Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde pandemiden dolayı alkollü içki satışı yasaklanmadı çünkü covid-19 virüsü ile alkol arasında bir ilgi kuranda olmadı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kritik dönemlerinde dahi alkol satışı yasaklanması hiç gündeme bile gelmedi.
Hukukçular Ne Diyor?
“Alkol satışının yasaklanması hukuka aykırıdır. Çünkü Yönetmenliklerin tüzüklere, tüzüklerin KHK lara, KHK ların yasaya, yasaların anayasaya aykırı olamayacağı en temel konudur. Genelge ile anayasal haklar kısıtlanamaz. Resmi görevliler tebligat olmadan, sözlü ifadelere dayanarak işlem yapamazlar.
Bu nedenle genelge olmadan 22 ilde il Hıfzıssıhha Kurulu Kararı ile içki satışı yasaklatılıyor. Yasak kararları mülki amirlere bırakıldı. Çünkü alkol yasaklanması kanunen yasa çıkartmakla olur. Mülki amirler bile yasaya rağmen yasak kararı veremezler” demekteler.
Tekel Bayileri Yardımlaşma Derneği Başkanı Erol Dündar “yürütmeyi durdurmak için mahkemelere başvurduk mülki amirliklere ihtarımızı çektik. Derneğimiz mücadelesini sürdürecek…” demekte
Bilim Kurulu ise “bu kadar ileri gidemezler diye düşünmüştük” diyerek durumlarını kurtarıyorlar.
Laiklik ve Alkol Yasağı
Devlet, toplumun insanların, hanelerinin kapısını kapattıktan sonra hane içindeki vatandaşların özel yaşam tarzlarına, ne yedikleri ve ne içtiklerine burnunu sokma aygıtı değildir. Devlet kamunun hakkını, hukukunu gözetir; kamusal nizamı düzenler.
Devlet, hiçbir tasarrufunda vatandaşlarının hayat tarzlarına takıntılı davranamaz.
Hukuka aykırı “ben yaptım oldu” şeklinde yaptırımlar kesinlikle hayat tarzına takıntılı keyfi bir tasarruftur.
Devlet tüm inanç guruplarına karşı eşit mesafededir.
Devletin dini olmaz, olursa da adı adalettir ve de adalet, devletin temelidir.
Geçmişte bir CIA projesi olan Türk-İslam Sentezciliğini ve şekli bir batıcılığı “Atatürkçülük” olarak tanımlayan darbeci Kenan Evren vesayet rejiminin, giyim kuşam ve özel hayatlar üzerindeki baskıları “laik azgınlık” olarak tanımlanmasının yanında, yine CIA patentli birbirini şirke girmekle suçlayan kendinden menkul, müritlerinin ve talebelerinin iradelerine, vicdan ve akıllarına ipotek koyan tarikat şeyhlerinin ve kimisi “ılımlı İslamcı” cemaat liderlerinin etkisiyle alınan laiklik karşıtı kararların bu toplumda çatışma, ayrışma, kin ve nefret tohumlarına neden olduğu aşikardır.
İslam Dini ve Laiklik
Türklerde ilk laik uygulama Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey zamanında gözlemlenir. 1055 Devlet idaresi ve Halifelik ayrılır
İlk defa cumhuriyetle birlikte camilerde görevli imamlar maaşa bağlanmıştır.
Elmalılı M. Hamdi Yazır’ın “Hak Dini Kur’an Dili” adlı 9 ciltlik tefsiri 1935 yılında tamamlandı. 10 bin takım basıldı, 8 bin takımı kamuoyunun önde gelen isimlerine ve din adamlarına ücretsiz olarak dağıtıldı.
1927 Abdulbaki Gölpınarlı "Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri" İlkokul 3. 4 . Sınıflarda okutulur
Cumhuriyetin ilk yıllarında Diyanet İşleri Başkanı Ahmet Hamdi Akseki tarafından hazırlanan, “Askere Din Kitabı”Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sürecinde, bütün askeri birliklerde ders kitabı olarak okutulmuştur.
İlahiyat Fakülteleri ile aydın din adamlarının, akademisyenlerin yetişmesi amaçlanır.
Hem Laik, hem Müslüman Olunur mu?
Eğer konuya Muaviye’nin veya Yezidin baktığı gibi bakarsak o zaman hem laik, hem Müslüman olamayız. Ancak Hz. Muhammed’in icraatları ve Medine sözleşmesi bizi aydınlatır.
Laiklik, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesiyim” diyen adamlara “Allah’ın yeryüzünde gölgesi de yok onun bir gölgeye de ihtiyacı yok” diyebilmektir. Yani Allah’ın otoritesine ortak olanların karşısına geçip “La ilahe İllallah” demek gerekir.
