm de sunmalıyız. Belediye yönetiminin iyi niyet bir yana yaptığı doğru da olsa, bunu olumsuz gösterip eleştirmek biraz hakkaniyet kurallarına uymaz. Üstelik bu hizmetten yararlanan halkı bu anlamda olumsuz yönlendirerek olayı provake etmek de ayıptır.
Bunun tam tersi yaptığı ve yaptırdığı her işi peşinen doğru kabul ederek kapılarını eleştirilere kapatan, hatta daha da ileri gidip eleştirenleri peşin hükümlü, ön yargılı ilan edip kulaklarını tıkayan siyasetçiler de aynı oranda yanlıştır.
Bu işte sanki bu iki unsuru da birlikte gördük ve yaşadık.
Bu halkın söylediklerinin hiç mi önemi yok?
Bizim olayımızda daha ilk günden başlayarak isyan bayrağını çeken, işine, evine gidebilmek için eskisinden fazla para ve emek harcayan insanlar sistemi eleştirmeyecekler mi? Elbette eleştirecekler ve bu eleştirileri dikkate alacak olan yöneticiler de varsa eksikleri ve hataları düzeltecekler. Önüne her konan yemeği baskı ile yemek zorunda bırakılan ve susan toplumlarda demokrasiden söz edebilir miyiz? Bu ülkeyi yönetenlerin ister yerel, ister merkezi olsun bu halkı yok sayma, ya da onlara emrivaki yapma gibi bir hakları olabilir mi? Olursa bunun adı herhalde faşizmdir.
Nereden nereye geldik?
Asıl söylemek istediğimin biraz dışına çıktım herhalde. Bizim yazar dostlara sesleniyordum. Bırakın halk kendilerine verilen hizmeti eleştirsin. Bırakın dilediklerini söylesinler. Doğru elbette bulunacaktır. Ama bu kenti yönetenler izin verin de kendileri kendilerini savunsunlar. Binlerce insanın eleştirdiği bir sistemi, kuranlar, işletenler ve yapanlar yerine sizlerin savunmasına pek akıl erdiremiyorum. Hele bu savunmalar işin başındaki kişiye göre değişiyorsa, ona hepten aklım ermiyor… Aklımın ermediği en önemli konulardan biri de günümüz siyasetçilerinin önemli konuları kimselere, özellikle günümüzde daha önem kazanması gereken sivil insiyatife ve uzmanlara danışmadan yapmaları ve “Ben yaptım oldu” mantığını giderek yaygınlaştırmaları. Bu yöntemin kimseye faydasının olmayacağını bile bile…