Son günlerde hepimize Bihter’le Behlül’ün ne olacağı dert oldu. Dizi reyting rekorları kırıyor kırmasına da, sebebi üzerinde ne kadar kafa yoruluyor, bilmiyorum…
Ben dizinin sahnelerinin fazlaca müstehcen olmasından filan bahsetmeyeceğim. Öpüşme ve sevişme sahnelerinin ne kadar uzun tutulduğundan ve oyuncuların bu sahnelerdeki başarılı performanslarından da… Bu konuyla ilgili yaptıkları komik açıklamalardan da… Hayır, bunlarla dilimi yormayacağım. Ben bu dizinin neden bu kadar çok seyredildiğini ve insanların seyrederken ne gibi bir psikoloji içinde olduğunu merak ediyorum…
İçinizde Bihterciler, Behlülcüler, Adnancılar vardır mutlaka. Ben Bihterci değilim, orası kesin. Behlülcü de olmama imkan yok ama içten içe çocuğa üzülmüyor da değilim. Üzülüyorum çünkü bu felakete doğru sürüklenme sebebi bir kadın (Hep öyle olur ya)… Ama kardeşim, o da bile bile ateşe atıyor kendini. Hem amcanın maddi varlığından istifade edeceksin, hem de madde hacmini istemeyeceksin. Var mı öyle bir lüks?
Kimileri diyor ki, “Aşk bu (hatta Behlül de öyle diyor), olur bazen böyle durumlar. Kimse istemez ama gönül bu işte”. Ben kabul etmiyorum! Tamam, aşk mantığı reddeder ama bu kadar da kendini unutturmamalı, değil mi? Haydi erkekleri bir derece anlayabiliyorum, başka türlü bir metabolizmaları var. Kimyaları farklı, fizyolojileri farklı, belki kendilerine engel olamıyorlardır ama kadınlara ne demeli? Buradaki örneğe bakarsak, Bihter’e ne demeli? İnsan “dizidir ne de olsa, seyredeyim” diyor, vallahi tahammül edemiyor. “Hem de melek gibi adama bu ihanet nasıl yapılır yahu?” demekten, isyan etmekten kendini alamıyor.
Fakat günlük yaşantımızda olmuyor mu bunlar? Sadece romanlarda, dizilerde, filmlerde mi oluyor? Peki, o romanlar, o senaryolar neye istinaden yazılıyor o zaman? Hepsi hayal mahsulü mü, kurgu mu? Bir şeyi daha merak ediyorum, toplum olarak onaylamadığımız, hoş karşılamadığımız, yadırgadığımız, hatta hatta kınadığımız bu ilişkileri ekranda seyrederken de aynı duygular içerisinde miyiz, yoksa içten içe “sanki kendimiz yakalanacakmışız gibi” heyecan da duyuyor muyuz? Hatta haklıdan değil karşı taraftan olanlarımız oluyor mu? Ne hissediyoruz, ne düşünüyoruz, neye inanıyor, neyi tasvip ediyoruz? Hala biliyor muyuz? Ben işin bu tarafıyla ilgiliyim…
Dediğim gibi, ben Bihterci değilim. Olmama da imkan yok… Kimse o kızı kendinden 30 yaş büyük adamla zorla evlendirmedi (Hoş o adamın da bu kızla evlenirken aklı nerdeydi, bilinmez ya). Gönlünün sonradan bir gence kaymasını yadırgıyor değilim. Kimse kimseyi ölünceye dek sevmek zorunda değil. Artık sevmiyorsan ayrılırsın, bakarsın hayatına. Ama hem ayrılmayacak, o evde yaşamaya devam edecek, hem de evdeki yeğeni bulacak, herkesi bir arada idare edecek ve mutlu olmayı mı umacaksın? Hadi buldun, ayrılacaksın o vakit kocandan, hem de o yeğenle hiçbir şey yaşamadan, terk edeceksin o evi, o yeğen senin peşinden gelebiliyorsa, senin için ailesinden vazgeçebiliyorsa, neyyyyse… Belki akıl, izan alabilir. Böylesini mi? Akıl alacak gibi mi Allah aşkına? Aynı evde, adamın yüzüne güle güle, göz süze süze aldatılır mı?
Bu bir toplum gerçeği olabilir. Romanlarda işlenmesi gereken bir konu da olabilir. Hatta yıllar önce dizisi çekilmiş, hatta Türkiye’nin ilk yerli dizisi olabilir. Peki, o günlerde yayınlandığında da böyle bir kaos yaratmış mıydı acaba? Böyle deli gibi, merak içinde, çılgınca beklenmiş miydi? Sanmıyorum… O yıllarda bu tür olaylar o kadar seyrek (belki de hiç) yaşanıyordu ki, muhtemelen izleyen halk bu senaryoyu bir bilim kurgu izler gibi izledi. İzledikten sonra da, “aman canım olur mu öyle şey” diyerek, fazla da düşünmeden uykuya daldı… Bugün bunca seyrediliyor, bunca kafa yoruluyor olmasının en büyük sebebi, artık bu senaryoların fantezi ya da kurgu olmaktan çıkıp, sıkça yaşanan ve maalesef alışılan hikayeler olması olabilir mi? Giderek ahlaki sınırlarımızın genişlediği sonucuna ulaşabilir miyiz? Aldatmak zaten sıradandı da, şimdi aile içi aldatmalara mı alışıldı acaba? Nedir bu işin aslı? Nereye gidiyoruz? Neler oluyor?
Yoksa bana mı öyle geliyor?
Sevgiyle kalın…
SABAH AKDENİZ’DEN ALINMIŞTIR