Son bir ay içinde önemli kişilerce sarf edilen üç önemli cümleyi yan yana koyduğumuz zaman oldukça kritik bir dönemden geçtiğimiz anlaşılır.
1-Cumhurbaşkanımız: Daha neler olacak neler…
2-Korkut Eken: Devlet stratejisine göre kirli işlerde devlet görevlisi yerine, eleman kullandık!
3-Sedat Peker: Geçmişteki Gazi Osmanpaşa eylemlerinden çok daha büyüğünü çıkartıp ülkede kaos yaratma planları var. Bir Cem evine saldırı planlıyorlar…
Nitekim,
1995’te Gazi Osmanpaşa’da neler olmuştu!
Korkut Ekenin ifadesiyle, “kirli işleri yerine getiren elemanlar” marifetiyle kahvehaneler taranmış sonrasında oluşan galeyan, çatışmalar 22 vatandaşımız can vermiş, yüzlercesi yaralanmıştı.
1980 öncesine gidersek öğrencilik yıllarımız, en acı, en kanlı çatışmalar, kaotik yıllardı.
Ve darbe şartlarını oluşturmak amaçlı, toplumu ajite etmek, çatışmaları kızıştırmak, daha çok kan dökülmesi amacıyla “sağ-sol çatışması” adıyla tezgahlanan onlarca operasyondan biri de soldan DİSK genel başkanı Kemal Türkler ve sağdan MHP genel başkan yardımcısı Gün Sazak’ı katleden kurşunların aynı tabancadan çıktığını yıllar sonra öğreniyorduk.
12 Eylül 1980 öncesi sahnelenen Çorum ve Maraş katliamları ve yıllar sonra 1993’te sahnelenen Sivas Katliamı şaşılacak derece benzerlikleri hep aynı odaklarca aynı şekilde planlandığına işaret ediyordu.
Hepsinin arkasında yasa dışı cıa güdümlü kontrgerilla vardı. Stk ların, parti, gençlik ve öğrenci örgütlerinin içinde etkindiler. Nato üyesi ülkelerde sol örgütlenmelere karşı oluşturulmuş yasa dışı, Türkiye ayağı olan "karşı gerilla örgütü" anlamına gelen, kontrgerilla vardı.
Olayları doğru anlamak için tarih bilgisine ihtiyaç vardır.
Avrupa Tarihini Özetlersek
1789 öncesi ortalama 200 yıl süren iç savaşlar ve yüzlerce milyon insanın can verdiği çatışmalar sonunda Kral+Kilise+Toprak sahiplerinden oluşan feodalizmi tarihe gömen Burjuvazi, kendi demokratik devrimlerini zamana yayarak hayata geçirir.
Aydınlanma ve Sanayi devrimi ile gelişen, güçlenen Avrupa ülkeleri, cennetin anahtarını satarak bu dünyasını cennete çeviren kilise ile birlikte saltanatı şatafatlı, av partili eğlenceli hayatlarıyla halkına zulmeden krallık rejimleri ve soylulardan ayrıcalıklardan oluşan aristokratlar artık tarihin çöplüğünde yerlerini alırlarken 18. YY da medrese eğitiminden Üniversite eğitimine geçilir.
Avrupa artık aklını, vicdanını ve iradesini kilisenin krallığın tahakkümünden kurtarmış aklı hür, vicdanı hür, bilimi rehber edinmiş, sanat ve felsefe ile kendisini tekrar inşa etmiş insanlar ve toplumlar ile gelişim içine girmiştir.
Başlangıcı 2400 yıl öncesine dayanan felsefe sayesinde analitik ve sistematik düşünce ile akıl çapı gelişim sürecine giren toplumlar sayesinde üretilen bilim, teknoloji üretilmiştir. Teknoloji sayesinde sanayi devrimi gelişim içindedir.
Gelişen sanayi sayesinde finans kapital, bankacılık zenginlik artar. Zenginlik sayesinde tabana yayılan eğitim, sağlık, ulaşım çağdaşlaşırken halkın refahı artar kültürü gelişir ve daha çok patentli buluşlara imza atacak nesiller yetişir.
