1-Küresel şirketlerin göçerttiği yerli tarım üretimimiz üzerine bir alıntı yazı ve düşüncelerim
“…Küresel Oligarşi’nin organize ettiği tarım savaşında, hedef ülkelerde yüzlerce yılda oluşmuş, makul ve mükemmel işleyen geleneksel tarım üretimi; Batı’nın “kitlesel tarım/ endüstriyel tarım” yöntemlerine göre yeniden yapılandırılır. Böylece hedef ülkedeki (örneğin, Türkiye’deki, cd) geleneksel çiftçi, yüzlerce yıllık bilgi ve tecrübe tabanı üzerinde yürüttüğü tarımsal üretim sürecine bir anda yabancılaşır. Kendine güveni kalmaz. Her adım; sektöre yön vermeye başlamış o yabancı uzmanların ağzından çıkacak sözlere bağlıdır artık.
Çiftçi hibrit tohum kullanmak zorunda kaldığı için, kendi ürününden tohumluk ayıramaz. Batılı şirketlerden alınan sözde “süper tohumluklar” kısırlaştırılmıştır. Böylece çiftçi her yıl yeniden tohum satın almaya zorlanır. Geleneksel çiftçi artık kendisi ve ülkesi (örneğin, Türkiye, cd) için üretmeyi bırakmış, Küresel Oligarşi’nin kanunlarının hükmettiği dünya pazarı için üretmeye başlamıştır. Ve bir gün dayanma gücü tükenince, babasından kalma topraklarını pusuda bekleyen fırsatçılara satmak zorunda kalır.
Sonuçta çiftçiye ve ülkesine yaşama gücü veren geleneksel tarım yöntemleri ve bu yöntemlere uyum sağlamış yerel tohumluklar ortadan kalkar, unutulur. Köylü korkunç bir çaresizlik ve borç sarmalı içindedir. Artık, bir daha kurtulamayacağı, kendisini boğan bir tuzak, “endüstriyel tarım tuzağı” içine çekilmiştir.
Küresel patronlar nihayet büyük hedeflerine ulaşır: Geleneksel çiftçi kaçınılmaz olarak tamamen tükenir, tarihsel rolünü terk eder. Tarımsal üretim sahnesinden çekilir….”
[Ünal,2017, ss.113-114]
Evet alıntıladığım bu yazı tam olarak bilinçli bir şekilde çökertilmiş tarım üretimimizi tarif eder.
Bu ülkenin en dibe düştüğü cumhuriyet ilk yıllarında diğer ülkeler tarafından “Türk Mucizesi” olarak tanımlanan kalkınma hamleleri ve TC tarihinin en yüksek kalkınma hızına ulaşılması en başta tarım sayesindedir.
1923-1938 arasında kurdurulan fabrikaların bedeli tarım ürünleri ile ödenir. 2. Sanayi devrimi bu sayede gerçekleşir.
Bugün fabrikalar satılarak tarım ürünleri alınır olmuştur!
Gübre fabrikalarımız kapatılmış, küresel tarım şirketlerinden pahalıya alınan gübre, kullanılan pahalı yakıt, pahalı elektrik ve sulama ile yüksek maliyete mal olan yerli ürünler karşısına aynı küresel tarım şirketlerince ucuza üretilerek sıfır gümrükle ithal edilmiş tarım ürünleri köylüyü toprağından soğutmuş, genç nüfusun köyünü terk etmesine neden olmuştur.
Ve son 20 yılda 16 bin köy bir kalemde köylükten çıkartılarak mahalle yapılmıştır.
2-İşin doğrusunu bilmek
İşin doğrusu "1.Dünya savaşı" değil "1.Emperyalist paylaşım savaşı." tanımıdır.
Çünkü savaşları halklar değil, halkları yönetenler, üstünler çıkartıyor; bu anlamda savaşan halklar değil, savaştırılan halklar vardır.
Rus halkı, Ukrayna halkı, Amerikan halkı, Türk halkı, Yunan halkı, Kürt halkı, Ermeni halkı, Azeri halkı, Çin halkı, İran halkı tüm dünya ülke halkları birbirlerine düşman değildirler.
Ancak savaşa zemin hazırlayanlar halkları birbirine düşmanlaştırma politikalarına çok önem verirler.
Onlar çıkarları için “iti ite kırdırma” düşmanlaştırmayı önemserler.
Bu anlamda gerek aynı ülke halkını, gerekse farklı ülke halklarını birbirlerine kırdırmak amaçlı etnik, inanç vb kimlikler üzerinden düşmanlaştırma siyasetini izlemede oldukça tecrübe kazanmışlardır.
Doğru söz ve davranış ise “kimliklere sonsuz saygı, kimlikçi yaklaşımlara hayır” demek ve öyle davranmaktır.
Ör: Anadolu'da binlerce yıl birlikte yaşamış, birbirlerinin düğünlerine, bayramlarına, cenazelerine katılmış farklı etnik ve inançtan olanların çocukları birbiri ile evlenmişler, kaynaşmışlar gün gelmiş birden bire nasıl ve neden kindarlaştırılmışlardır?
Birbirinden nefret etmiş birbirlerine neden kırdırılmışlardır?
Hâlbuki Anadolu’nun hakim kültürü erenler kültürü olan Barış, kardeşlik, hoşgörü kültürü mahkum edilmiş ve savaş kan intikam neden yüceltilmiştir?
Tek nedeni savaştan, kandan, kinden ve nefretten beslenenler çıkar umanlardır.
Savaşı çıkartanlar 1.Dünya savaşı, 2. Dünya savaşı kavramlarını kullanarak savaşları halkların savaşı gibi algılatılmasını önemsemişlerdir.
İşin doğrusu emperyalist yönetimlerin kendi halklarına rağmen çıkarttıkları savaşa zemin hazırlamak meşru kılmak değil midir?
İşin doğrusunu, tüm ömrü savaşlarda geçen Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ten öğreniyoruz.
Onun hiçbir savaşı bir çıkar hesabıyla halkları birbirine kırdırmak için değildir.
O hep meşru savunmada kalmış, vatan savunması ve var olmak için dünyanın en haklı, en namuslu savaşlarında savunmada kalmıştır. Onun taarruz emri vatan topraklarının temizlenmesi anında gelişir.
“Mecbur kalmadıkça savaş bir cinayettir yurtta sulh cihanda sulh” diyen bir emperyalist ülke yönetimi göremezsiniz.