Laiklik, şirke girmişlerin dinsel otoritesini yok etmektir.
Yarattığı kuluna şah damarından daha yakın olan yaratan, kulunun iradesine ipotek koymazken kendinden menkul şeyler ve liderler, müritlerinin ve talebelerinin iradelerine ipotek koyabilmekte ve birbirlerini şirke girmekle suçlamaktalar.
622 Medine Sözleşmesi
Bir özgürlük adalet öncüsü olan HZ Muhammed’in toplumsal mutabakatı sağlayan Medine sözleşmesi, İslam’ın bir devlet projesidir.
Medine, bir kent demektir; devlet demektir. Orada bir Müslüman devleti kurulmuştur ama Müslüman olmayanlarında hakları korunmuştur.
Hz Muhammed’in Medine’de yaptığını, Gazi Mustafa Kemal Atatürk yaşadığı dönemin koşullarına uygun 29 ekim 1923 de Anadolu topraklarında yapmıştır.
Nasıl ki Hz Muhammed Medine Sözleşmesi sayesinde Arap kabileleri bir araya getirilip bir Arap unsuru inşa ederek Müslüman devlet oluşturup ve sonra o yayıldı ise daha sonra M. Kemal Anadolu’da farklı etnik ve mezhepten grupları bir araya getirerek “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti” denir diyerek Türk Ulusunun temellerini atmıştır.
Türkiye Cumhuriyet kuruluş kanunları ve Medine sözleşmesi hükümleri çağının şartları göz önünde bulundurularak incelenirse özünde, demokratik ve laik yapının inşa edilme hedefi anlaşılır.
Ancak Hz Muhammed’in başlattığı hareket özellikle sonraki süreçte tıpkı Anadolu’daki bağımsızlıkçı laik hareket gibi kesintiye uğratılmıştır. Özellikle Emevilerin, Halifeliği Saltanat haline getiren, Arap milliyetçiliği yapması, Arapçayı kutsal dil ilan etmesi bunu gösteriyor. Abbasiler ve sonraki yaşananlar hepsi bu tezi destekliyor.
Pandemi Sürecinin İslam Dünyasına Etkileri
Son olarak Pandemi zorlamaları tüm dünya ülkelerini derinden etkilerken Tunus, Mısır ve özellikle son aylarda Suudi Arabistan dahil olmak üzere birçok Müslüman ülke Laiklik karşıtlığından ve radikal politikalardan sapma göstermeye başlamıştır.
“Ahirete İlişkin Cezalar Devletin İşi değildir”
Nitekim en son olarak Şark ul Awsat haberine göre Veliaht Prens Muhammed bin Selman “öbür dünyaya ait cezalar devletin işi değildir” “Allah bir şeyi haram kıldığında bunun ahirette cezası olduğunu vaat ettiğinde insan olarak bizlere bu haram davranışı cezalandırmamızı emretmemiştir. Bu haramın cezasını kıyamet gününe ve ahirete bırakmıştır.”
Veliaht Prens, devletin Vahhabilik ekolüne bağlı kalıp kalmayacağına ilişkin bir soruya da “Kendimizi sadece belli bir ekole/mezhebe ya da dünyaya adadığımızda insanları ilahlaştırmış oluruz. Şeyh Muhammed Bin Abdulvehhab, mezarından çıkıp bizi onun metinlerine bağlı kaldığımızı, aklımızı içtihada kapattığımızı ve onu tanrılaştırdığımızı ya da aşırı övdüğümüzü görse buna itiraz ederdi. Dinin hükümleri konusunda kendimizi bir ekole veya bir kişiye bağlayamayız. Her fetva zamana, yere ve anlayışa göredir” yanıtını verdi.
Veliaht Prens “Yeni Suudi Arabistan Devleti” hedefini “dünyadan kopmayan bir devlet olacak, tekerleği yeniden icat etmiyoruz, tüm dünya insan hayatını düzenlemek için şeffaf sistemler ve açık yasalar üzerinde çalışıyoruz. Amacımız, vatandaşın güvenliğini çıkarlarını koruyan, ülke kalkınmasına ve refahına yardımcı olan yasalar çıkarmaktır. Yasalar aynı zamanda uluslararası alanda kabul görmüş prosedürlere göre çıkartılır. Muhafazakar ideoloji ile bir yere varılmaz. Bugün ülkeye yatırım ve turist çekemiyoruz, aşırılık yanlısı ideolojinin varlığı ile ilgilenmiyoruz.” Der.
Son söz olarak, dünya gemisi nereye gidiyorsa o geminin tüm yolcuları gibi Türkiye’de oraya gitmektedir.