Anne, baba yetişmiş ve patentli buluş ve bilim insanı, filozof, sanatçı ise epigenetik (irsi olup genetik olmayan) etkiyle onların çocukları da doğuştan gelişim yönden avantajlı nesillerdir.
Avrupa Çağ Atlarken Osmanlı Ne Yapmaktadır?
Avrupa öte dünya odaklı medrese eğitiminden, evrensel olan Üniversitelere yönelirken, Osmanlı ise tam tersi yol izler.
Osmanlı’da medrese eğitimine geçilir. Fatih sultam Mehmet döneminde açılan sanat, bilim merkezleri, tersaneler, rasathaneler kapatılır. Sanat, bilim felsefeye sırt dönülür.
Aydınlanma sanayileşme devrimi hiç oluşmaz ve Osmanlı kaçınılmaz olarak da gerileme fakirleşme topraklarını kaybetme dönemine girer.
1854 ilk dış borcunu alan Osmanlı, 1875’te artık borcunu ödeyemez hale düşer. Moratoryum ilan eder. 1880 de maliyesine el konulmasıyla ekonomisi tamamen çökmüş bir Osmanlı fiilen ömrünü tamamlamıştır.
1880-1918 Mondros teslimiyet antlaşmasına ye kadar geçen 38 yıl sürede "hasta adam" olarak paylaşılamadığı için zorla yaşatılır.
Son dönem Osmanlı ordusunun maaşını Almanlar öderken, Osmanlı genel kurmay başkanı bir Alman generaldir.
Osmanlı ordusu eğitimi, donatımı, lojistiği, finansı tamamen Almanların elindedir.
Osmanlı Sonrası, Türkiye Cumhuriyeti Dönemi.
13.5 milyon nüfus, ancak genç ve okumuş çoğunluğunu on yıl süren savaşlarda kaybettiğinden topraklarını tam olarak ekemeyen, açlık, yokluk çeken ve 15. Yy şartlarında yaşayan bir ülkedir Türkiye.
Her şeye rağmen 1923-1945 arası 22 yılda, Avrupa’nın 200 yılda ancak gerçekleştirdiği aydınlanma ve sanayileşme devrimlerini gerçekleştirmeye çalışır ve “Türk Mucizesi” diye anılan atılımlar sayesinde TC tarihinin en yüksek kalkınma hızına ulaşabilir.
Ancak 2. Dünya savaşı ve sonrasında değişen dünya dengeleri arasında Nato’ya girerek ABD nin güdümüne giren Türkiye, bağımsızlığını kaybederken, Cumhuriyet aydınlanma devrimlerinin bir bir içi boşaltılmaya başlanır.
Henüz tamamlanamamış milli demokratik devrimler sekteye uğratılırken, karşı devrim süreci devam eder.
Ve bir hafta önce cumhurbaşkanımızın sarf ettiği “artık parlamenter demokratik rejim mazi olmuştur” sözleriyle tüm yetkilerin tek elde toplandığı adına “Türk Tipi Başkanlık Rejimi” denilen rejimde, aslında mevcut anayasaya uymayan yapı, yüceltilir.
Anayasanın en temel ilkesi Milli İrade ancak temsil edilebilir.
Hiçbir makam, kişi milli iradeyi devir alamaz.
Bu anlamda Anayasaya uymayan bu rejime uygun yeni anayasa çalışmalarından bahsedilmektedir.
Ders almamız gereken en önemli konu, bu yüzyıl bir tarafa yüzlerce yıl öncesinde dahi padişahlıkla, krallıkla yönetilen tüm ülkelerde gözlemlenen tek şey, bozulma çürüme, ayrışma, çatışma ve tükenmedir.
Başkanlık siteminde liyakat, çalışma, üretme, gelişme, ilerleme yerine, mülakat, göze girme, ayak oyunu, kulis, kumpas, yozlaşma, gerileme kaçınılmaz olmaya başlar.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Cumhuriyet en faziletli rejimdir” sözleri demokratik cumhuriyeti tanımlar.
Ve demokratik parlamenter rejimlerde ne mafya, ne de kripto tarikat cemaatçi yapılanmalar ne de darbeciler zemin bulabilirler.